Ana Sayfa Kritik BİR ADALET ÇAĞRISI OLARAK POLİTİK FELSEFE

BİR ADALET ÇAĞRISI OLARAK POLİTİK FELSEFE

BİR ADALET ÇAĞRISI OLARAK POLİTİK FELSEFE

Bir kriz dönemindeyiz. Felsefi kavramların sürekli sorgulandığı; insanın ve felsefenin sonunun konuşulduğu bir çağdayız.  Ayrıca, adaletsizliğin tekinsiz bir konuk gibi sürekli yanı başımızda olduğu bir dönemi de yaşıyoruz. Post-truth çağı, herkesin kanılarını değişmez hakikatler olarak gördüğü bir çağdır. Hakikatler kesin ve değişmez olunca, adalet çağrısı da beyhude görülmeye mahkumdur: “Hakikat, bütün seferler için bir kereliğine inşa edilmiştir”. Politik felsefe nedir? sorusu işte tam da burada önem kazanıyor. Hâl böyleyken, politik felsefe, adaleti kurucu bir süreç olarak inşa etme vazifesini üstleniyor. Zira adaletsizlik sürdüğü sürece dünya onarılmak için karşımızda öylece duracaktır.

Politik Felsefe Nedir? kitabı 2018 yılında İstanbul Üniversitesi’nde geniş katılımlı kolokyumun davetlilerinin metinlerinden oluşturuldu. Politik felsefenin eleştirel ve paradoksal karakteristiğini yansıtan sekiz makaleden oluşan eser, konuyla ilgili zengin açılımlar sağlaması açısından eşsiz bir niteliği haizdir. Ertan Kardeş, politik felsefenin fiilî dünyada ne anlama geldiğine dair derinlikli bir izah girişiminde bulunuyor. Kardeş’e göre, siyaset felsefesi ve politika felsefesi terimleri, felsefenin politikliğinden arındırılma çabalarının tezahürüdür. Felsefe, dünyaya bigâne kalan bir yapıya bürünmüştür. Dünya sorunlarını el yordamıyla düşünme tavrı, felsefeyi kuşatmıştır. Halbuki dünyadan ayrı bir “felsefe dünyası” yoktur. Felsefe, dünya sorunlarını kendi sorunları kılmalıdır. Dünyaya kayıtsız kalan bir felsefe değil; dünya sorunlarını temellük eden bir politik felsefe asıldır. Felsefe ve politiklik ilişkisi, kurucu ve yaratıcı karakterdedir. Politik felsefe, felsefenin bir dalı, kompartımanı ya da sektörü değil; bizatihi felsefenin kendisidir. Dünya üzerinde berraklaştırıcı bir bakış, felsefenin politikliğinin kavranmasıyla mümkündür. Zira, toplumsal krizlerin ve kapanmaların had safhada olduğu bir çağda, başka tarzda felsefe yapma girişimleri problemleri çözme, tahakkümü kırma zeminini üretemeyecektir. Toplumsalın çözüldüğü, bireylerin atomize olduğu bir tecrit durumunda politik felsefe, toplumsalı çağırmak ve ortak yaşama katılmayı sağlamaktır. Bu bakımdan, toplumsalı çağıran politik felsefede Carl Schmitt, Frankfurt Okulu düşünürleri, Leo Strauss ve Çağdaş Fransız Felsefesi, ana uğrak noktaları olarak zengin açılımlar sunmaktadır.

Cengiz Çevik, Yedi Bilge’den Sokrates’e Antik Yunan’da felsefenin dönüştürücü gücünü serimliyor. Polis’i, politika’yı, politik olan’ı tanımlayarak felsefenin politik eylemden ayrı düşünülemezliğini ifade ediyor. Aktif bir politikaya ihtiyaç duymayan politik bir figür olarak filozofu anlatıyor. Buna göre, felsefenin insanda bıraktığı etki, insanın polis’i değiştirme iradesiyle doğrudan bağlantılıdır. Felsefe, salt teori değil; tüm yaşamı dönüştürmesi gereken bir etkinliktir. Yazar, Antik Yunan toplumunda söyleme hapsolan felsefenin değil, yaşam ve eylem olan politik felsefenin izlerini sürüyor.

Yunan felsefe geleneği, teoriye hapsolmuş bir tutumu değil, her an deneyimlenmesi ve yaşamı dönüştürmesi gereken bir etkinliği önceler. Parrhesia, Yunancada “dürüstlük, doğruyu söyleme, konuşma özgürlüğü” anlamına gelir ve felsefeden ayrı düşünülemeyecek bir etkinliktir. Parrhesia olarak felsefe, filozofa, toplumun yaşam tarzına, kanılarına, başkalarıyla ilişkilerine yönelik eleştirel bir tavır alma sorumluluğu yükler. Felsefenin amacı iyi yaşamdır. İyi yaşam da toplumu ve kenti değiştirme iradesiyle mümkündür. İşte bu irade, felsefenin politik dönüştürücü gücünün tezahürüdür. Hem Thales’te hem Pythagoras’ta hem Herakleitos’ta hem de Sokrates’te felsefe, teoriye ya da retoriğe hapsolmamıştır. Felsefe, yaşamın ve eylemin kendisidir. Filozof ise polis’i değiştirme iradesine sahip, politik bir figürdür.

Farmakon, Yunancada hem ilaç hem de zehir anlamlarını ihtiva eder. Hem ilaç hem de zehir olma, politik felsefenin bir özelliği olabilir mi? Teknik, tarihsel anlam çeşitliği göz önünde bulundurularak politikayla nasıl bir ilişki içindedir? Tacettin Ertuğrul, tüm bu sorular üzerinde düşünerek, politikanın teknikle ilişkisi bağlamında farmakon, politik felsefenin de farmakoloji olarak okunabileceği görüşünü dile getiriyor. Platon, Protagorasdiyaloğunda bir efsaneden bahseder. Bu efsaneye göre teknikle donatılan insan, tek başına hayvanlarla, doğayla ve de başka insanlarla birlikle yaşama kabiliyeti ve kudretine sahip değildir. Başka türden bir teknik daha lazımdır. İşte bu teknik politika tekniğidir (politiketekhné). İnsanlar, ancak politika sayesinde bir arada yaşarlar. Politika öncesi durum, savaş ve kaos durumudur. Politika tekniği, Platon’da bir farmakondur. Çünkü onun adil devlet fikri, politikanın zehirleyici unsurlarına karşı sağaltıcı bir modeli sunmaktadır. Platon’un bu tutumunu da dikkate alarak diyebiliriz ki, politik felsefe bir farmakolojidir. Politik alandaki zehirleyici olan ve şifa verici olan üzerine düşünür. Teknik, yaşadığımız dönemde öngörülemez bir hızda gelişen teknolojiye dönüşmüştür. Teknoloji üzerine düşünmek, politik felsefenin asli görevlerinden biridir. Ertuğrul, teknolojinin sonuçlarından olan dijital ağlar, teknisite ve yeni yazı-kayıt teknikleri karşısında politik felsefenin konumunu teşrih masasına yatırıyor.

Aristoteles, insanı politik bir canlı olarak tanımlar. Ama ona göre insan sadece politik bir canlı değildir. Aynı zamanda logosa ve aklını kullanma yetisine sahip bir politik canlıdır. Cengiz Çakmak, yazısında Aristoteles’ten mülhem felsefenin logosla ve eylemle ilişkisini irdeliyor. Günümüz problemlerinin kaynağının insanın eylemle açığa çıkan akletme kabiliyetinin elinden alınması olduğunu söylüyor. Teknoloji, her yanımızı kuşatmıştır. Tapınaklar, gökdelenler, teknolojinin tüm tezahürleri her yere hâkim olmuştur. Ama buna mukabil politika sanatı insanda eksiktir. Çünkü insan kendi başına düşünme, akletme, eylemde bulunma görevini uzmanlara, bilim insanlarına, teknolojinin efendilerine teslim etmiştir. Kant’ın “aklını kullanma cesareti göster” telkini unutulmuş; bunun yerini bizler adına kurallar koyan, bizler adına düşünen uzmanların görüşü almıştır. Politik yargı, her insan için biriciktir, uzmanlara devredilemez. Politik yargı, her insanın politik uzlaşı ve çatışma üzerine düşünmesi demektir. Adalet ve zulüm, bir yerde ya da noktada senteze varmayacak bir çatışma içindedir. Uzlaşma ve çatışma her daim bir aradadır. Bu düşünceler ışığında Çakmak, politik yargının adaletsizliği fark etmekle mümkün olacağına işaret ediyor. Adaletsizlik vardır ve giderilmelidir. Politik eylemin amacı, adaletin çağrılmasıdır. Bu çağrı ne hakikatçiliğin ne de rölativizmin çağrısıdır. Tahakkümü ve önyargıları kıran, toplumsalın imkanını arayan bir birlikte yürüme davetidir.

Felsefenin sonu tartışmaları hala gündemde ve tazedir. Felsefenin sonuna gelindiyse politik felsefenin imkanlarından bahsetmek de mümkün değildir. Funda Günsoy, politik felsefenin varlığına yönelik olumsuz tavırların bizi sadece ‘felç edici nihilizme’ ya da adil olmayan düzenin devamına götüreceğini söylüyor. Politik felsefenin mümkün olmaması, var olan eşitsiz düzenin devam etmesi anlamına gelir. Bu bakımdan Politik felsefe nedir? sorusu, adaletle çatışma içindeki politik düzenin surlarına gedik açmak demektir. Çünkü her “nedir?” sorusu, yeni bir açıklama kaynağından beslendiği için, aynı zamanda bir kavga davetidir. Günsoy, Agamben’e atıf yaparak politik felsefenin imkanını reddetmenin bizi çıplak yaşama mahkûm edeceği gerçeğine dikkat çekiyor. Çıplak yaşam, insanın hayvani doğasını yansıtan salt yaşamdır. Politik felsefe, insanın hayvani doğasının “iyi yaşam” içine dahil edilme çabasıdır. Felsefe, Sokrates’te en saf biçimde tebellür ettiği gibi, iyi yaşamın peşindedir. İyi yaşama dair her soru ise politiktir. Politik felsefe nedir? sorusu mevcut düzende çatlaklar açma, daha soylu bir yaşamın imkanını arama faaliyetidir. Her son, yeni bir başlangıcın müjdeleyicisidir. Felsefenin sonu tartışmaları, politik felsefenin her anı doldurucu potansiyelini de içinde barındırır.

Politik felsefeyi politik felsefe ve diyalektik arasındaki bağlantı üzerinden tanımlamak mümkün mü? Ateş Uslu hem ‘politik felsefe’, ‘politik düşünme’ ve ‘politik olan’ gibi kavramlar üzerine düşünüyor hem de bu kavramların diyalektikle olan ilişkisi üzerine ayrıntılı bir inceleme girişiminde bulunuyor. Yazının amacını da diyalektik bir politik felsefe imcelemesi için genel bir çerçeve çizmek olarak belirliyor. Politik felsefenin kavramlarına diyalektik bir yöntemle yaklaşmanın, onları tarihsellikleri içinde değerlendirmeyi gerektireceğini ifade ediyor. Uslu, politik felsefe ve siyaset felsefesi kavramsallaştırmalarının karşıtlık içinde olmadığını, aksine bir ve aynı anlama gelebileceklerini belirtiyor. Bu iddiasını da politikanın Antik Yunan’da alımlanma biçiminin siyasetin İslam siyasal düşünce geleneğinde kavranma biçimiyle benzerliğine dikkat çekerek temellendiriyor. Politik felsefeyi Batı felsefe tarihi kalıbı içine alıp Batı dışı toplumlardaki politik tavrı ‘siyaset felsefesi’ olarak mahkûm etmenin yanlışlığını dile getiriyor. ‘Politik felsefe’ ve ‘siyaset felsefesi’ arasında nasıl bir ilişki kurulacağını sorunsallaştıran yazar, iki terimin de ancak tarihselleştirilerek doğru kavranabileceğini açıklıyor. Politik felsefenin siyaset felsefesiyle eş anlamda kullanılmasında herhangi bir engel bulunmadığını ifade ediyor. Günümüzde politik felsefenin amacının da üretimi ve yeniden üretimi toplumsal varlık alanın temeli kabul edip özgürleşme olanaklarını ortaya koyan bir metodoloji sunmak olduğunu vurguluyor.

Armağan Öztürk, kamusal alan, özgürlük ve iletişim kavramları arasındaki ilişkiyi inceliyor. Politik felsefenin insan hakları ve özgürlük gibi konularını JürgenHabermas’ınKamusallığın Yapısal Dönüşümü ve İletişimsel Eylem Kuramı yapıtlarını dikkate alarak tartışıyor. Habermas’ın demokratikleşme süreciyle kamusallık arasındaki ilişkiyi olumsuz bir içerikle ele alan tavrıyla hesaplaşıyor. Kamusal alanı farklı kamular arasındaki mücadelenin sürdüğü bir alan olarak görmek yerine, önceden verili olan niteliğe göre kurulmuş bir alan olarak tahayyül etme eğilimine karşı çıkıyor. Kamusal alanın çoğulcu yapısına dikkat çekiyor. İnsan hakları nosyonunun evrensel bir ilke mi yoksa Batı kültürünün diğer kültürleri vesayet altına alma enstrümanı mı olduğu sorusunu dile getiriyor. Her şeyin göreceleştiği, içe kapandığı, anlam ve özgürlüğün buharlaştığı bir çağda Habermas’ı, bize “neyi kaybettiğini hatırla” ihtarında bulunan bir düşünür olarak okuyor. Aydınlanmanın mirasını yenilemek için devasa bir teorik çabaya giren düşünürün aydınlanma ve kapitalizm arasındaki olumsuz ilişkiyi gözden kaçırdığını dile getiriyor. Kapitalizmin yeni durumunda Habermasçı çabayı soyut ve naif olarak karakterize ediyor.

Yaşadığımız çağda politik felsefenin en önemli sorunlarından biri normative problemidir. Hukuk alanında temel norm düşüncesine dayanan bu problem, politik felsefede hangi biçimlerde ele alınabilir? Kurtul Gülenç, politik felsefede normative problemini inceliyor. Bu incelemeyi derinleştirmek için de Kant’la başlayıp Hegel’e uzanan teorik-pratik hattı bir imkân olarak görüyor. Kant’ın radikal anlamda orijinal olan özgürlük kavrayışına dikkat çekiyor. Negatif özgürlük yerine pozitif bir kavrayışa sahip Kant’ın özgürlük teorisini ele alıyor. Kant’ın sorumluluk ve kendiliğindenlik gibi normlarla sınırlandırılmış pozitif özgürlük anlayışını dile getiriyor. Etik yaşam, özgürlükle mümkündür ve özgürlüğün mümkün olabilmesi için belli kurumlar ve yapılar olmalıdır.Gülenç, Hegel’in kurumlar, yasalar ve yurttaşlar arasında karşılıklı ilişkiye dayanan bir özgürlük alanı inşa ettiğini söylüyor.  Otorite olan ile sorumlu olan arasındaki bu karşılıklı tanınma ilişkisinin normatif statüleri temsil etiğini vurguluyor. Modern politik felsefenin en mühim kavramlarından olan özgürleşmenin ancak kurumlar, yapılar ve pratikler yaratarak mümkün olacağını ifade ediyor. Çünkü her yeni yaratım, eski olandaki eksikleri, yetersizlikleri ve kusurları tespit ederek onları aşma çabasıdır. Bu bakımdan özgürlüğün imkanını eleştirinin gücü belirler. Adaletsizlikleri, sömürüleri, baskıları eleştirmek kadar özgürlüğün yeşereceği yeni bir dünyayı inşa edecek adımlar atmak da mühimdir. Yeni bir politik felsefenin hareket noktası da işte bu adımlarda saklıdır.

Walter Benjamin, “her an yeni bir başlangıç imkanıdır” der. Kapanmanın, salgının, tecridin çağında da olsak, kurtuluş imkânı tükenmemiştir. Politik Felsefe Nedir? kitabı, eleştirel politik tavrıyla şimdinin kilidini açma imkanını tartışmaktadır. Akıntının yönüne kürek çeken tutumların aksine, muhalif tavrıyla; yaşamla, doğayla ve toplumla yeni ilişki pratikleri geliştirmenin yollarını aramaktadır. Yollar kapanmamıştır. Tarihin her anı, yeni bir yolun açığa çıkma fırsatıdır. Yedi Bilge’den Sokrates’e, Sokrates’ten Kant’a, Kant’tan Habermas’a geçmişin tüm parıltıları yolumuzu aydınlatmaktadır.

 

Politik Felsefe Nedir?, haz. M. Ertan KARDEŞ, İstanbul: Tekin Yayınları, 2020.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl