Ana Sayfa Litera “Bozkırkurdu”: Karmaşık Bir Ruhun Biyografisi

“Bozkırkurdu”: Karmaşık Bir Ruhun Biyografisi

“Bozkırkurdu”: Karmaşık Bir Ruhun Biyografisi

Hesse de anlatım, kendi kendine okumanın farklı seviyelerinde, Matruşkayı andıran bir çokkatmanlılık içinde gerçekleşir.

Hesse, karakterinin içine, onu giderek ele geçiren korku ve ıstırapları cömertçe boca ederken, kurt ile insan doğası arasında kurulması mümkün tüm analojilere kapı araladı.

Hesse’nin hikayeleri, protagonistin çevresindeki toplumla ve egosuyla ilişkisini analiz eden bir monolog şeklinde ilerlerler.

Ana konu dışında kalan çeper temaların anlatımı, baş döndürücü bir oyunda birçok kez birbirinin içine geçen, bazen de üst üste yığılan ve birinden diğerine ne zaman geçildiğini belirlemenin zor olduğu bir dil cangılı izlenimi verir.

Ana karakter Harry Haller örneğinde olduğu gibi, hasbelkader kendini değişimlerin dönüm noktalarında bulan insanların münzevi halleri ve toplum tarafından anlaşılmamak problematiği, yeni ve eski değerlerin birbirine düşmanca konuşlandığı sosyal bir kadrajın içine sıkıştırılmıştır.

İnsan, büyük kültürüne ve zihinsel keskinliğine rağmen, tüm yakıcılığı ile ilerleyen milliyetçilik, burjuva düşüncesi ve silahlanma yarışı gibi lavlarda yanmama mücadelesinde ne yazık ki başarısız oldu.

Hesse, Bozkırkurdu’nda, en trajik sonuçlarını 2. Dünya Savaşı’nda gösteren köktenci milliyetçilik ve yeniden silahlanma çılgınlığının kendi ruhunda yarattığı çalkantıları Harry karakterine yansıttı.

Roman, çığlığı, hâlâ bir önceki Dünya Savaşının ölülerince yankılandırılan ve kötücül bir senaryoda hüküm süren aşırı milliyetçi bir iklimde yazıldı.

O çağda, adeta güvercinin ruhu vahşi hayvanlara emanet edilmişti.

Zamanın ruhu tarafından karanlık ve önemsiz bir köşeye fırlatılan klasik müzik sevgisi, saf aşk, felsefe ve hümanizm gibi değerler pek rağbet görmedi.

Oysa bu değerler, sürüp giden büyük kargaşanın içinde, varlığın dinlenme ve tazelenme yerleriydiler.

Zamanın çağıltısında yiten şey, aslında bir hümanistin çığlıydı.

Ancak zamanın da yaklaşan bir sonu vardı.

Köktenci milliyetçilik ve savaş taraftarlığı, Harry tarafından sadece orta sınıf bir burjuva sakilliği olarak değil de, insanlığı felakete sürükleyecek bir trajedinin habercisi olarak algılandı.

Nitekim, bunların bir goşistin ideolojik kehanetleri olmadığı, Nazilerin iktidarı ele geçirmesiyle sonradan daha iyi anlaşıldı.

Doğu mitolojisi profesörüyle akşam yemeğindeki tartışma, Harry’nin zamanın ruhuyla uzlaşmaz tutumlarını açığa vuran momentlerdendi.

Zamane toplumunun genel geçer algılarıyla uzlaşmazlık öylesine derindir ki, profesörle tartışmayı yarıda kesip acımasız bir şekilde masadan ayrılmasıyla kendini belli eden, adeta bir doku uyuşmazlığı kertesindedir.

Kitap aslında Hesse’nin gri bireysel yaşantılarının etkisi altında da yazıldı. Kırık aile fotoğrafı, ikinci evliliğin başarısız olması, giderek yaklaşan büyük savaşın yarattığı iç huzursuzluk, yazarın bireysel felaketinin unsurları olarak yazarlık çizgisini etkiledi.

Harry Haller karakterinin özenli edebi inşası, Hesse’nin kişisel felaketine göndermeleri de olanaklı kılıyor.

Baş protagonist Harry Haller, aslında Hermann Hesse’nin alter egosundan başkası değildir. HH adının baş harflerinin benzerliği de bu bakımdan çarpıcıdır.

Harry ellili yaşlarında, şiir, müzik ve felsefe- özellikle Nietzsche- alanında geniş birikimi olan, seçkin bir kariyere sahip bir entelektüeldir.

İlk eşiyle yaşantıları, yıpranmış bir defterin sayfalarında kısa bir buluşmayı andırıyordu. İtibar ve servet kaybolduğunda, sevdiği kadın da delirmiş ve onu yalnız bırakmıştı.

Sadece felsefe, edebiyat, şiir ve müzikte Tanrı’yı ​​iş başında gören Harry Haller karakteri, kendisini çevreleyen burjuva düzeninden, başkaca bir “ilahi yol” aracılığıyla, kurtulmanın yollarını aradı.

Harry’i çevreleyen dünya yaslı kalabalıklardan oluşuyordu.

Hayatın çelişkileri ve insanın ruhsal sefaletiyle karşı karşıya kalanın diğer iyimser sırrı, Mozart ve Goethe gibi ölümsüzlerin kahkahalarını, yani hayata gülümsemeyi öğrenmekti.

Hayatın acısının üstesinden gelmenin yolu, mizah ve büyük bir “ölümsüz kahkaha” patlamasıdır. Bu iyimser ileti, sayfalarca yakın plan bir grilik betimlemesinin ardından son umut ışıltısı olarak okuyucuya bağışlanır.

Bozkırkurdu, varoluşu bir çıkmazdan kurtaran bir tür rüzgârın çığlığı kıvamında bir romandır. Bu rüzgâr, viran olma korkusunun çığlığını da taşır. O, ağaçların yaprağını yalayarak eserken, protagoniste son kez süre tanıyan bir ulak gibidir.

Kültürel coşkunluk ile nostalji ve hüzün arasında salınan büyük ruhlar, sonunda yenilirler. Çünkü burjuva ideolojilerinin, şirketlerin ve paranın yükselen değerler olduğu “geçiş dönemlerinde”, aydınlar büyük bir meydan okumaya dönüşen bu fenomenlerle baş edemediler.

Harry Haller de, yeni toplumun ona reva gördüğü «sürgüne», dış dünyayı iç dünyadan ayıran sağlam ve yüksek bir duvar örerek tepki verdi.

Klasikleri okumaya, Mozart ve Handel’i dinlemeye kendini adayarak, hayatında manevi bir doktrin inşa etti.

Bir yandan, onu dünyaya dalmaya, başkalarına açılmaya ve yapıcı sosyal ilişkiler kurmaya yönlendiren “insan” yönü, diğer yandan dünyadan kaçmaya, insanla temastan kaçınmaya ve kendi içine tecrit olmaya iten «kurt» yönü bir beden içinde birbirine düşmanca konuşlanmış halde varlıklarını sürdürdüler.

Burada, karşıt eğilimler tarafından parçalanmış bir protagonist profili ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Birbirine dolanmış iki güreşçi imgesine karşılık gelen sonsuz bir boğuşmada, Kurt ile İnsan, birbirine karışıp, birbirinin içine çözüldüler.

Kısacası, bu düal bir arada varoluş, bir bakıma, tek bir fiziki gövdenin içinde manevi olarak iki öze sahip olanın varoluşudur.

Bu ikilik ruhsaldır, ancak kitap aynı zamanda, değişen derecelerde erkek ve kadın özelliklerinden oluşan fiziksel ikiliğe de atıfta bulunur.

Bu özelliği yansıtan karakter, şehvetli hermafroditizmi temsil eden ve Harry’nin çocukluk arkadaşı Ermanno’ya benzeyen Herminie’dir.

Hayatın Sihirli Tiyatrosu, kitabın son bölümünde, Harry’e tekrar erkek rolü bağışlayıp, onu Erminia’ya aşık edecektir.

İyi ve kötü, pratik ve teorik, güzel ve çirkin gibi antagonizmaların hayatını felç ettiği Harry, sonunda acıyı intiharla dindirmek seçeneğini tercih etti. Keskin bir ıstırap ve üzüntüyü takip eden bir gecede canına kıydı.

Harry, sadece Erminia ile tanıştığında hayatında bir ışık parıltısı gördü. Erminia, ona, dış dünyanın bazı erdemlerini keşfetmeyi ve onları takdir etmeyi öğretti.

Çünkü, Harry’e, küçük şeylerden gelen mutluluklarla yetinmeyi, ancak ona tüm benliğiyle teslim olduğu bir kadın öğretebilirdi.

Virgilio’nun İlahi Komedya’da Dante için olması gibi, Erminia da Harry için, ruhunun karanlık dehlizlerinde ona yol gösteren bir iç rehberdi.

Sayısız odalardan ve uzun bir boş koridordan oluşan büyük bir binada gerçekleşen maskeli balo momenti, bu karmaşık iç dünyanın alegorisi niteliğindedir. Harry, o baloda, kafa karışıklığı içinde Erminia’yı gözden kaybeder. Aslında Harry orada bir iç rehberi gözden kaybederken, ruhunun karanlık labirentlerinde kendisi de kaybolur. Bir dış ve öz kayıp aynı anda gerçekleşir.

Hesse, böylece, okuyucuyu, iç hayaletleriyle boğuşurken, onlara yenilmiş bir Harry profiliyle baş başa bırakır.

İnsanın tekil bir varlık değil de, anlık varyasyonlarının toplamından meydana gelen çok katmanlı bir karaktere sahip olduğu gerçeği, bir iç rehbere ihtiyacı gerekli kılıyor.

Nitekim Bozkır Kurdu’nda sadece bir tane değil birçok Harry ile karşılaşırız. Harry, sadece anlık olarak örtüşen, farklı sonsuz kişiliklerin toplamından oluşan bir karakterdir.

Bu, Doğulu bir bilgenin vahisi olarak değil de, kitapta deneyimlediğimiz şekliyle somut bir kategoridir.

Bu sonsuzca bölünen ruh katmanlarının, içine yerleştirildikleri sıraya göre, varlığın davranışını ve düşüncesini belirleyen bir işleyişleri vardır.

Sadece Hayatın Sihirli Tiyatrosu, bu sırayı bir defalığına değiştirmeye olanak tanır. Bir kez gerçekleşen bu değişikliğin ışığında, Harry’iyi bekleyen finali daha kolay anlayabilirsiniz.

Bu sıra değiştiğinde, Kurt, pençeleriyle dünyanın perdesini bir kenara çekip, “insanı” aradı. Onunla dost olmak için değil de, onu parçalamak için…

Kişinin çelişkili yönlerinin tefekkürüyle içsellik arayışı, hayatın sihirli tiyatrosunun son metaforu olarak romanda yer aldı.

Roman, bu bakış açısından, içsel olarak bölünen katmanlarıyla kendi karakterini yeterince tanımayan ve bu parçalanmayı tanımadığı için yaşamaya muktedir olmayan bir protagonistin dramını anlatıyor.

Savaşı, teknolojiyi, paraya tapıcılığı ve tamahı, mülkiyet ve eşya aşkını, milliyetçiliği sadece küçümsemek yetmiyor. Zamanın putlarını yıkıp, onları sağlam bir ülküyle değiştirmek gerekiyor.

Zamanın kötücül mitleri, Bozkır Kurdu’nda, Mozart, Goethe, Nietzsche, Ölümsüzler ve Hayatın Sihirli Tiyatrosu ile ikame edildi.

“Bozkırkurdu” okuyan, iş dünyasına giren ve bankada para biriktiren, takım elbise giyen, dua eden ve uzlaşmayla büyüyen “normal” birinin, şüpheci, yalnız, anti-sosyal, burjuva kültürünü sertçe eleştiren, siyasete yabancı ama derinden devrimci kurt ile aynı bedende düşmanca birlikteliğinin romanıdır.

Bu, aslında, zihin ve içgüdü arasında bir karşıtlıktır. Harry, tüm varoluşun bu iki ucun imkânsız bir bileşimi olduğunu ve “uzlaşının” sadece ölüm ile mümkün olduğunu keşfetmiş bir karakterdi.

Öz kıyım, kitapta, felç eden acılardan son bir acil çıkış olabileceğine dair yanılsamaya karşılık gelen bir eylem olarak betimlenir.

Kısacası, Harry, kendi kahrının kozasında kanatları kurumuş bir kelebek olduğunu sonunda fark etti.

Ve ardından ölümün sessiz ve soğuk uykusuna ulaştı.

Gece, karanlık camlara çökerken bir kurdun zafer ulumaları ruh bozkırının bucaksızlığında yankılandı.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl