Ana Sayfa Litera KENDİ MÜREKKEBİNDEN DOĞAN BİR ŞAİR: FARİS KUSEYRİ

KENDİ MÜREKKEBİNDEN DOĞAN BİR ŞAİR: FARİS KUSEYRİ

KENDİ MÜREKKEBİNDEN DOĞAN BİR ŞAİR: FARİS KUSEYRİ

İlk kitabı Orontes Mensurları ile bir kentin dününü ve bugününü, Antakya’yı Âsi Nehri’nin sularına serpiştiren, sonra da okyanusa ulaştıran bir şair Faris Kuseyri. Akdeniz’in sihirli ve kandan sıcak sularında yıkanan şair, sözün kitaba düşman olduğu, söyleyenin menkul ve makbul olduğu devirlerin hazinelerinin ve sırlarının anlatıcısıdır. Onun şiiri, yeminlerin üzüm, incir ve zeytin üzerine yapıldığı bir coğrafyanın izlerini taşır ki hiçbir yeminin doğa üstüne edilenden daha kutsal olmadığını hatırlatır bize. Şairin ‘Âsi’ dilinden, taş sulayan kadınları, kendi toprağında Aborjinleşenleri, toprağın riya bilmediğini öğrenmek için ölenleri, bir atın terkisinde Akra Dağı’na kaçırılmış iki gözlü yaşlı Meryem’i, babaların dua, ninelerin vasiyetlerini, 12 Eylül sonrası cemselerde ateş ve ölümün taşındığı günlerde gidenlerin gelmediği kalanların ise sebepsiz utanmalarını okuruz. Her şairin hesabına bir şehir düştüğü bu günlerde Kusyeri’nin şehri Antakya, Orontes Mensurları’nda, tıpkı Neval Balkız’ın dediği gibi yaşanmış olanı, yaşanmakta olanı ve yaşanacak olanı bir arada anlatan an’a odaklanır bir perspektifle sunulmaktadır.

Şair 2014’te yayımladığı Orontes Mensurları’ndan yaklaşık beş yıl sonra bu kez de kendi deyimiyle “hürriyet” ve “sevda” üstüne yazdığı şiirlerden oluşan Doğu Duvarı adlı kitabıyla okurlarıyla buluştu. Kuseyri, bu kitabında, Orontes Mensurları’na nazaran hem biçim hem içerik açısından yeni arayışları, yeni bakışları deneme yoluna gitmiştir. Doğu Duvarı’nı özgün ve değerli kılan, şiirimizin anlamda kapalılığa sığındığı, dış dünyadan tecritleştirildiği bir dönemde toplumun evrimleşmesini sağlayan, hafızasına yer edinmiş sorunları / olayları yeni olmasa da uzun yıllardır kullanılmayan bir biçem anlayışıyla dile getirmesidir. Belki de Turgut Uyar’dan sonra çok da denenmeyen Klasik ( Divan ) Edebiyat formunda kendi imgelem dünyası üzerinden hiciv geleneği ile şiirini buluşturan şair, kimi yerde sesini isyana dönüştürmekte kimi yerde isyanına ara verip mısra-i bercesteler ile sevgilisine seslenmektedir.

Doğu Duvarı, şekil olarak Klasik edebiyatımızdaki Divanlara benzese de içerik olarak gülden, bülbülden, aşık ile maşuk gibi bireyselliklerden değil(kitabın sonlarına doğru aşktan, Leyla’dan sevgiliden bahsedilse de) daha çok şiirin bugününden, Gezi’de yitirilenlerden, iktidarın başımızın üstünde sallandırdığı kılıcından beslenmektedir.

Kuseyri, ‘divan’ına, biçimde Klasik Edebiyatın ayak izlerinden yürüyen son büyük şairlerden olan Ahmet Haşim’in yaptığı gibi Mukaddime ile başlar. Haşim’in mukaddimesi elimizi yakacak “’piyale’den bahsederken, Kuseyri’nin girişi, şiirini nasıl doğurduğunu anlatmaktadır. Şiire bir saygı duruşu olan bu girişte şair, şiirin ilhamdan çok çalışmanın ürünü olacağının altını çizer. Ardından sırasıyla Münacaat ( Büyük Güzelliğe Münacaat), Naat ( Çirkin Çiçeğe Naat), Gazel ( Kurdun Gecesine ), Müstezat ( Sonun Davetine), Musammat Mütekerrir ( Kölelerin Kölesine), şiir adlarında geçse de fahriye ve mesnevi formlarında yazılmış, ipe dizili inciler gibi şiirler sıralanır.

Divan şiirinde redifler üzerinden bilinen gazellere, sonrasında aynı rediflerle nazireler yazılmıştır. Doğu Duvarı’nda içerik olarak benzemese de benzer redifli şiirleri görürüz. Örneğin Nef’i’nin olur redifli gazeli, Doğu Duvarı’nın arka kapağında da yer alan Elimi Tutan Gazel’de, Ziya Paşa’nın gördüm redifli gazeli Sonun Davetine şiirinde, Taşlıcalı Yahya’nın olsun redifli gazeli Kalb Gazeli’nde, Muhibbi yani Kanuni Sultan Süleyman’ın gibi redifli gazeli Kendime Eksik Sekiz Beyit şiirinde rediflerin ortaklığı konusunda benzeşmektedir.

Şairin şiirde yapmış olduğu yenilik veya denemelerin kaynağı hakkında ipucu vermesi bakımından Milliyet’teki söyleşisinde söylediği şu sözlere bakmak gerekir: “Doğu Duvarı’nda divan şiirinin biçimsel özelliklerini değerlendirmek istedim. Ama bir şartla: Onun şiire bir oyun, şatafatlı bir eğlence olarak bakan taraflarından kendimi soyutlayarak. “Gazeli, rubaiyi otobüs duraklarına, fabrika önlerine, şehir yorgunluğuna getirerek. Böylece form ve içerik arasında bir karşıtlık yaratmak, kendine düşman bir metin oluşturmak istedim.”

Şiirin dilinde dikkat çeken bir diğer özellik de Ahmed Arif’te çokça karşımıza çıkan –dır / -dir ekiyle sağlanmaya çalışılan farkındalıktır. Türkçede yer alan –dır/-dir eki ismin tabiatta veya zamanda ne şekilde yer aldığını ve haberin durumunu bildirir. Bahsettiğimiz ekler Ahmed Arif’in şiirinde, “Demdir, Derya dibinde yangınlar” , “Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır”, “Kenar çocukları Kar altındadır.” “Çağıdır, can dayanmaz, Çağıdır, en çatal, en ası,” Doğu Duvarı’nda ise ; “Göğdür kuşun uçtuğu yelden kuytu seçtiği”, “Şimdi dingin bir sudur”, “ Evleri soğuktur, avuçları, otobüsleri soğuk”, “Andlar olsun andlar olsun, merhabasındadır gencölen” şeklinde karşımıza çıkar. İki şairde de gördüğümüz bu kullanımın, her ikisinin de yaşanılan çağdan, yaşanılan çürümüşlüklerden, kayıplardan ve zulümlerden okuru haberdar etme isteğinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Kuseyri’nin birçok şiirinde dikkat çeken çoğula seslenme nidaları, aslında anlatmak istediklerini haykıran bir şairin, unutmaya, yok saymaya, kalemini satanlara, aşk ve şiir bazarında “baha” arayanlara yöneltilmiş sivri oklardır.

Kitapta, her bölümün başında bir kısmına yer verilen ‘Dağın kalbinde’ dizesiyle başlayan şiir dikkat çeker. Bu şiirde, Birhan Keskin ormanının acısında izini sürdüğümüz yolu, Kuseyri’nin ormanının seyreldiği yerde, göğden ateşi getirmiş biri aydınlatır. Belki de Promete, şiirlerin kendisidir ve bir yerde ışığını arayan okurunu beklemektedir.

Peki unutuluş ormanında yolu aydınlatan bu ışık Faris Kuseyri’nin Duvarının neresinde diye soranlara, yalan söyleyen gazetelerin olduğu bu çağda hakikatin kelepçeli olduğunu, inşa edilen sarayların yazanlarıyla silineceğini, Gezi’de yitirdiğimiz Ali’yi, Abdo’yu, Ahmet’i, Mehmet’i, Ethem’i, Medeni’yi, özetle boğazımızda bir yumru, gözümüzde bir yaş olarak duran güzel çocuklara yazılmış “duran adam” gibi unutuluşa karşı duranların, ben değil ‘biz’ diyenlerin olduğu şiirleri gösterebiliriz.

İlk kitabını mensur-şiir türünde, bu kitabını ise Divan Şiiri formunda kaleme alan Kuseyri’nin üçüncü kitabında deneyeceği yeniliği ve yapacağı tercihi merak etsek de bildiğimiz şu ki şair, şimdiye dek yaptığı gibi beslendiği nehirlerden akmaya, içinde yaşadığı toplumun gerçeklerine bir başka duyuşla değinmeye devam edeceğe benziyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl