Ana Sayfa Litera AHMET ERHAN ŞİİRİNDE RUHSAL VE HAYATİ ETRAF

AHMET ERHAN ŞİİRİNDE RUHSAL VE HAYATİ ETRAF

AHMET ERHAN ŞİİRİNDE RUHSAL VE HAYATİ ETRAF

Okur özellikle şair, yazar için etrafı canlılardan sonra ev, sokak, köy, mahalle, kasaba, şehirle birlikte kendi hısım akrabası kadar hem ruhsal hem de hayati anlamda edebiyat dünyası oluşturur. Şair, yazar dergilerde, gazetelerde yazmaya ve kitap çıkarmaya başlamakla birlikte söz konusu dünya kan bağı eksenli hısım akrabaya ve kasabalıya, mahalleliye, köylüye komşuya, dosta arkadaşa kastedebileceği gibi onun/onların yerine geçmeye de fazlaca eğilimlidir. Okurluğun da böyle bir özelliği olmakla birlikte o daha çok edilgin okurluktan uzaklaşıp dikkatli ve bilinçli okurluğa yönelme ve olursa ordan bir etraf oluşturma eğilimindedir.

Ne var ki etrafa sonradan daha çok okurluk üstünden dâhil ettiğimiz ve hayatımıza aldığımız bu dünya dünyadan bağımsız olmadığı gibi onun olumlu olumsuz özelliklerinin çoğunu bünyesinde bulundurur. Bunun şiiri ve yazı konusu/izleği olması sorundur ve sorun olarak edebiyat yapıtında karşılık bulması ve tartışmaya açılması mümkündür.

Söz konusu etraf başlangıçta rafine gibi görünse de birlikte olma ve yaşama, en azından gündelik hayatta karşılaşma çoğunlukla bunun öyle olmadığını kısa zamanda gösterir ya da yaşamamıza izin verir. Bu noktada başta etrafı oluşturup belirleyen hısım akraba büyük ölçüde gerilese de izlek olarak geçmiş (çocukluk, gençlik) söz konusu edildikçe edebiyat yapıtında tekrar tekrar ortaya çıkar. Asıl etraf diyebileceğimiz dünyayı ise geçmişten getirdiği ilişkilere rağmen bugün oluşturur ve bugün yaşanan, sorun edilen bir durum ve olgudur.

Çünkü insan ilişkileri eşitlikten çok eşitsizlik temelinde gelişir, öyle yaşanır. Çoğunlukla kendi hiyerarşisini ve otoriterliğini oluşturur. Bunu yalnızca bireylik ve kişisellik kırabilir. Kişiselliğe ulaşan bir bireylik aynı dünyanın kabul edemeyeceği ve baştan reddedeceği,  belirtisine bile tahammül edemeyeceği sorunudur. Kaldı ki bizdeki birlikte yaşama çoğunlukla eşitlikten çok otoriterlik üretir. Bu edebiyat dünyası için söz konusu edildiğinde yapılan daha çok dışlamak/ötekileştirmek ve olumsuzlamaktır.

Tütün, alkol ve algı bozucuların etkili olduğu ya da öne çıkardığı dünyaya kafa tutun ve ona isyan eden Walter Benjamin’in demesiyle devrimcileşen bireylik/kişisellik bireyi/kişiyi çoğunlukla düzenli algının dışında davranmaya ve öyle yaşamaya yönlendireceğinden ve eğilimli hale getireceğinden bunun her türden etrafta benzer bir dışlama ve ötekileştirmeyi geliştireceği kesindir. Bireyliği/kişiselliği hem hayatında hem de yazdıklarında işlemiş şair ve yazarlarda bunun örneği oldukça fazladır ve her zaman daha fazla dışlanmak ve olumsuzlanmak gibi bir sonuca yol açmıştır. Buysa şair yazar için daha fazla acı ve daha fazla yalnızlık ve dünyayı sorgulama, tartışma, karşı çıkma, itiraz etme ve reddetme gibi bir anlama gelmiştir.

Tekrar etraf konusuna tekrar dönersek… Ahmet Erhan için Ankara, Mersin, Adana sonra yine Ankara ve İstanbul’da yaşanıp biten bir hayat için kendi demesiyle gurbet sıla ayrımının ortadan kalkmasından dolayı etraf sürekli kendini yadsıma, geliştirme ve yeniden üretme eğilimi içinde olsa da her şehre götürülen ilişkiler bugünle birlikte hem şair hayatını hem de yazılanı etkilemeyi ve belirlemeyi sürdürmüştür.

Bunun geride bırakılan ve yeni yaşanmaya başlayan şehirler üstünden bir şehir anlatı ve eleştirisine yani hikâyesine dönmesi kaçınılmazdır. Bu Ahmet Erhan için de öyle olmuştur. Mersin ve Adana ile kendini gösteren ve gerçekleştiren Akdenizlilik bir zaman sonra kırsal ve kasaba özellikleri gösteren Ankara’nın önlerine geçmesine izin vermiştir.  2001 yılında Haydarpaşa Garı’nda başlayan İstanbul hikâyesi ise Cihangir, Silivri, Beylikdüzü ve en sonunda ölümle kendini tamamlamıştır.

Hikâyenin başlangıcını ve en önemli bölümünü dede, Rum nine,  baba, anne, kardeşler, etraf, Mersin ve Adana merkezli yani Akdenizli doğa ve orda başka canlılarla birlikte yaşanan ama insan merkezli çocukluk ve gençlik oluşturur. Şehirler, deniz, kenar mahalleler, Seyhan nehri, Taşköprü, arkadaşlar, çocuklar, yoksullar, işçiler ve sevgililerin yanı sıra portakal, incir, zeytin ve başka ağaçlar, çiçekler, kedi ve köpekler başka hayvanlar, canlılar ve aynı dünyanın zihninde tuttuğu,  mırıldandığı, bağıra çağıra söylediği ezgiler hikâyenin en başında yer alır. Hatta bu dönemde doğayla kurulan ilişki nerde yaşanırsa yaşansın yazdığı şiir üstüne etkili olmakla kalmamış Akdeniz eksenli bir doğanın ve ona dönük sevginin şiirde kalıcılaşmasına neden olmuştur. Bu etrafa zamanla öğretmen olarak çalışma, evlenme, Deniz’in doğması bir yana farklı şehir ve kasabalarda yaşamasının bir sonucu olarak öğretmen ve edebiyat çevreleri de dâhil olmuştur.

Buradaki dâhil olma Ahmet Erhan için bireyliğinin ve şairliğinin belirlediği bir okurluk ve onun ürettiği ruhsallık ve izleksel ilişki çerçevesinde politik tavır ve yakınlıklarından da etkiler alan Atilla Jozsef, Pavese, Mayakovski, James Dean, John Lennon, Mandelştam, Bob Dylan, Ginsberg, Cohen, Neruda, Sylvia Plath, Pink Floyd, Woody Allen, Schopenhauer, Theodorakis, Kurt Cobain, Joan Baez, Che, Bukowski, Octavio Paz, Yesenin, Feridüddin-i Attar, Beşir Fuad, Neyzen Tevfik, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Cahit Sıtkı, Ziya Osman Saba, Nazım Hikmet, Mehmet Ali Aybar, Fazıl Hüsnü Dağlarca, A. Kadir, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever, Can Yücel Özdemir İnce, Ataol Behramoğlu, Deniz Gezmiş, Abdülkadir Bulut, Tezer Özlü, Metin Göktepe ve Doğu Perinçek’e kadar giden bir etraf oluşturur/oluşturmuştur.

Yaşadığı hayat ve bunun edebiyat dünyasıyla (okur, yazar, şair ve üçünün dışında kalan bir biçimde üçüyle ilişkili etraf)) önce Ankara sonra İstanbul’da yani Cihangir Silivri ve Beylikdüzü’nde kurduğu/kurmaya ve birlikte olma ve yaşamaya dönüştürmeye yani hayat etmeye çalıştığı ilişki  (Bu ilişkilerin büyük çoğunluğu aynı dünyaya göre kişiliğinden/kişiselliğinden ve “alkolizmden” dolayı sorunlu ve onun için eleştiri konusu olsa da bu insanların çoğu şiirlerinde yer bulmuş epeyi bir bölümüne de şiir ithaf edilmiştir.) ilk şiirden yazdığı son şiire çoğu arkadaşı Yaşar Miraç, Adnan Azar, Taner Ay, Ercan Kesal, İbrahim Karaoğlu, Timur Danış, Hüseyin Ferhat, Metin Altıok, Nebahat Altıok, Metin Koray, Fatih Aytaç, Hüseyin Coşkun, Mazhar Göncüoğlu, Nilgün Azar, Hazal, Ferruh Tunç, Ali Ekber Doğan, Özlem Sezer, Hüseyin Alemdar, Fazıl Say, Mithat Fenmen, Adnan Satıcı, Haydar Ergülen, Burak Çelik, Behçet Aysan, Nihat Genç, Özcan Karabulut, Ramazioni, küçük İskender, Habib Aydoğdu, Hayati Baki, İhsan Tevfik, Azer Yaran ve Mehmet Sönmez etrafa dâhil olur. Bunlardan özelikle Behçet Aysan ve Metin Altıok’un Sivas’ta öldürülmesi, Azer Yaran’ın ölümü onun yaşıyor olmaya bağlı olarak acısını çoğaltan, yarasını tazeleyen olgular arasında başlarda yer alır.

Bütün bu ruhsal ve hayati ilişkiler tabii ömür/hayat ve ölüm arasında bir gidip gelmeyle ortaya çıkmış, yaşanmış belirleyici olmuş ya da belirleyici olmasına izin verilmiş ve bu Ahmet Erhan’ın kişiselliğinin ve sorun ettiğinin/ kabul ettiğinin/gördüğünün ve bundan dolayı acı duyduğu yaşamak ve ölmek istediği izlekleri, olguları ve duyguları ortaya çıkarmış ve ilk şiirinden yazdığı son şiire kadar etkisini gösteren bir duyarlık oluşturmasını sağlamıştır.

Bu izlekler ve duygular arasında hayat, doğa, dağ, deniz, insanlar, (anne baba, sevgililer, işçiler, çocuklar, kadınlar, etraf, arkadaşlar, Deniz, Türkler, Kürtler cümle halklar) hayvanlar, canlılar, mekânlar (evler, meyhaneler, fabrikalar, sokaklar, meydanlar, mahalleler, kasabalar, şehirler, yurt ve dünya) ölüm, öldürülme intihar, alkol, sigara, susmak, alacakaranlık, karanlık, yalnızlık, yara, acı,  hüzün, keder, acı, yorgunluk, sevinç, mutluluk, çığlık, aşk, yenilgi, hastalık, düş kırıklığı, umut, umutsuzluk, karamsarlık, korku, kaygı, isyan, kavga, itiraz en başta yer alır. İzleklerin hepsi nerdeyse onun yaşıyor olmasını ve dünya karşısında durumunu göstermekle kalmaz bu noktada hem kendini hem de yaşadığı dünyayı tartışma, konusu etmesini, eleştirmesini, karşı çıkmasını ve savunmasını sağlar. Yani şudur: hepsi dünyadandır ve dünyaya karşıdır, dünya içindir.

Ahmet Oktay’ın “yalnızların bilinci”  dediği şey bunların oluşmasında büyük ölçüde başat öğe ve belirleyicidir. Hayat ve ölümün daha başka şeylerin duygusunun yaşattığı ve paylaşılmaya çalışılan acı yalnızlığa bağlı olarak hem yaşama ve bir o kadar da ölmeye çalışma nedenidir. Yalnızlık ve onun oluşturduğu bilinç aynı yalnızlığı yaşama ve biçimi haline getirirken bir yandan da yalnızlığın yaşandığı dünya ile çatışmayı ister istemez kışkırtır ve yaşıyor olmanın parçası haline getirir. Böylelikle yalnızlık, yalnız bırakılma, yalnız olma bunların her biri dünyayı ve orada yaşıyor olmayı sorun haline getirirken hayatın da şiirin de bunun acımasızca alanı haline gelmesi kaçınmazdır.

Bunların hepsini asıl belirleyici olan yalnızlık ve onun oluşturması mümkün bilince borçluyuz. Tartışmalı bulunsa bile böyle bir bilinç mümkün müdür sorusuna “kesinlikle, evet!” yanıtı verilebilir. Yalnız bırakılma ya da bunu tercih etme, yaşama biçimi haline getirme tartışmaya açık, eleştirilebilir ama dünya karşısında büyük ölçüde haklı da bulunabilecek böyle bir bilinç oluşturabilir/ oluşturmuştur. Buysa ölüme kadar yaşanan hayatı nerdeyse tamamıyla yalnızlık kadar acının alanı içinde ele alabilmemizi sağlamıştır.

Yukarıda sözü edilen özne, nesne ve mekânların oluşturduğu dünya o yalnızlık bilinciyle oluşturulmuştur. Burada özellikle anılan şair, yazar ve başka insanların Ahmet Erhan’ın hem hayatında hem de şiirinde oluşturduğuna dönük tavırları tartışılabilir ve sonuna kadar reddedilebilir, reddedilmelidir.

Hayat ve onu yaşıyor olma karşısında insan zihninin biriktirdiği aynı temelde ve ama hepsinin kişisel düzeyde ele alındığı, değerlendirildiği bir geçmiş ve bugün ilgisine/tartışmasına hatta gelecek tartışmasına yol açtığı ve dünyanın buna kayıtsız kaldığı hatta tam bir yüzeysellikle karşı çıktığı ise bu hikâyede kesinlikle unutulmamalıdır.

Bunların hepsi Ahmet Erhan için özellikle seksenlerin belirleyeni Hilmi Yavuz ve şiirinden Ahmet Telli, Ahmet Ada gibi şairlerin tam bir etkiyle yine Hilmi Yavuz’dan alarak ürettikleri ve çoğalttıkları hüzünle ilişkilendirilmesi mümkün olmayan bir kederdir. Başka bir deyişle Ahmet Erhan’ın duyguyla, duygularıyla kurduğu ilişki hüzünle açıklanmayacak bir durum ve duygunun sonucudur. Bu da duyduğu acıdan ayrı tutulamayacak, onun sonucu olan kederdir/kederidir.

Yaşıyor olmanın bir tanıklığa ve yasa kalıcı bir şekilde dönüştüğü bir dünya düzleminde acı ve keder aynı yoldadır. Yazı boyunca sözü edilen nesne ve özneler karşısında duyulan acı şiiri belirleyen duygulardan biri hale gelen kederi çoğaltırken Ahmet Erhan bunu bir yandan da çığlığa dönüştürmüştür. Sorun etrafın ya da dünyanın bu ruhsal ve hayati keder ve onun kışkırttığı çığlık karşısındaki duyarsızlığından başka bir şey değildir. Çünkü çığlığa kendisinden başka ses veren olmamıştır.

29 Mart 2020, Talas

*Bu yazıdaki bilgiler Ahmet Erhan’ın ölümünden sonra yayımlanan ve 2 ciltten oluşan bütün şiirlerinden alınmıştır. “burada gömülüdür” cilt 1, cilt 2, 2014, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl