Ana Sayfa Kritik Bir “Yabancı”nın Sosyal İntiharı

Bir “Yabancı”nın Sosyal İntiharı

Bir “Yabancı”nın Sosyal İntiharı

“Yabancı”, absürdün en uç noktasına kadar sürülmüş olmak yüzünden hayal kırıklığına uğramış bir adamın, annesinin ölümü, bir adamı öldürmesi ve idama mahkûm edilmesi gibi en dramatik yaşam merhaleleri üzerinden, kendi varoluşunun kendisini ilgilendirmediğini düşünmesi kertesinde duyarsızlaşmasının hikayesini anlatıyor.

“Yabancı”nın, güneş tarafından ezilen bir kumsalda bıçak taşıyan tehditkâr bir Arap’ı yakın mesafeden öldürdüğü gün, onun aynı zamanda absürtlüğün devingen kımıl kımıl kumları tarafından yutulduğu gündü.

Annesinin ölümü ya da bir genci öldürmesi dünyanın absürt düzenine olan kayıtsızlığını gidermeye yetmedi. Oysa ölüm bize var olduğumuzu hatırlatmakla görevliydi.

Camus’nün Meursault’su sadece birini öldürdüğü için değil, annesinin cenazesinde ağlamadığı için de yargılandı.

Toplumun, onun her türlü zımni ya da açık sözleşmesine ‘yabancı’ birini yargılaması, kitaba yedirilen absürt tematiğini daha da çarpıcı hale getiriyor.

Siz hiç, bir meşe ormanındaki ağustosböceklerinin yerini tespit etmeye çalıştınız mı? Onların seslerini duyarsınız ancak nerede olduklarını bilmezsiniz.

Her defasında birinin yerini tespit ettiğimi zannettiğimde ya bir görünümle ya içi boş bir kabukla ya da kabuğun üzerinde kurumuş balçığa yapışan bir tüyle karşılaştım.

Hiç protez bir bacağa dokundunuz mu? Protez bacak yukarı çıkıyor, aşağı iniyor, olması gereken yerde bükülüyor, anlayacağınız normal bir bacak gibi her şeyi yapıyor. Ben ona dokundum, bacak gibi hissettirdiği doğru ama aslında soğuk.

Felçli birinin bacaklarının bacak olduğunu hiç şüphesiz biliriz ancak bir protez bacak gibi işlevsel değildirler. Ben, bir bacağı karakterize eden şeyin işlevinden ziyade sıcaklığı olduğuna inanıyorum.

Aslında “Yabancı”nın Meursault’su bana meşe ormanında görünmeyen bir ağustos böceğini ya da protez bir bacağı çağrıştırıyor.

Buradaki kayıtsızlık bir karşılıklılık ilkesince işliyor. Dünya Meursault’yu görmüyor; dünya ona karşı, sesi duyulan ama görünmeyen bir ağustos böceği kadar kayıtsız; Meursault da dünyaya karşı, işlevlerini eksiksiz yerine getiren ama bir protez bacak gibi soğuk ve kayıtsızdır. Ve bu kayıtsızlık onu, bir ağustos böceğinin kuru kabuğunun üstüne yapışmış bir kuş tüyü kadar hafif hissettiriyor.

İddianame ve yargılama süreci Yabancıya, onun hayatını ilgilendiren yaşamsal önemdeki karar ve olayların kontrolü dışında birbirini takip ettiğini ve kaderinin “kendi hayatı dışında” dışarlıklı bir düzenek tarafından yönetildiğini anımsatıyor.

Bu bakımdan Meursault biraz da “Dava”daki Josef K idi.

Yargı süreci, kural ve sözleşme tanımayan biriyle karşı karşıya kaldığında sistemin, ne kadar da esneklikten ve merhametten yoksun; hatta yargıladığı özneden bile daha kötü olabileceğini gösterdi.

Bence, bir davranışın mantıksızlığı ya da saçma karakteri, topluma karşı olan kırgınlığı, kızgınlığı ve ressentimenti alevlendirme ve toplumun ‘intikamcı uzun kolunu’ güçlü bir şekilde ifade etme yeteneğine sahiptir.

Nitekim böyle oldu; Meursault nedensizce bir Arap’ı vurdu ve bu saçmalığa uyum sağlamak için adalet büyük at gözlükleriyle başka bir “ihlal”e doğru koştu.

Bence Camus Meursault karakterini “insanlıktan çıkarmak” (déshumanisation) için bir takım küçük ‘edebi hilelere’ de başvurdu.

Derin bir duyarlılıkla donatılmış Albert Camus’nün tümüyle duyarsız bir adamın ne hissettiğini betimlemeye kalkması, sanki okura karşı yapılmış bir tür kandırışı çağrıştırıyor.

Meursault’nun insanlığı üzerine kafa yormak, bana kalırsa, Camus’nün umurunda değildi; onun okurun gözüne sokmak istediği şey, yargı sisteminin insanlık dışılığıydı,

Albert Camus alt metnine, insanın adaleti, onun yargılama yeteneği, idam cezasının insanlık dışılığı ve kriterleri farklı olan biriyle karşı karşıya kaldığımızda, kendi kriterlerimize göre hüküm vermemizin imkansızlığı gibi çeper temaları da yedirdi.

Ancak, tüm bu can alıcı sorunsallara rağmen “Yabancı” dar alegorik bir çerçevenin içine sığmıyor.

“Yabancı”yı boydan boya kateden kırmızı ip her şeye rağmen, absürt laytmotifiydi. “Yabancı” zaten Camus’nün “Absürt Döngüsü” dörtlemesinin ilkiydi.

Meursault’nun tepkileri, sıradan insanların tepkileriyle karşılaştırıldığında, tuhaf, uyumsuz ve ezber bozan türdendiler. Buradaki okur problematiği, duygusal açıdan duyarsız ve neredeyse hiç empatiye sahip olmayan birine karşı empati geliştirme zorluğuydu.

Tabutta yüzünü görmeyi reddettiği annesinin cenaze töreninde stoacı tutumlar takınan, komşularının ilkel davranışlarıyla uzlaşmaya çalışan, kız arkadaşı Marie’yi pek sevmese de onunla evlenmeye hazır olan Meursault, hayatı olduğu gibi karşıladı, çünkü onun için tüm seçim ve tercihler aynıydı ve hiçbir şeyin gerçekten hiçbir önemi yoktu.

Camus, onu çevreleyen dünyaya karşı olan duyarsızlık ve kayıtsızlığının altını çizmek için bu “pied-noir”ı[1] (“kara-ayak”) son derece alışılmadık kişilik meziyetleriyle donattı.

Buradaki asıl amaç, duygusal duyarlılık özürlü arketipin inşasıydı. “Duygusal hassasiyet özürlü” karakter teması, John Steinbeck’in “Cennetin Doğusu”ndaki Kate karakterinde de ele alındı.

Bu arketip, hayattaki olayların ona ulaşmadan üzerinden bir kuşun tüylerine çarpan yağmur damlaları gibi kaydığı, gerici bir anarko-nihilizmin tuzaklarına düşmüş burjuva aydınına ince göndermelerde bulunuyor.

İçine sarmalandığı yağ tabakaları yüzünden Toplama Kamplarından yükselen çığlıkların kayarak vicdanının lağım çukurunda biriktiği bu aydın tipi empati yoksunluğunu, absürde karşı sahte bir itirazın arkasına gizledi.

Oysa ki sahici itiraz, içinde insanı hem fiziksel hem “sosyal intihar”a sürükleyen depresif durumların tepindiği, nihilist bir çağa karşı olmalıydı.

Meursault, hücresinde soğukkanlılığını korurken kendine sadık kaldı: pişmanlık onun ruh halinin bir parçası asla değildi. Ve bu sözüm ona adaletin hükmünü kabul edip, dünyanın kendisine karşı kayıtsızlığını takdir etmeyi bile başardı.

Aptallığın anahtar kelimelerden biri olduğu böyle bir romandan yara almadan çıkmak mümkün olmuyor. İlk okumamdan yirmi beş yıl sonra, irade ya da dikkat eksikliği nedeniyle çoğu zaman yerini rehavete bırakıp sıradanlığa düşen bir dünyaya karşı duyduğum bir isyan duygusuyla bu kitabı bugün yeniden kapatıyorum.

Albert Camus’nün romanı uygun seçilmiş başlığıyla her şeye rağmen, hümanist mesajının kolektif bilinçdışı üzerinde kalıcı etkiler yarattığı, zamansız bir yapıt olma özelliği taşıyor.

Camus’nün yazılarını ve şüphesiz ruhunu bu şekilde soymaya hangi sebeplerin ittiğini gerçekten bilmiyoruz, ama “Yabancı” benim için her zaman, varoluşsal sorularımızın içinde kaybolan küçük insanların hikayesi, sefil hayatlarımızı boydan boya kateden can sıkıntısının yaktığı bir fenerin soluk ışığı ya da alevsiz bir cehennemin romanı olarak kalacak.

Çünkü “Yabancı”yı okumak “Öteki”ye doğru bir adım atmaktır.

Ve bence dünyanın absürt karakterine ne kadar çok ‘yabancıysa’, işte o kadar özgürdür insan…

[1] “Pied-noir” terimi, kolonyal çağda Cezayir’de doğmuş Fransızları tanımlamak için kullanıldı.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl