Güzel kış sabahında hava sıcak, yerdeki birikmiş kar ayna gibi yansıtıyor güneş ışığını. Çatıların buzu eriyor, damla damla düşüyor karın üstüne. Annem payizden sandığa koyduğu elmalardan birkaçını çıkarmış. Evin kokusuna baskınlığıyla ekşi elma kokusu yayılmış. Elmaların kokusu, renginin yeşili kadar keskin. Tatları akşamı bekleyecek olan keskin elmaların kokusunu evde bırakıp dışarı çıkıyorum. Kış olduğundan hayvanlar içeride, merekten saman getirip alaf karıp veriyorum hayvanlara.

Kar varken güzel ama sıkıcı olur bu köy yeri. Hep köylünün işi zor derler ama inanmam. Elin fabrikasında üç yıl çalıştım zamanında, geldim evime. Üç yıl ele çalışmaktansa kendi zorluğuyla kendime çalışmak iyidir. Hem işim çabuk biter burada. Bittiğinde kahveye giderim. Yazın tarla işleri olduğundan kahve kapanır ama kışın iş yoktur hep açıktır.

Kahve dolu bugün. Köy yeri olduğundan denetim olmaz olursa da komutana bir ellilik rakı açarız sıkıntı sorun olmaz. İçeride içebiliriz sigaramızı.

Köyün saygın büyüklerinden ama eğlenceli olduğundan saygınlığı küçük bir sekteye uğramış Süleyman Emmi yeni gelininin üstüne gülüyor kahvede. Gelin meyve var mı? Diye sormuş. Aldım mutfakta küleğin içinde demiş bizim Süleyman Emmi. Gelin küleğe bakmış, bir kova soğan. Varmış Süleyman Emmi ’ye, baba külekte sadece soğan var demiş. Gül gül öldü Süleyman Emmi burayı anlatırken. İyi ya, soğan meyve değil mi? Gelin de hele bana, diyerek sormuş gelinine.

Böyle fıkra anlatır gibi fakirliğini anlatıp güldü kahveyle. Süleyman Emmi ’ye yeşil elmalardan birini vermek istedim. Ses etmeden çıktım kahveden koştum eve sandığın üstünden elmalardan birini aldım, zaten üç tane çıkarmıştı annem. Vardım kahveye Süleyman Emmi ‘ye verdim. “Gelinine götür ver Emmi” dedim. Süleyman Emmi elmayı ısırdı. Kırça kırç yedi elmayı. Bir ben değil ki bütün kahve gıcık oldu Süleyman Emmi ’ye. Emmi ise halen gülüyordu.

Evde olduğu gibi kahveyi de yeşil elma kokusu sarmıştı. Geline de bir şekilde elmayı vermeliydi. Köy yeri kapıya gidersem herkes yanlış anlardı. Anama atama ayıp olurdu. Sigaraya dışarı çıktım. Elmalardan herhangi biri yenmeden eve gelmek istedim yürüyerek içtim sigaramı. Elmalar aynı yerinde duruyordu çiğinime koydum. Kahveye gittim. Emminin oğlu Okay’ın gelmesini bekledim. O geldi ben çıktım oynaşlı gibi. Onlar köyün girişine yakın otururdu. Karda iz olurdu yol yol gitmek önemliydi. Kapıda köpek olup olmadığını bilmediğimden dikkatli gittim. Köpek yoktu. Kapı kış olduğundan kapalıydı. Önce kapıyı çalmanın yanlış olacağını düşündüm, kaynanası çıkabilirdi ama köy yerinde gelin varken ana kapının önünde değilse kapıyı açmazdı. Çaldım kapıyı gelin çıktı. Kar gibi bembeyaz teni, güzel geniş alnı, minik ağzı, badem gözü, kalem gibi kaşları ve düz siyah saçlarını örtüyle bağlamış olsa bile saçının akları parlıyordu. Çok güzeldi. Uzun boyuna rağmen de çok zayıftı. Güldüm. O çekinmişti, korkmuştu da. Kim olduğumu sordu. Kendimi söyledim. Anası içerden kapıda kim var? Dedi. Kışın mal, tavuk dışarı çıkarılmazdı. Komşunun kızı dedi. Tavuk ahırdan çıkmış onu haberledi içeri alıp geleceğim. Güzelliği kadar da usluydu. İsteğimi sordu. Elmaları çiğinimden çıkardım, birini ona verdim. Benim elimden tuttu eli soğuktu. Kışın ekmek de yazdaki kadar sık pişmediğinden beni dışardaki ocağa götürdü. Her evinki gibi kerpiçtendi biraz daha hürükteydi sadece bizimkinden.

Ne kadar canının çektiğini anlattı meyveyi. Getiririm dedim. Annem payizden sandığa saklar hep. Ayva saklar, elma saklar, erik saklar, eğer çerçi getirmişse vişne alır gömer toprağa. Hiç çürümez bir şey olmaz. Ben getiririm sana ama sık sık getirmem. Getiremem annen anlar Süleyman Emmi anlar. Olmaz laf olur zorda kalırsın, dedim. Ucundaki tahtaya bağlanıp iple duvara asılmış bıçağı aldı, soydu çiğinine soktu. Orda tutma dediğimde utandı ayıp anladı. Utanmasın diye kokar orada elma gibi kokarsın kokusu keskindir, keseye koy onu dedim. Öyle yaptı.

Anası seslenince çıktı dışarı, geliyorum dedi. Beni tembihledi. Ben çıkacağım kimse yoksa kapıya vuracağım biraz eğlen çık peşime, dedi. Çıktı hemen vurdu kapıya.

Biraz eğlenip çıktım yol yol vardım eve. Annem elmaları sordu, ata verdim, dedim. Kızmadı bana. Demek ki daha çok elması vardı sandığında. Ev de halen elma kokuyordu. Bu koku aklımdan çıkarmadı gelini. İsmini sormak hiç aklıma gelmemişti. Gerek yoktu herhalde o anda boş şeyleri sormanın. İsim, evlilik, laf söz hep boş işlerdi. Kaçırsaydım kızı razı olur muydu? Seviyor muydu Okay’ı. Sanmam öyle olmuş olsa çıkmazdı. Aynı köyün içindeydik. Başkasının karısını kendine karı yaptı da derlerdi. Anam da razı olmazdı, babam da. Ama ben de razı olamadım bu işe. Gece Okay’ın koynuna girecekti. Süleyman Emmi ’ye kulluk edip çay dökecekti. Kıskandım.

Kıskançlıkla görmeden bir iki günüm geçti. Tütünüm bitti de ilçeden tütün ısmarladım. Gelmez oldu babamınkini sarıp içtim. Uğradım kahveye Okay’ı gördükçe sinirlendim çıktım. Hak görmedim ay yüzlü güzeli ona. Çok günüm böyle geçti.

Süleyman Emmi eski ağanın çalışanıydı. Arpa, buğda isterken utanmazdı kimseden. Anamdan tahıl isterken. Elmayı sormuş, anam anlamıştı elmaların nereye gittiğini. Tahılı geçtim un bile verip göndermişti Süleyman Emmi ‘yi.

Yeni bir sabah uyandığımda karlar erimiş sadece yer yer kalmıştı. Köyün hayvanı meleşerek nahırdan çöle doğru gidiyordu. Hayvanların içindeki dışarı özlemi dışarı vurmuş bir sağa bir sola hoppanarak gidiyorlardı. Anam iki elma getirdi koydu çiğinime. Ben varım hep dedi. Hissetmişti halinden belli aynı evin, aynı odanın içindeydik yıllardır. Anlaması normaldi. Kahveye gittim önce. Saz gecesi düzenleneceğini öğrendim kahvedekilerden. Her erkek uzun saat gelmeyecekti eve demek ki. Süleyman Emmi ile Okay’a göz attım. Baktım ki oradalar çok kalmadan çıktım. Yol yol geline gittim. Çaldım kapısını elmayı uzattım. Aldı götürdü beni yine ocağa ilk elmayı verdim uzun uzun kokladı hemen yemedi bu sefer pişman olmuş gibiydi geçen sefer hemen yediğine. Bekledim ve izledim onu çok sessizdi içerisi onun nazik nefes sesleri duyuluyordu. İsmini sordum Beyza’ymış öyle dedi. Beyza ne güzel ne hoş isim kıskandım doğrusu. Elmanın bu sefer bütün kabuğunu soydu. Benimkini uzattığımda almak istedi ama almadı. Yakıştırmamış olacak ki almadı. Elmasını bitirmesini bekledim. Beklerken izledim onu küçük parmakları vardı. Elmanın içinden bile daha beyazdı.

Elması bitti tam ayaklandı, oturttum onu ismini zikrettim ilk defa. Beyza dedim, gel benimle gidelim yol yol evime hep elma saklar annem bize payizden. Çocuğumuz olur kız olursa böyle senin gibi bade gözlü, oğlan olursa da senin gibi boylu benim gibi güçlü olur. El ne der diye düşünme elbet unutulur. Hem mutlu olduktan sonra el ne derse desin. Gel gidelim bize hoylunun arkasındaki odaya seki koyarım bir tane mutlu mesut yaşarız. Hadi gel he de artık. Yol yol gidelim.

Eşyasını sordu önemi yok dedim. Şehirde çalıştığımdan param vardı. Aldım yalınayak üstü çıplak Beyza’yı getirdim eve. Babamın imamlığı vardır çocukken iki koyun karşılığı imam öğretmiştir ona. Kıydı nikâhımızı, ne önemliydi sanki, yattık kalktık onunla ne güvercin başı ezdik ne gelinin ayağına kurban kesildi. Dul karı bekar eve geldi o gün. Sadece o da gelmedi. Döğüşüklü olduk Oktay’la biz eli güçlü aileydik, vardı gittiler yollarına. Annem önümüz bahar diye her gün meyve çıkardı. Beyza da dışarda baharın müjdesi kardelenler yeşerene kadar anamın yanından ayrılmadı.

Kardelenler yeşerdi sonra bizim köyümüzde, evimizde, yuvamızda.