Ana Sayfa Manşet İZMİR’İN BİR GETTO ROMANI: BİBER ÇOK ACIYMIŞ

İZMİR’İN BİR GETTO ROMANI: BİBER ÇOK ACIYMIŞ

İZMİR’İN BİR GETTO ROMANI: BİBER ÇOK ACIYMIŞ

18 Kasım 2021 tarihinde, burada “Bir İzmir Edebiyatı Var Mı?” adında bir yazı yazmıştım. Alt metnin özetinde, temel iddiam şuydu; İzmir, kendi edebiyatının evi olamamış. Nedeni de, şehri bir karakter olarak değil, bir fon olarak kullandığını dile getirmiştim. Bu iddiamı, sarsıcı bir dille yıkan bir roman okudum; Biber Çok Acıymış. Yazarı, Kutlu Işık Kanberoğlu. Tuhaf ve şaşırtıcı bir ilk roman. Roman; savrulan hayatları, vahşi bir dille, estetik bir anlatıda bir araya getirerek, olağanüstü bir çaba olarak kendini gösteren, bir getto anlatısı. Gettonun, Kadifekale’nin özelinde, İzmir’in bir karakter olarak kendini göstermesi. Yazar, şehre bir karakter olarak bakıyor. İddia ediyorum, ‘Bir İzmir Edebiyatı’ olacaksa, bu kitap bir milat olarak kayıtlara geçecek. Güçlü, sarsıcı dahası acımasız bir dili var bu romanın.

 

EK dergi için, yazarı Kutlu Işık Kanberoğlu’yla bir söyleşi yaptık.

 

“KAHRAMANLARIM HAYATIN TOKADINI YEDİKÇE, BULUNDUKLARI ORTAMA DAHA GERÇEKÇİ BİR BAKIŞ AÇISIYLA YAKLAŞIR.”

 

Bu kitabı yazma fikri, ilk olarak nereden başladı? Bu noktadan başlayalım istiyorum.

 

Hayatım boyunca şiddetten rahatsız oldum, nereye gittiysem karşıma çıktı. Giderek yozlaşan, ikili ilişkilerde bile, her anlaşmazlığın çözümünü şiddette arayan bir topluma dönüştüğümüzü çaresizlik içinde izledikçe kelimeler kâğıda dökülmeye başladı.

 

Kitabınızda dikkatimi çeken bir referansınız var. O da, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabı. O kitap, romanınızın merkezinde duruyor. Sözünü ettiğim kitap, romanınızın karakterleri özelinde de ‘net ve açık’ bir karşılık buluyor. Savaş Sanatı kitabını bir form olarak alıp, Kadifekale’nin sert dünyasına nasıl yaklaştırdınız?  

 

Yirmili yaşlarımda Savaş Sanatı’nı ilk okuduğumda, içeriğinin günümüzde pek de geçerli olmayan savaş stratejilerine dayandığını düşünüp, tamamını okumadan rafa kaldırmıştım. Yıllar sonra ikinci okumamda içeriğin sadece Kadifekale’ye değil, her topluluğa, ikili ilişkilere bile uygulanabileceğini gördüm. Sorunuza dönecek olursam, öncelikle “Kadifekale’nin sert dünyası” ifadesinin altını çizmek gerekiyor. Hikâyenin geçtiği dönemin Kadifekale semti, kaderine terk edilmiş, suçun ve suçlunun yaygın olduğu, İzmirlilerin girmeye çekindiği bir bölgeydi. Daha çocuk yaşta suç dünyasının içine çekilen, getto kültürüyle yetişen gençler öncelikle hayatta kalma ve tehlike anında karşı tarafa acımama sanatını, başka bir ifadeyle, hayatla savaş sanatını erken yaşlarda öğreniyordu. Savaş Sanatı’nı hikâyeye uyarlama fikri, burada devreye girdi. Biraz önce anlattığım getto kültüründe yetişen, en basit anlaşmazlığı bile kolayca çatışmaya dönüştürebilen, sevgiye ve ilişkilerine sadece kendisini düşünerek yaklaşan bir gencin romantik bir ilişkide bile Savaş Sanatı’ndan taktik alması hem karakter derinliğinin okuyucuya verilmesi, hem de hikâyeye biraz renk katmak amacıyla kullandım.

 

Karakter derinliği ve Savaş Sanatı?

 

Psikolojide kullanılan projektif testleri bir düşünün, herkese aynı resim gösterilir ve neyi çağrıştırdığı sorulur. Verilen yanıta göre, kişilik değerlendirmesi yapılır. Benzer bir şekilde, eğer öğretmen sınıfa Suç ve Ceza’yı okuma ödevi verip, sonra Raskolnikov hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorarsa, “masumdu” yorumundan başlayıp, “ipte sallandıracaksın” yorumuna kadar geniş bir yelpazede yanıtlar alacaktır. Verilen her yanıt, o kişi hakkında bize bilgi verir. Romandaki karakterin, arkadaşlarının uyarılarına rağmen sevgi nesnesine savaş taktikleriyle yaklaşması, hem onun hakkında, hem de arkadaşları hakkında bir fikir veriyor.

 

Okuyucunun, romanınızı okurken dikkat etmesi adına şunu sormalıyım. Öksüzlüğe veya yetim kalmaya, can acıtıcı şekilde yaklaşıyorsunuz. Kahramanlarınızı; şehrin çeperinden, o şehrin kargaşasına gönderiyorsunuz/bırakıyorsunuz. Burada, kahramanlarınızı koruma duygusundan daha ziyade korunaksız alanlarda da onları güçlü kılmak olarak okuyorum. En azından; Kenan ve Adnan özelinde bu çok belirgin. Fidan ayrı. Aklıma Leon Troçki’nin, Sergei Yesenin için yazdığı şu cümle geldi; “Kent onu güçlendirmedi, sarstı ve yaraladı.” Yaralanan karakterlerinizi, şehrin acımasızlığından da korumaya çalışıyorsunuz. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Bu noktada, Troçki’ye katılmıyorum. Ruhsal hastalıkları saymazsak, kendimi daha çok Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar” görüşüne yakın buluyorum. Nitekim Sergei Yesenin’in intiharını, Sylvia Plath, Vincent Van Gogh ve -özellikle beni en çok sarsan-David Foster Wallace gibi birçok sıra dışı sanatçının kendi elleriyle ölümü tercih etmelerini ruhsal hastalığa bağlıyorum. Romanımda Kadifekale’ye dışarıdan gelen tek karakter olan Berfin’e odaklanırsak, uyum sürecinde tökezlediğini, sonra da oyunu kurallarına göre oynamayı öğrendiğini görüyoruz. Zaten o kargaşanın içinde yetişen karakterleri ele alırsak, çok da yalnız değiller, kiminin bencillikten, kiminin güvensizlikten, yapıcı eleştiri ve önerilere kapalılar. En çok desteğe ihtiyaç duyduklarında yardım istemek yerine, havadan sudan konuşmayı tercih ediyorlar. Bir şekilde kalabalık içinde yalnızlık diyebiliriz. Burada sözü edilen bencillik ve güvensizliği mümkün olduğunca yetişme tarzları, aile yapısı ve ortamın sertliğiyle anlatmaya çalıştım.

 

“KÖTÜLÜĞÜN, TÜM CANLILAR ARASINDA YALNIZ İNSANA ÖZGÜ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM.”

 

Kitabınızı okuduğumda, ana karakterlerin yanında; Berfin ve EsRIIIIIIIII-79 adında bir sokak köpeği var. Biri genç karakter, diğeri sokak köpeği. Tam da burada, masumiyeti bir enstrüman olarak değil, romanınızın doğasını yansıtan ‘alan açmak’ olarak kullandığınızı düşünüyorum. Hatta kitabınızın 30. sayfasında, “Eşrefpaşa’nın bütün sokaklarını en ince ayrıntısına kadar biliyordu.” cümlesini yazıyorsunuz. Şuraya gelmek istiyorum, kitabınızda iki kavram var; ‘Masumiyet’ ve ‘Acımasızlık’. Bu iki kavramın iç içe geçtiği Türk edebiyatında nadir romanlarından biri olduğunu düşünüyorum. Az önce söylediğim iki kavram noktasında düşüncelerinizi merak ediyorum.

 

Romanımın hemen başında Natsume Söseki’den yapılan alıntıyı dikkate alırsak, her insanın doğasında masumiyet ve acımasızlığın bulunduğunu, bunların koşularla birlikte şekillendiğini düşünüyorum. İster Tokyo olsun, ister Kadifekale; kimse saf melek, kimse saf şeytan değil. Berfin ve EsRIIIIIIIII-79 da buna dahil. Biri kendisine hiç güvenmeyen, kararsızlıkla boğuşan, diğeri kendisine fazla güvenen, dürtüleriyle karar veren iki zıt karakter. Kahramanlarım hayatın tokadını yedikçe, bulundukları ortama daha gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşır.

 

Kötülüğü, nasıl tanımlarsınız?

 

Kötülüğün, tüm canlılar arasında yalnız insana özgü olduğunu düşünüyorum. Net bir tanım veremeyeceksem de istisnasız her insanda barındığını düşünüyorum. Kimisi koşullar oluştuğunda başvurur, kimisi farkına varmadan mezara kadar saklar. Kimisiyse haz amaçlı kullanır. Bunlardan korkacaksın.

 

Romanınızda, bir dönemin, acımasız ve vahşi şiddetinin edebi dilini anlatıyor. Bunu da estetik forma dönüştüren görsel bir formu ve dil düzeyinde anlatıyorsunuz. Romanınızı okurken açıkça şu duyguya kapıldım; kurduğunuz o girdabın dünyasını, sanki intihar etmemek için yazmışsınız gibi bir endişe kapıldım. Çünkü zor ve sert bir roman bu. Köşeleri ve hatları net çizilmiş. Buradan devam edelim.

 

Kısmen haklısınız. İntiharı hiç düşünmediysem de, yozlaşma karşısında giderek artan öfkemi kâğıda dökerek, bir yerde ruh sağlığımı korumaya çalıştığımı düşünüyorum. Sert ve acımasız bir dünyayı kâğıt üzerinde yansıtmanın en doğru yolunun gerçeklikten kopmadan, sert ve acımasız olmak olduğunu düşünüyorum.

 

Biber Çok Acıymış romanınız, çok iddialı bir giriş. Edebiyat özelinde, yeni iddianız/iddialarınız üzerine son olarak neler söylemek istersiniz?

 

Her şeyden önce kendimi yazar olarak tanımlamıyorum. Önceliğim mesleğim olan hekimlik. Konu edebiyat olunca, tüketici yanım ağır basıyor. Benden çok daha iyi yazarların olduğunun farkındayım, onları tüketmek, üretmekten daha kolay ve keyifli geliyor. Hayatım boyunca geleceğe yönelik iddialı konuşmaktan kaçındım, sanırım şimdi de öyle yapıyorum.

 

* Biber Çok Acıymış, Kutlu Işık Kanberoğlu, Meşe Kitaplığı, 2022, 312 s.

 

 

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl