Ana Sayfa Kritik Kare’nin Sessizliği: Metin Özgör’ün Kavramsal Sınırlar’ı Üstüne

Kare’nin Sessizliği: Metin Özgör’ün Kavramsal Sınırlar’ı Üstüne

Kare’nin Sessizliği: Metin Özgör’ün Kavramsal Sınırlar’ı Üstüne

Soyut resmin büyüsü, her ne kadar kendinden menkul varoluşunun ötesinde bir talebi olmasa da tersi yönde, hakkında sınırsız söz üretme imkanını da beraberinde getirdiği söylenebilir. Soyut resmin bir nevi sonsuzluk üzerine inşa edilmişliğinden kaynaklı bir durumdur bu. Hatta hiç’lik üzerine inşa edildiği bile iddia edilebilir (bkz. Heidegger). Hiçlik asla tüketilemeyecek bir mefhumsa eğer, o zaman bu yaklaşım üzerine de tüketilemeyecek bir külliyatın oluşması doğası gereğidir.

Kandinsky’den Maleviç’e, Rothko’dan Mondrian’a, Pollock’tan Minimalistler’e ve günümüze kadar uzanan söylemsel ve plastik yaklaşımların neredeyse tamamının buluştuğu kavşak noktalarını anımsadığımızda; sonsuz değişmeyeni keşfetme veya gösterme serüveni olduğu görülebilir. Öze, tine, atoma, mutlak’a, saf olana, temel elementlere(renklere ya da), varoluş noktasına, zamansız ve mekansız olana; eskimeyen, aşınmayan, değişmeyen, içkin veya aşkın olana ya da sonsuz var olan’ın kalbine doğru yayılan bir plato olarak da okunabilir. Somut olarak algılanmayanları resmetme, doğanın ve toplumsal olanın geçiciliğine, kırılganlığına boyun eğmeyecek bir forma ulaşma ya da temsile dayalı bir formdan uzaklaşma uğraşı olarak şekillenmektedir nihayetinde Soyut Sanat. İfade biçimlerinin sınırsızlığı da bu durumun bütünlüğüne dair ayrı bir kanıt sunar. Tamamen insan zihninin ve duygusallığının sınırsızlığına içkin olan en insani sanatsal üretim biçimidir bir yerde. Soyut resimde gördüğümüzü ne doğada ne toplumda göremeyeceğiz. Göreceklerimiz ancak çizgi ve renk katmanlarının sembolizminde mümkün hale gelir. Vülger anlamıyla söylersek; biçim içeriği işaret ederken, içerik de biçimi işaret eder bu sanatsal yaklaşımda.

Evrenin veya doğanın kaotik, belirsiz haline düzen verme girişimlerinden biri olarak sanatın felsefe ve bilimin yanında otonom bir şekilde yer aldığını düşünürsek soyut geometri bu belirsizlik haline radikal bir müdahale olarak da görülebilir.

Metin Özgör’ün plastik yaklaşımı tam da bu noktada, başka bir duyum gözüyle düşünmeye itiyor bizleri. Belirsizliğe karşı oluşturulmaya çalışılan düzene karşı sanki fenomenolojik bir kama sokuyor. Kavramsal olanla duyumsal olanı metafizik bir düzlemde karşı karşıya getiriyor. Felsefi alanı deneyimsel alanla sınır durumlar üzerinden ölçülendirmeye çalışıyor Özgör. Kavramsal sınır nerde başlar ve yaşamsal sınırlar ile ne kadar örtüşür veya kavramsal olan, yaşamsal (veya varlık) olanı nerde sınırlar? Bunun geometrisi nasıl hesaplanır ya da? Sınırların kavramsal mevcudiyetinin sınırın fenomenolojik varlığında gizlendiğini iddia ediyor bir yerde sanatçı. Fenomenolojik olanın, sınırlı ve geçici olduğunu hesap ettiğimizde metafizik bir varlık olan kavramın sınırsızlığı karşısında gücü ne kadar olabilir? Ulus-Devletlerin özellikleri sınıflandırılmış, tanımlı territoryal sınırları karşısında kültürel sınırların çakışma ihtimali nedir mesela? Kavramın katı hatlar çizmesi ve satıhta belirsizliğe yer vermeyen yapısı yaşamsal sınırlar tarafından aşılabilse bile kavramın esnemesi nasıl bir zamansallığa işaret eder?

Özgör, ritim ve simetrinin katı kanunlarına dayanarak sert bir şekilde meydana getirdiği geometrik üslupla, kimi zaman yan yana bir sıra düzende kimi zaman iç içe oluşturmuş olduğu kareleri ile kavramsal bir hukukun geçirimsiz düzenini göstermeye çalışıyor böylece. Duyularla algıladığımız dışımızdaki dünyayı kontrol altına alma ve kaosu saf bir düzene çekme gayreti içinde kendini tekrar ede ede sonsuz ve değiştirilemez bir uzayın varlığını görünür kılıyor. Kesin ve net sınırılar içinde belirgin ve doygun geometrik kümeler. Soyut sanatçı her ne kadar metafizik bir algı veya içsel, duygusal bir yönelime sarılsa da dışımızdaki duyusal/yaşamsal dünya baki kalmaya devam edecektir. Dış dünya bir gerçeklik olarak bütün varlığını bize dayatacaktır.

Deleuze göre soyut sanat, duyumun saf bir zihinsel varlık olarak, nesneden duyumunu almadan ama nesnenin kavramından duyum alabildiğini, onu incelttiğini ve maddeden kurtardığını iddia eder. Yani gerçek dış dünyanın imgeleri ile direk ilgilenmemeli soyut sanat. Ancak onun kavramsal duyumundan yola çıkabileceğini söyler. Kandinsky’e başvurarak söylersek eğer, mesela yatay çizgi (soğuk diyor buna) insanın üzerinde olduğu zemindi veya yerdi. Bunun karşısına da dikey çizgi (buna da sıcak) var olursa yatay çizginin anlam kazanabileceğini ve dünyasallığın (ya da yaşamın) bu suretle anlam kazanacağını ifade eder. Eğer bu çizgilerin sayısı artarsa ve uzayda bir yerde keşisirse işte o zaman kare’ye ulaşmış oluruz ki bu da en temel yüzey biçimi olarak doğada varolmayan bir form olarak vücut bulacaktır. Soğuk ve sıcak kesin bir dengede bir araya (kare) gelir ki bu da Kandinsky için ölümün sembolüdür.

Metin Özgür, hem duygusal hem de algısal bir varlık olan insanın kendisiyle ve dışındaki dünyayla ilişkisinde bütün bu sembolizasyonun ne anlama gelebileceğini kritik ediyor. Yukarıda bahsedilen territoryal sınırılar gibi insanın bitmez tükenmez bir uzamda sınırsız derecede sınırlar belirlediğini işaret etmeye çalışıyor. Rasyonel ve moral değerlere sahip, kendinin farkında bir varlık (Desein) olarak insanın kaosa karşı düzen (ölüme karşı yaşam, yataya karşı dikey g.) getirme uğraşının yeni kaoslara sebep olduğunu göstermektedir. Ekolojik sınırlarımızdan tutalım da kişisel, ilişkisel, kültürel, yerlilik/yabacılık, sınıfsal, ırksal, yönsel (Kuzey/Güney, Doğu/Batı) sürekli inşa ettiğimiz sınırların saf olan, mutlak olanı arama girişimleri; ilerleme, aydınlanma ve nano teknolojik devrimlerle ilerleyen şimdiki zamanın acil dertleri dahil, kavramsal olanın deneyimsel sınırları kaldırmakta yetersiz kaldığını ifade ettiği de söylenebilir. Kavramsal olan belirsizliği gidermiyor, dünyanın ve kendinin farkında olan varlık olarak insan kaygılanmaya devam ederek deneyimin sınırlarına hapsolmakla kalıyor.

Böylece, sessiz ve nesnesiz kareler Deleuze’ün deyimiyle doğadan direk gelmeyen duyumsamanın forma dönüşmüş hali, saf tipik bir biçim olarak satıha yayılıyor. Kimi resim veya rölyeflerinde yine soyut mantığa göre doğanın sembolik temsili olan dairesel betimlemeler gözükse de Kare, doğaya yabancı metafizik bir dünyanın imgesi olarak kendi sınırlarını bütün yetkinliği ile koyulaştırıyor ve böylece kavramsal olan, deneyimsel olana büyük hakimiyet kurabiliyor.

Kavramın yaşamla ilişkisinde geometrik soyutlamanın kudretine baş vuran Metin Özgür’ün Kavramsal Sınırlar adlı sergisi bize kavram, sınır ve yaşam hakkında çapraz bir okumanın bereketiyle geliyor.

Sergi 18 Kasım’a kadar Balaban Sanat Galerisi’nde görülebilir…

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl