Ana Sayfa Manşet Îrfan Amîda: Tekrar ve ezber beni ürkütüyor

Îrfan Amîda: Tekrar ve ezber beni ürkütüyor

Îrfan Amîda: Tekrar ve ezber beni ürkütüyor

Şair, yazar Îrfan Amîda’nın,tekrar ve ezber beni ürkütüyor.” demesinin altında eğitimci kimliğinin etkisi olsa da; “sözü ve sözcükler arasındakini yeniden yaratandır” olarak tarif ettiği “sözün dövücüsü” geleneğinin bir neferi olması yatıyor… Bu kesintisiz süren yaşamında (edebiyatında) Amîda; orta yaş sendromuna bağladığı romancılığını ise, “huysuzluk” haliyle depreşen (doludizgin sevişen) şairanelikten doğurduğu aşikâr.

Îrfan Amîda’nın şiir ve romanlarının “ağır dili” başta Türkçe olmak üzere başka dillere de çevrilmeyi ziyadesiyle hak ediyor kanımca. İyi okumalar diliyorum.

biblohayat@hotmail.com

-Şair, yazar Îrfan Amîda kimdir?

İrfan Amîda kimdir sorusuna hep ürkek cevap vermişimdir açıkçası. Kastının kimlik bilgisi ve öz tarihçe olduğunu varsayarak cevaplamak istiyorum. Mardin’e bağlı Akıncı (Qesra Qelendera) köyünde doğdum. İlkokulu köyde, ortaokulu Kızıltepe’de, liseyi Kızıltepe/Şenyurt’ta okudum. Ardından Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldum. Bir süre kültür sanat faaliyetlerinde bulundum İstanbul MKM’de. Ardından öğretmenliğe başladım. Bir dönem Eğitim-Sen Mardin Şube Başkanlığı yaptım. Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Kültürü Yüksek Lisans Programı’nı bitirdim bu arada. Sendikal faaliyetlerimden dolayı sürgün edildim… tekrar Mardin’e döndüm. Şu an Mardin’de öğretmenlik yapmaya ve yaşamaya devam ediyorum.

-Yazarlık serüvenin nasıl başladı? İlk yazın yayınlandığında neler hissettin?

Lise ve üniversite yıllarımda yazmayı denemeye başladım. Ama herhangi bir yerde yayınlanması için bir girişimim olmadı. Üniversite sonrasında Kürtçe yazmaya başladım ve ilk yazım “Rewşen” dergisinde yayınlandı. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra bir süre yazmaya ara verdim. Ancak çevremde bulunan arkadaşların baskısı ile tekrar yazmaya başladım. Neler hissettiğime gelirsem eğer.. Tuhaf bir duygu olduğunu, çok alışık olunan bir duygu olmadığını söyleyebilirim. Dönüp dönüp tekrar okuduğumu hatırlıyorum. Benim yazdığımı biliyordum ama tuhaf biçimde yabancı bir şeye baktığım hissine de kapıldığımı söyleyebilirim ara ara tabi. Sizden kopan ama geri alınması mümkün olmayan bir şey gibi. Zamanı anımsatıyordu sanki.

-Kitaplarında öne çıkan konular nelerdir? Ne hakkında yazıyorsun?

Tarihsel, zamansal olana yaslanan sosyo-psikolojik, birey-toplum, ben-biz ilişkisi içinde ve bunun üzerinden okuma biçimleri ile ortaya çıkan kimi kavramların belki yeniden tekrar okumalar ya da ayrışanlar…. toplumsal gerçeklik ve politik sürece dair, onun ürettiği sonuçlar diyebilirim. Ayrıca, zaman, mekân, iktidar ve insana dair kimi kavramlar etrafında tavaf dersem doğruya çok uzak olmaz sanki.

-Yazma uğraşı senin için nasıl başlayıp nasıl bitiyor?

Eğer kastettiğin bir yazıya, bir esere nasıl başlayıp nasıl bitirdiğim ise, biraz sorunlu diyebilirim. Aslında bir öncekinin bitişi ile başlıyor. Önce canı cehenneme yazmanın diyorum. Zihnimi özgürleştirmeye çalışıyorum öncekini unutmaya hatta bir daha yazmamaya inandırmaya çalışıyorum. Bir lanetten kurtulmaya benziyor ben uzaklaştıkça. Bir süre dilimin ucuna gelen her sözcüğü yutkunmaya çalışıyorum. Cümleleşmesin istiyorum. Sonra garip bir biçimde not almaya başlıyorum cümleleşen sözcükleri, imgeleşenleri. Sonra fark ediyorum ki aslında kurgusu olana dairdir bu cümleler. Bir enerjiye dönüşmeye başlıyor sonra. Bu sefer kaçırmamaya çalışıyorum gelenleri. Çantamda kâğıtlar biriktirmeye başlıyorum. Sonra yazma süreci başlıyor o yaratı sürecinden sonra. Yazdığım her beğendiğim cümle bana müthiş haz veriyor, yorgun argın bitirene kadar. Bittiğinde sanırım belli belirsiz küfürle karışık şeyler dökülüyor ağzımdan. Sonra dostlarım okuyor. Editörüm okuyor. Yayınevi sonraki okumalar için her gönderdiğinde geriliyorum, görmek istemiyorum. Yine o yazmama ve lanetten kurtulma fikri kalıyor. Son romanım hariç yayınlanan kitaplarımı okuyamıyordum baştan sona kadar mesela.

Yazdıklarının okurla buluşma sürecini anlatabilir misin? Ayrıca kitaplarınla ilgili okurlardan nasıl tepkiler alıyorsun?

Yani kitap basılıp dağıtılıyor. Sonrası okurun erişip erişememesi ile ilgili. Standart bir iş sanki. Benim dışımda. Eskiden söyleşiler falan olurdu yeterince. Ama son dönemlerde az tabi. Bu biraz sıkıntılı bir şey erişim için. Dağıtım, okurların erişimi ile ilgili şeyler benim dışımda gelişiyor ama. Onu çok bilmiyorum. Okurlardan nasıl tepkiler aldığıma gelince… Birbirinden çok farklı tepkiler aldığımı söyleyebilirim. En çok gelen tepki dilimin ağır olduğuna dair tepki, çok az anlaşılır olduğuna dair tepkiler alıyorum. Bunu da çok haklı buluyorum tabi ki. Eğitim dili olması yasaklanan, yaşamın dışına zorla itilmeye, tedavülden kaldırılmaya çalışılan dilde biraz da edebiyat kaygısına yaslanan bir dil oldukça ağır olabilir. Bunun yanında çok olumlu tepkiler aldığımı da söyleyebilirim. Güçlü okurlarım var diyebilirim. Hatta önümü açan… İyi birer Kürt edebiyatı okurudurlar ayrıca.

-“Edebiyat” ve “yazar” kavramlarını nasıl tanımlıyorsun?

Sanırım bu kadar geniş kavramları anlatabilmek için bazen basit yollar denemek gerek. Belki en basit tanımına sığınmak gerek. Çok fazla teorik ve kavramın kendisine yaslayan bir açıklamadan uzak durmak gerekiyor gibi düşünüyorum. Bu söyleşi için en azından. Bu yüzden edebiyat kavramını anlatı sanatlarından biri olarak tanımlamak yetiyor benim için. Dil ile anlatı. Ama salt dile, sözcüğe yaslanan bir anlatı değil. Çünkü dil tek başına bir anlatı aracı değildir. Salt dile yaslanan anlatı sanat değildir. Ya da daha doğru haliyle sözcüğe yaslanan. Sözcüğün dövücüsüdür anlatıcı. Yeniden döver. Demirin dövücüsü demiri nasıl demir olmaktan çıkarıyorsa, tarihsel olana, demirden ayrılan sosyolojik, ekonomik, kültürel olana dair yeniye çeviriyorsa, sözün/sözcüğün dövücüsü de sözcüğü yeni olana çevirir. Bu dil/sözcük ile olan anlatıya edebiyat denir sanırım. Bu sözcüğü dövmek, yeniden dövmek duyularıyla, duyularının gücü ile ilgilidir insanın. Salt işlevleri olan duyular insanı konuşan yapar. Farklı işlevleri olunca anlatıcı yapar. Edebiyat da anlatıcının anlattığıdır galiba. Yazar da bu anlatıcıdır. Yani sözün dövücüsü. Yani sözü ve sözcükler arasındakini yeniden yaratandır. Gerisi not almaktır. Kayıt tutmak. Belki de bundan sebep önce kayıt tutmak/not almakla başlayan eksik yazar. Duyuların salt işlevlerine sığınmak onlara yaslanmak zorunda kalır/sonucunu yaşar.

-Seni ve yazarlık dünyanı etkileyen kişi ya da çevreler üzerine neler söylemek istersin?

Çok samimi bir cevap vereyim istiyorum. Belki çoğu yazan için böyledir. Belki söyleyeceğim şey en çok bilinen şeydir ama söylemek istiyorum. Her şeyden önce ve her şeyden daha doğru beni yazmaya iten benim. Benim anlatma isteğim. Görme biçimim. Duyma biçimim ve diğerleri… konuşurdum çokça ara sıra da yazardım. Belki yazmak biraz daha arttı öyle yazmam görülmüş oldu. Öncelikle gerçek bu. Ama bunun dışında, çevremde birçok dostum arkadaşım beni yazmaya itti. Okuduğum birçok yazar şair beni etkiledi. Hala etkiler okuduklarım. Konuşanlar, susanlar, bakanlar, görenler, görmeyenler falan da etkiler. Beraber yaşadıklarım ya da hikâyesine dokunduklarım, hikâyeme dokunanlar.

-Kürtçe yazılmış şiir kitaplarından sonra romanlar yazmaya başladın… Şiirden romana doğru bu geçişi nasıl okumalıyız?

Bilmiyorum açıkçası. Sonuçta anlatıyorum. Öyle ya da böyle. Ama şiir yazınca da öykü ve roman vardı aslında. Minimal öyküler yayınlandı bir kaç tane. Roman kurgusu da tamamdı. Notları da. Ama şiir ile anlatıyordum. Sonra biraz uzak durunca şiire ya da uzaklaşınca, elimin altında, yanı başımda anlatmam gerekenlerin var olduğunu hatırladım. Anlatmaya başladım. Romanlar böyle çıktı. Belki esas olarak şiirden niye uzaklaştığımı söylemeliyim (ki ara ara yakınlaştığım anlar da oldu, oluyor). Dört şiir kitabından sonra, şiir yazarken, notlar alırken kendime çok benzediğimi görünce ürktüm. Şiir okurunun bu benzerliği çokça fark edecek diye ürktüm. Tekrar ve ezber beni ürkütüyor. Öğretmen olarak sınıftan başka sınıfa giderken aynı konuda aynı örnekleri verdiğimi fark edince bile ürküyorum. Bazen bir örneği hızlıca bütün sınıflara söyleyip başka örnekler üretmem gerektiğini düşünüyorum. Sanki anlatacak başka şeyim kalmadığını düşünüp bundan da korkuyorum. Şiirden uzaklaşmamın sebebi de bu. Tekrara düşüyordum. Not aldığım imge, gördüğüm metafor, form sanki daha önce defalarca bulduğum anlattığım şeymiş gibi gelince ısrardan vazgeçtim. Bu uzaklaştırdı birbirimizden bizi. Belki de bu yüzden daha rahat yeni anlatı formuna döndüm. Roman yazdım. Daha doğrusu zaman ayırdım. Yeniden sözü dövebilirsem şiire dair, şiir de olacak hayatımda. Okur olarak var ama. Belki de orta yaş sendromudur daha uslu, daha ağırbaşlı bir anlatı aracı olan romana yönelmek benim için. Huysuzluk biraz depreşirse şiire döner her şair. Belki ben de huysuzlaşırım.

-Aydın insanlardan çok siyasetçi devşiren bir coğrafyada yaşıyor olmanın nasıl bir getirisi/götürüsü oldu senin için? Bu minvalde toplumun sanata (özelde şair ve yazarlara) yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsun?

Bu coğrafya bu topraklar siyasetçi devşirmeli zaten en çok. Yazardan sanatçıdan siyasetçi devşirmeli, köylüden emekçiden siyasetçi devşirmeli. Gençten çocuktan siyasetçi devşirmeli. Sokaktan, tarladan, çarşıdan, oradan buradan siyaset devşirmeli. Başka bir şey beklenmemeli. Ancak sanki devşirmiyor da yutuyor, yutamayınca kusuyor. Öğütüyor, öğütemeyince gömüyor. Sorunlu olan bu. Öfkeleniyor. Öfkelenince kendi sanatçısını kendi aydınını kendi atıyor. Bu da yazarı şairiyle sorunlu bir ilişkiye yol açıyor. Tam da siyasetin takılma riski olan yerde takılı kalıyor. İktidara kurban gidiyor. Hatta siyasetin kendisi de.

-Çok dilli bir yazar olarak; bu zenginliğin yazdıklarına (edebiyatına) nasıl bir etkisi oldu?

Çok dillilik elbette her yazara olumlu şeyler katar. Dillerin olanaklarından beslenmek duyularını çokça geliştirir. Yeni görme, duyma, anlatı olanakları sunar. Okuma yelpazenizi genişletir, doğrudan duyma görme hissetme yelpazenizi genişletir. Repertuarınız zenginleşir. Bu da anlatıya çok büyük güç katar. Tabir caiz ise manevra kabiliyetinizi arttırır. Ancak bir gerçeğin altını çizmeliyiz. Bu ülkede çok kolayca az önce söylediklerimizden bahsedilemez. Anadilinizin yasaklı olması. Onun olanaklarından faydalanamamak sizin dil ile sözcük ile ilişkinize darbe vurur. Her iki dil ile yara bere içinde kalan bir ilişkiniz olur. O yara berelerin kabuklarıyla yazmak zorunda kalırsınız bazen. Bazen o kabukları kaldırıp kan revan içinde yazarsınız. Bir dili konuşmak yüzünden, bir dili konuşamamak yüzünden parmak uçlarınıza inen demir cetvelin yarattığı sızıyı hangi dilde anlatacağınıza karar veremeyip sözcük sözcük kanayabilirsiniz de her dile.

-Türkçeden Kürtçeye çeviriler yapmış ve Türk(çe) edebiyatı yakinen bilen/izleyen; yeri geldiğinde de Türkçe metinler yazmış biri olarak, bu iki dildeki edebiyatın birbirinden ayrı serencamıyla ilgili tespitlerinle birlikte bu iki çevrenin “edebi ilişki halini” nasıl görüyorsun?

Evet, ara ara Türkçe yazdığım oluyor, okuyorum da elbet. Seviyorum da Türkçe edebiyatı okumayı. Türkçe ile bir problemim yok. Hiçbir dille olmadığı gibi. Ancak bu dil ile aramda bir problem olmadığı anlamına gelmiyor ki bunu çok dillilikle ilgili sorunda az biraz açmıştım. Açık söylemek gerekirse (ki çokça gerekiyor) Kürtlerin çoğunun hem Türkçe hem Kürtçe ile problemi var ve bunun kaynağına dair tek adres var. Bildiğiniz tek dili konuşmanızın yasaklandığı ve bunu yaptığınızda cezalandırılmanız ayrıca bilmediğiniz dili konuşamadığınız için de cezalandırılmanız. Bu ikisi birebir aynı şey de değil üstelik. Çok koyu benzerliğe rağmen aynı şey değil. Birbirlerinden ayrı ve buna rağmen birbirlerini tümleyen reaksiyonel ve travmatik sonuçlar doğurdu/doğuruyor bu durum. Bende de. Bunun dışında ve buna rağmen bir değerlendirme yapmak gerekiyor yine de. Tarihin kendi parametreleri vardır ve tarihsel olan ilişkiler kendisine dair olanı, kendi parametreleri doğrultusunda üretir şekillendirir çoğunlukla. Bu bağlamda bini aşan yıllardır birlikte yaşayan halkların; üstelik kendileri dışında ortak kültürün de aidiyetini hisseden ve yaşayan halkların yakınlaşması, kültürel etkileşimin artmasını beklemek gerekir. Benzerliklerin çoğalması kadar farklılıkların da birbirlerinin önünü açması gerekir diye düşünüyorum. Tabi bunu normal tarihsel gelişim ve ilişkiler için söyleyebilirim belki. Ancak, belki yine de tarihsel olana yaslar kendini bir yerlerden ama tarihsel olana yapılan ideolojik müdahale ile tarihsel olandan koparılarak yaratılan tekçi ulusçu ideolojik siyasal yapı başka bir durum çıkardı ortaya. Edebiyat alanının da buna çok uzak olmasını dilerdim elbette. Ancak gelinen aşamada çok benziyor. Ve ne yazık ki edebiyat dışı olana yaslıyor kendisini. Ancak edebiyat dışı olanla açıklanabilir bir ilişki var iki edebiyat arasında. Sokakta neler oluyor ile beraber yaşadıklarımız neler yazıyor soruları aynı sorulardır, aynı duyarlılık ya da aynı duyarsızlık… aynı körlük ya da aynı görme gücü. Tarihsel ve yaşama dair olan ile ideolojik olanın tercihidir sonuçta ortaya çıkan. Buna rağmen kimi çeviriler ve refleksler edebiyat dışı olanı edebiyatın içine çekme gayreti olarak okunabilir. Böyle bir gayreti görüyor ve önemsiyorum. Edebiyat ile ilgili edebiyat dışı olanları da önemsiyorum elbet. Edebiyatı görünür kılma, edebiyat üzerinden görünür kılma çabalarını… belki ülke atmosferi, ki bu da ne yazık ki edebiyat dışıdır, buna izin verdikçe çok daha sıkı ve edebiyata yaraşır bir ilişki gelişecektir.

Yazdıklarının hayat karşısındaki yerini nasıl görüyorsun? Eserlerinin ayaklarının üstünde yürüdüklerini düşünüyor musun?

Bunu da bilmiyorum açıkçası. Yazdıklarım sayesinde ben daha rahat kendi ayaklarımın üstünde yürüyor muyum? Belki önce buna bakmam gerekiyor bunu cevaplamam gerekiyor. Ama bunu düşündüğümde de ürkütücü bir fotoğraf çıkıyor. Yazdıklarınız sizi güçlendirir mi zayıflatır mı bilemiyorum. Ama bir şeyi ya biliyorum ya da böyle olsun istiyorum. Yazdıklarım bana ihtiyaç duymuyor. Bundan kendi ayakları üzerinde duruyorlar, kendi kendilerine yürüyorlar sonucu çıkar mı bilmiyorum. Belki bunu en çok okurlar görüyor/görebilir. Onlarla orada burada bir yerlerde karşılaşanlar.

-Şair, yazar olmanın yanında eğitimci bir kimliğin var… Öğrencilere dönük nasıl bir “sanat eğitimi” olmalıdır?

Evet, uzun yıllara dayanan bir eğitimciliğim var. Birçok kademede. Bildiğim tek bir şey varsa en az öğretilen şeyin okuma yazma olduğudur. Ve ne yazık ki geri kalan bütün şeyler de bundan sonra başlıyor. İyi bir okuma yazma eğitimi, öğrencilerin okuma ve yazma ile ilişkilenmelerini geliştirecektir. Duyularını geliştirecektir. Çok indirgemeci bir ilişki var sanatla edebiyatla hatta sporla. Komik bir çözüm gibi geliyor bana mesela okuma saatleri. Artık öyle inanıyorum ki okul dışı kuruluşlarla, sanat edebiyat ve spor kuruluşları ile ilişkilendirmeli öğrencileri. Oradan çok daha iyi bir sonuç çıkar gibi geliyor bana. Okul dışı kuruluşları okulların paydaşı haline getirmeli bu konuda.

-Dünyayı kasıp kavuran pandemi sürecini bir şair ve yazar olarak nasıl okuyorsun? Bu zorlu dönemden payına ne/ler düştü?

Bu konu çok dramatik bir konu değil benim için ne yazık ki. Bu yüzden hiç dramatize etmedim. Hayatıma çok büyük engeller getirmedi. Küçük engeller gerçeği dışında bir anlamı olmadı. Büyük hikâyeyi örten bir hikâye gibi sunulmasını çokça anlamlandıramadım bu yüzden. Dünyada ve ülkemizde politik durum, demokratik hayat, insan hakları, ekonomik durum, edebiyata sanata dair olan, edebiyatçı sanatçı, aydına dair olanlar çok daha travmatik ve pandemik bir sonuç değil mi ki? Evet, çok kötü bir hastalık, çok kötü bir virüs ama sanki manipülatif bir hikâye gibi görüldü. Çok iyi bir örtü oldu. İsteyen istediği gerçeği örttü sanki onunla.

-Gelecekle ilgili planların nelerdir?

Bir şeyler yazmaya devam edeceğim galiba. Yeni şeyler… Sanırım son roman sonrasındaki korku yerini notlara bıraktı. Olursa bu notlar yazıya dönecek. Gerisini çok kestiremiyorum. Rutin dışında okuma yazma dışında neler olacak, olmalı mı bilmiyorum…

-Son olarak neler söylemek istersin? Teşekkürler mamoste Îrfan.

Seninle söyleşmek güzeldi. Sanki edebiyata dair daha genişçe, yanlış anlamalardan yeterince nasibini alan bir sohbet olsa diyorum.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl