Ana Sayfa Kritik KENTSEL SİYASETTE TOPRAĞIN MERKEZİ ROLÜ VE YENİ GETİRİM TEORİSİ

KENTSEL SİYASETTE TOPRAĞIN MERKEZİ ROLÜ VE YENİ GETİRİM TEORİSİ

KENTSEL SİYASETTE TOPRAĞIN MERKEZİ ROLÜ VE YENİ GETİRİM TEORİSİ

Arazi getirimi ile ilgili makalemin giriş bölümünde, klasik politik ekonomiyi, Marks’ın politik ekonomisini, sıra dışı dönüşü ve kentsel ekonominin müteakip temellerini kapsayan toprak getirim teorisinin tarihini ve coğrafyanın getirim teorisi etrafındaki Marksist fikir birliğini ortaya koyuyorum. Daha sonra, bu uzlaşmanın yıkılmasından bu yana gelişen bazı çağdaş literatür kollarını, yani sermaye değişimine odaklanan politik ekonomi yaklaşımlarını, çeşitli çizgilerin kurumsallığını ve getirim açığı teorisini gözden geçireceğim.

 

Bu makalede, eleştirel bir kentsel politik ekonomi perspektifi ve inceleme boyunca yürütülen belirli bir dizi kanıt sunuyorum: ilk olarak, toprak sermaye ile aynı şey değildir, ancak ayrı bir teorileştirme gerektiren bir üretim faktörü olarak benzersiz niteliklere sahiptir.

 

İkincisi, eleştirel literatür; 1970’lerde toprak kirası konusunda fikir birliği sağlamak için ödemenin neden / nasıl var olduğu sorusunu olduğu gibi kabul etme eğilimini ortaya koydu ve bu nedenle, arazinin kendine özgü özelliklerinden kaynaklanan getirimin belirli dinamikleri görmezden gelindi.

 

Bu arada, ‘Antroposen’ ve ‘Gezegensel Kentleşme’ tartışmaları da başladı. Bu tartışmalar bağlamında, kapitalist coğrafyanın yeniden yapılandırılmasının ekonomik dayanak noktasının gündemden bu kadar ya da tamamen düşmüş olması şaşırtıcı idi. Artık toprağın, şehirlerin ve kapitalizmin analizine getirimi geri getirmenin zamanı geldi.

 

BİR GETİRİM TEORİSİNİN VARLIK NEDENİNİ AÇIKLIĞA KAVUŞTURMAK:

 

Engels’e, ailesinin yoksullaşmasının sefaletini anlatan bir mektupta, Marks, toprak getirim teorisinde iyimser olmak için beklenmedik bir neden buldu; “sonunda… Boktan kira işini çözebildiğini” ilan etti. Marks, umutsuz bir adama, en beklenmedik yardım kaynağı bile olsa göz yummaz, ancak sonraki yüzyıl ekonomik düşüncesi, toprak getiriminin çözülmekten başka bir şey olmadığını göstermiştir.

 

Kafa karışıklığı ve çatışma baştan sona hüküm sürdü ve bugün konu, kentsel ekonomistlerin modellerindeki bir dizi miras alınan varsayımlar veya bazı Marksistlerin kendine özgü analizleri için bir buluşsal yöntem dışında sosyal bilimlerde büyük ölçüde ihmal edildi.

Bu, toprak getirimini çevreleyen sorunların ortadan kalktığı anlamına gelmez. Bunlar, arazinin finansallaştırılması, ev fiyatlarının dinamikleri, kentsel altyapının yönetimi, arazi gaspları, sınır dışı etme, soylulaştırma gibi kentsel çalışmalarda birçok önemli güncel konunun merkezinde yer alır.

 

Yine de, bu konulara ilgi yoğunlaşırken bile, pek çok araştırmacı genel olarak politik ekonomi yaklaşımlarından uzaklaştıkça ya da getirimdeki heybetli, içselleştirilmiş tartışmalardan çok az uygulanabilirlik bulduğundan, bunların politik ekonomik çekirdeği – toprak getirimleri – kara kutuya alındı.

 

Bu makalenin amacı, bir getirim teorisinin varlık nedenini açıklığa kavuşturmak ve kullanımları etrafında tartışmayı teşvik etmektir.

İlk olarak, terimlerin bir tanımı olan arazi kirasıdır ve bu kira; arazi ve eklerini kullanma hakkı için toprak sahiplerine yapılan bir ödemedir. Ödenen toplam kiradır. Arazi kirası, arazinin [binalar ve diğer müştemilatlar] üzerindeki sabit sermaye için ödenen [eksi arazinin kullanımı için ödenen] kiradır. Bu ayrımın kendisi bizim tartışmamız için çok önemli değildir ve terimleri birbirinin yerine kullanırız, ancak, doğrusunu söylemek gerekirse, getirim teorisi üzerine yapılan tartışmalarda, binalara ve yanlarına ayrılan kısım, genellikle yatırılan sermayenin doğrudan bir getirisi olarak kabul edildiğinden, toprak getirimi ile ilgilidir.

 

Benzer şekilde, arazi değerleri ve arazi piyasası, getirim teorisinin kapsamına girer, çünkü arazinin değeri, gelecekteki tahmini kira değerinin sonucu olarak kabul edilir [tipik olarak yirmi veya otuz yıllık bir dönem]. O halde toprak kirası, hem kiracılar tarafından ödenen sözleşmeli kiranın hem de arsanın satın alma fiyatının ana belirleyicisi olarak görülmektedir.

Neo-klasik getirim teorilerinin ve ‘mekânsal dönüş’ten bu yana coğrafyadaki yaklaşımların odak noktasının çoğu, arazi fiyatlarındaki mekânsal farklılıklar üzerinde olmuştur.

 

Bununla birlikte, bir getirim teorisi gerektiren kapsayıcı sorun bu değildir, toprak getiriminin varlığının açıklanması sorunudur. Toprak neden büyük değerlere hükmediyor, en büyük kısmı emeğe veya sermaye yatırımındaki faize atfedilemiyor ama görünüşe göre boşuna mı hükmediyor?

 

Bu ödemeyi hesaba katma girişimi, mekânsal farklılaşmanın bir parçası olduğundan, karşılık gelen bir sorunsal üretir. Konuyla ilgili getirim teorisinin üç sorudan bir veya daha fazlasını ortaya çıkardığı görülüyor. Getirim nasıl ortaya çıkıyor? Vurguncular kimlerdir veya davranış kalıpları ve karşılıklı sosyal ilişkileri nelerdir, örneğin kim getirim alır? Getirimin ekonomik rolü nedir, örneğin birikim ve koordinasyondaki rolü nedir?

 

Bana göre, bu sorular, kendi başlarına, getirim teorisi arayışını haklı kılacak kadar önemlidir. Ancak modern bir getirim teorisi çağrısında bulunulmasından bu yana geçen çeyrek yüzyılda, eğilim, eleştirel akademisyenler arasında münferit yeniden canlanma çağrılarıyla noktalanan bir ihmal olarak görülmektedir. Geriye, belki de, yalnızca soruların önemli olduğu değil, aynı zamanda mevcut getirim teorisinin onları yanıtlamadaki etkinliği ve bu yanıtların Kapitalizm’in coğrafyalarını anlamadaki açıklayıcı gücü kalmıştır.

Arazi getirimi ile ilgili makalemin bu girişinde, aşağıdakileri kapsayan getirim teorisi tarihinin taslağını çiziyorum: klasik politik ekonomi; Marks’ın ekonomi politiği; kent ekonomisinin sıra dışı dönüşü ve temelleri ve coğrafyanın mekânsal dönüşü sırasında getirim teorisinin Marksist canlanması… Ardından, sermaye değişimi, çeşitli çizgilerin kurumsallığı ve getirim açığı teorisine odaklanan politik ekonomi yaklaşımlarında bu uzlaşmanın çöküşünden bu yana öne çıkan literatürün bazı dallarını gözden geçireceğim.

 

Böylece, konuya eleştirel bir kentsel politik ekonomi perspektifi sunarak, getirimin tam bir politik ekonomik teorileşmesini engelleyen üç sorunu vurgulamış olacağım.

 

Birincisi, son zamanlardaki eleştirel literatürde getirimin ortaya çıkışıyla ilgili birinci sorumuzu görmezden gelme ve yalnızca ikinci soruya, getirimin aktörlerinin doğası ve işleyişine odaklanma eğilimidir. Böylece, neden getirim ödediğimiz sorusunu sorunsuz olarak ele alırsak ve toprağın kendine has özelliklerinin ona aşıladığı getirimin özel dinamiklerini görmezden gelirsek, çağdaş eleştirel literatürün, Kapitalist sistemin çelişkilerinin çoğunun temelini oluşturan toprak ve sermayenin birleştirilmesini yeniden üretme riskiyle karşı karşıya olduğunu görürüz. Buradan hareketle, konunun birincil üretim faktörü olarak, getirim kategorilerinin ve toprağın özelliklerinin sağlam bir şekilde teorileştirilmesiyle ele alınması gerektiği anlaşılacaktır.

 

İkincisi, getirim üzerine eleştirel literatür, teklif-getirim fonksiyonunun teorileştirilmesinden kaçınmıştır, ancak bunu yaparken, işlevselci olmayan bir arazi piyasaları teorisi inşa etmek için kavramsal zemini ve bunların kapitalist mekân koordinasyonundaki rolünü kaybetmiştir.

 

Üçüncüsü, ‘mutlak getirim’ literatürde reddedilmiştir, ancak eleştirel bir tekel teorisinin temeli olması da kaçınılmazdır.

 

Gerçekten de, yalnızca mülkiyet haklarını veya sınıf konumunu ileri sürmenin şiddetiyle ortaya çıkan getirim biçimi olarak, bu kategori yalnızca rehabilite edilmemeli, aynı zamanda dağıtım çatışmalarıyla dolup taşan ve daha da sömürücü bir finansallaşmış Kapitalizm’e kadar giden toprağın ötesine uzanmalıdır.

 

Yine buradan hareketle diyebiliriz ki, klasik getirim teorisi için toprak getirimi, doğanın kendisinin kattığı değer için ödenen bedeldir.

 

Bununla birlikte, toprağın bir değer kaynağı olduğunu savunmak, klasik ekonomi politikte hüküm süren emek değer teorileriyle bağdaşmaz.  Çünkü emek değer teorisi, bir metanın ekonomik değerinin, onu üretmek için ne kadar emek harcanması gerektiğine bağlı olduğunu kabul eder. Bu teoriden, toprağın kalıcı olduğu ve üretmek için bir emeğe ihtiyaç duyulmadığı ve bundan ötürü kendi başına bir değere hükmedemeyeceği sonucunu doğurur.

 

Çözüm, ‘farklı getirim’ kavramını kullanarak getirim teorisini emek değer teorisiyle uyumlu hale getirmektir. Bunun için getirimin toprağın verimliliğindeki farklılıklardan kaynaklandığını ve dolayısıyla arsayı kullanan bir çiftçinin kârlılığını yeterince belirlediğini varsayarsak, bu uyumun formüle edilmesi de kolaylaşmış olacaktır.

 

EMEK; DEĞERİN TEK KAYNAĞIDIR. GETİRİM, FARKLILIK GETİRİMİ OLMALIDIR.

 

Toprak sahibinin kirası, arazisini başkalarının kullanmasından kaynaklanan toprağın artan kârlılık miktarı üzerindeki iddiasıdır. Dolayısıyla farklılık getirimi, yalnızca kârların yeniden dağıtımını gerektirir. Oysa getirim, farklı verimlilik derecelerine bağlı olarak, yerel koşullara sahip alanlardan elde edilecek kârları eşitlemek için ustaca hazırlanmış bir düzenektir.

 

Bu nedenle, getirim alınmasaydı, metanın fiyatı etkilenmeyecekti ve kiracı, çiftçinin kârını paylaşmak zorunda kalmayacaktı.

Buna göre, emek; değerin tek kaynağıdır. Getirim, farklılık getirimi olmalıdır. Doğurganlık doğanın bir özelliğidir, ancak yalnızca metayı üretmek için ne kadar emek uygulanması gerektiğini etkileyen bir faktör olarak toprak ise ekonomik açıdan değerlidir.

 

Çünkü farklılık getirimleri, belirli bir arazi parçasının kalitesiz arazilere göre sahip olduğu avantajdan türetilmesiyle ortaya çıkar ve ekonomistler; getirimleri hesaplarken, sıra dışı toprağın ekim zamanındaki verimliliğini dikkate almak zorundadır, yani, kullanımda olan arazi en az kârlı [topraktaki arazi miktarı] arazidir ve kullanım talebe göre belirlenir.

 

Bu tür sıra dışı toprak, kendi başına getirim sağlamaz, ancak bir tür temel oluşturur: bu seviyenin üzerindeki herhangi bir verimlilik, topraktan kaynaklanan bir üretkenlik kazancıdır ve sonuçta ortaya çıkan fazladan verim, toprak sahibi tarafından çiftçinin ona erişiminin bir koşulu olarak alınır.

Marks, emek değer teorisini yeniden formüle etti ve ekonomistlerin getirim teorisi ile ilgili görüşlerine iki önemli yenilik getirdi. Değer teorisinde, belirli bir metanın değerini belirleyenin belirli bir meta yaratmak için harcanan emek değil, bir bütün olarak toplum genelinde bu veya benzer metaları üretmek için gereken zamanın [toplumsal değer olarak gerekli emek zamanı] ortalama emek zamanı olduğunu savundu. Mevcut teknolojik ve sosyal koşullar altında bir şeyi üretmek için o şeyin gerekli olması, değerini belirlemek için en önemli etkendir.

Bu yeniden yapılandırılmış emek değer teorisi, Marks’ın ekonomistlerin getirim teorisine getirdiği yeniliklerin ilkine yol açtı: artık farklılık getirimi için bir temel olarak getirim getirmeyen sıra dışı araziyi varsaymak gerekli değildir.

 

Bunun yerine, farklılık getirimi, kullanımdaki arazinin toplumsal olarak belirlenmiş kabul edilebilir bir kârlılık düzeyi üzerindeki iyileştirmeler temelinde ücretlendirildiği şeklinde anlaşılır. O halde, Marks’ın teorisindeki farklılık getirimi, salt teknik ya da tarih dışı değildir, toplumda egemen sosyo-ekonomik ilişkilerin özgüllüklerine de bağlıdır.

 

İkinci yenilik, tekel getirimi teorilerini dâhil etmekti. Ekonomistler, Marks’ın getirimin fiyatın bir belirleyicisi olduğu önermesini reddetmiş, bunun yerine tüm getirimin farklılık olduğunu ve dolayısıyla yalnızca bir kâr transferi olduğunu öne sürmüştü.

 

Bununla birlikte Marks, [a] bir şeyin kaçınılmaz kıtlığının, fiyatının yalnızca etkin taleple sınırlandığı anlamına geldiği ‘doğal’ tekellerin varlığına izin vermiştir ve [b] kendi içinde bir getirimci sınıfının varlığının dayattığı engellerin getirimin kaynağı olduğu ‘mutlak getirim’in varlığını tartışmıştır. Argümanın genel mantığı, getirimin varlığının bir emek değer teorisi ile nasıl tutarlı olduğunu açıklamak ve bunun böyle olması için olması gereken ekonomik koşulları ve sosyal ilişkileri ortaya çıkarmaktır.

 

Bu temelde, iki getirim kategorisi tanımlanır: birincisi toprak sahibinin, topraklarını kullanmanın rekabet avantajlarından elde ettiği fazla kârı talep ettiğidir ve dolayısıyla bu, zaten var olacak olan ve mülkü etkilemeyen kârların dağılımına dayanan bir getirim olan farklılık getirimidir. Böylece üretilen nihai metanın fiyatı [ve rekabetin bozulmasına dayanan tekel getirimleri] bu haliyle üretim maliyetlerine girer ve üretilen metanın fiyatını etkiler.

Bu getirimler, ayrıca iki farklı farklılık getirimi kategorisine de ayrılır: biri ‘kapsamlı getirim’ olarak bilinen toprağın mevcut bir özelliğine atfedilebilen artan üretkenlikten kaynaklanır ve diğeri ise ‘yoğun getirim’ olarak bilinen o araziye yapılan yatırıma atfedilebilen artan verimlilikten kaynaklanmaktadır ve bu iki tekel getirimi kategorisi, getirimin bir tekel fiyatından akıp akmadığına, çünkü ürünün veya toprağın tekel fiyatının ondan bağımsız olarak var olup olmadığına veya ürünlerin tekel fiyatından satılıp satılmadığına işaret eder.

 

Bu birincisi, rekabetin bozulması nedeniyle; toprağın arzının sınırlı olduğu ve bazı doğal özelliklerinden kaynaklandığı tekel getirimidir ve değer düşüklüğünün getirimciler sınıfının kendi varlığına atfedilebildiği ikinci mutlak tekel getirimi açıklığa kavuşturulmalıdır ki, farklı kira biçimleri aynı anda çalışabilsin ve deneysel olarak ayırt edilemez olsun, çünkü fiili kira, kira sözleşmesi müzakereleri [yıllık kiralar durumunda] tarafından belirlenen bir fiyat üzerinden yalnızca götürü olarak ödenir.

 

Bu bağlamda, mutlak kira; sermaye veya tüketiciler için giriş engeli olarak hareket eden toprak sahipleri sınıfının varlığından kaynaklanan bir getirimdir.

 

Şu şekilde olabilir: [1] Araziyi arzın dışında tutan bir rezervasyon fiyatıdır; [2] Rekabeti sınırlamak ve / veya tüketicileri sömürmek için toprak sahipleri arasında uyumlu, kartel benzeri eylemdir. [Klasik örnek: Tarım endüstrisine sermaye girişini ve böylece kâr oranının eşitlenmesini engelleyen, bunun sonucunda daha yüksek kiraları koruyan toprak sahipleri sınıfını bu kapsam içinde değerlendirebiliriz].

 

Ayrıca, getirimin temeli, kullanımı için bir ödeme talep eden belirli bir sınıf tarafından dünyanın belirli bölümlerinin tekelleştirilmesidir, bu nedenle bu anlamda her getirim, mutlak bir getirimdir ve yalnızca özel mülkiyetin toprağa uygulanması ve varoluşudur.

 

İlk etapta getirimin varlığına izin veren belirli bir kâr oranı talep eden toprak ağaları sınıfının yönünü ‘minimum getirim’ kavramı aracılığıyla, ana akım ekonomi teorisine çevirme girişiminde bulunmak yararlı olacaktır. Çünkü bu bir ‘rezervasyon fiyatı’ olarak mutlak getirim kavramıdır.

 

Bununla birlikte, bu sınıf tekeli getirim için gerekli önkoşul olsa da, asgari getirimin nasıl karşılandığını veya aşıldığını açıklamak yeterli değildir – tekel kendi başına değer yaratmaz!

 

Getirim kategorilerinin tanımladığı şey budur: kapitalist bir ekonomide toprağın mülkiyetinden dolayı sahiplerinden maktu olarak alınan asgari bir paradan veya hâsılatından alınan asgari bir hisseden fazla getirimin mümkün olduğu bir dizi koşul [ve buna karşılık gelen örtülü toplumsal ilişkiler] gerekir.

 

KLASİK SAF MİKRO-EKONOMİ:

 

Marks’ın bu konudaki çalışmalarının çoğu, değer teorisiyle orantılı bir getirim teorisi inşa etmeye odaklandı. O halde, emekten sıra dışı değer teorilerine geçişi merkeze alan klasik politik ekonominin ekonomiye dönüşümünün, getirim teorisi üzerinde uzun bir sessizlik dönemine denk gelmesi şaşırtıcı değildir.

 

Ayrıca, hızlı ve kitlesel [alt] kentleşme ile karakterize edilen bir yüzyılda, tarım sorunu artık eskisi kadar belirgin değildi ve tarımsal getirim teorilerini kentsel bağlama uyarlamak için ciddi bir çaba, ancak 1950’lere kadar yapıldı. Sonra değer teorisindeki sıra dışı devrime ve daha sonra da ekonominin araçlarını kentsel arazi kullanımını anlamak için uygulamaya yönelik girişimlere yönelim sağlandı.

Klasik teorisyenler için, emek değer teorisi merkezi olarak kabul edildi, çünkü rekabet, metaların değerini üretim maliyetlerine doğru itti, böylece uzun vadede ve bir bütün olarak ekonomi genelinde en önemlisi, rekabetin olduğu durumlar hariç engellenir ve bu nedenle tekel getirimleri ortaya çıkar. Meta fiyatlarının belirleyici faktörü, onlara aşılanan emeğin değeridir [burada fiyat, değerle 1:1 olarak anlaşılmaz, ancak onun etrafında değişir, uzun vadede kabaca aynı olur]. Bu durum, ekonomik faaliyetin sosyal karakterine odaklanarak, üretim ve sermaye birikim sürecini başlangıç ​​noktası olarak alan klasik ekonomi politiğin gündemine uygundur.

 

Buna karşılık, sıra dışı devrimin ekonomistleri, dışsal olarak belirlenmiş belirli bir üretici faktör arzını ve talebini, bağımsız bir faktör olarak öne sürdüler, böylelikle; amaç, verilen üretken hizmetlerin rekabet eden kullanımlar arasında en uygun sonuçlarla tahsis edildiği koşulları aramaktı.

 

Bu koşullar, maksimum memnuniyet [fayda] yaratma anlamında en uygun olacaktı ve değer, sağlanan yoğunluk veya mutlak fayda [böylece ekmek, elmastan daha değerli olurdu] tarafından değil, ihtiyaç duyulan son birim tarafından sağlanan değerlerle belirlenebilecekti. Tamamen tatmin olmak! Ve dolayısıyla; ancak ‘sıra dışı fayda’ terimiyle, bu ilke temelinde, arz ve talebin dengelendiği ve kaynak tahsisi açısından faydanın maksimize edildiği denge noktasını gösteren fayda eğrileri oluşturulabilirdi.

  1. yüzyılda makro-ekonomik ve kurumsal yaklaşımların ortaya çıkmasıyla birlikte, Neo-klasik saf mikro-ekonomi değerler dizisi, ekonomi üzerinde tam bir hegemonya sürdüremezdi, böyle de oldu zaten. Ancak sıra dışı değer anlayışı, değer teorisi perspektifini, ‘nesnel’den belirlenmiş olma anlamında, üretim maliyetlerine göre öznele ve ulusların zenginliğinin uzun vadeli perspektifinden matematiksel modellemenin soyut zamansızlığına kadar değiştirdi. Bu itibarla, ilk defa, iktisat, gerçekten, verili amaçlar ve alternatif kullanımları olan kıt araçlar arasındaki ilişkiyi inceleyen ‘bilim’ haline geldi.

Sıra dışı değer teorisi egemen hale geldikçe, klasik getirim teorisinin çoğunu canlandıran sorun [bir ürüne dayatılmasına karşın, herhangi bir emeğe karşılık gelmeyen ancak toprak sahiplerine ödenen değerlerin görünürdeki varlığını açıklamak!] ortadan kalktı. Yine de bu, bir toprak getirimi teorisine olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz.

 

Tersine tüm görüşlere rağmen, ekonomistlerin dile getirdiği gibi, toprak getirimini belirleyen temel ilkeler nispeten basittir: sıra dışı toprağa göre belirli bir kalitedeki arazi arzı, getirimi belirler, fayda üretkenliğe eşdeğerdir.

 

Ekonomistlerin dile getirdiği Marks’ın sıra dışı arazi varsayımını fayda ve üretkenlik kavramları odağında fayda üretkenliğe eşdeğerdir görüşü doğrultusunda kullanmak isteyip istemediğimizi tartışabiliriz, ancak temel ilke herhangi bir arazi getirim muamelesi için geçerlidir ve yahut belirlenir.

 

Bir yanda belirli türden toprak arzıyla, bu tür arzdaki kıtlıklar, tekel getirimleri yaratırken; bir yandan da belirli arazi parçasının sağladığı üretkenlik ve / veya fayda artışı, özellikle farklı getirimlerin yaratılmasına neden olur. Elbette, piyasa değeri, ürünün satın alınmasının sağladığı faydaya göre, arzı tarafından belirlendiği için, toprak diğer herhangi bir metadan farklı olamaz.

Klasik politik ekonomide toprak, doğanın bedava bir hediyesi olarak kabul edildi ve bu nedenle ayrı bir teori gerektiren birincil üretim faktörü olarak görüldü. Sıra dışı olanlar bunu sorgulamaya başladılar ve klasik iktisatçıların sermaye ve toprak arasındaki ayrımı ne kadar ortadan kaldıracakları meselesi, hiçbir zaman tatmin edici bir sonuca ulaşamayan büyük bir tartışma olarak kaldı.

 

Nihayetinde, en azından ekonomistlerin değerler dizisi içinde, sorun; arzın esnekliğinden birine indirgenebilir ve ana akım ekonomide yapılan bu varsayım, arazi arzının altyapı uzantıları ve mevcut arazinin artırılması yoluyla piyasa talebine cevap verecek nitelikte düşünülebilir.

 

Öte yandan, toprağın bir üretim faktörü olarak ayrılması gerektiğini düşünenler, toprağın benzersiz olduğunu dolayısıyla belirli bir kalitede yeterli bir arz bulmanın ve diğer kullanımlara adapte edilmesinin zor olduğunu savundular ve değişikliklerin geri döndürülemezliği ve diğer yol bağımlılıkları nedeniyle ve bazı bağlamlarda arzı artırmanın imkânsız olduğuna karar verdiler.

 

Bu makalede, arazi arzını değiştirmede yerleşik sorunların bazılarını ana hatlarıyla belirttim ancak aynı zamanda gelecekteki arazi kullanımı ve dolayısıyla değer konusundaki belirsizlik sorununu da ortaya koymuş oldum. Bu durum, kentsel ekonomideki egemen statik modellerin açıklamaya çalıştığı bir şeydir ayrıca, bunu da belirtmek isterim.

 

TOPRAK SERMAYEDEN FARKLIDIR:

Bu son kanıtlar kabul edilirse, toprağın arz/talebe yanıt veren normal bir sermaye biçimi olduğu söylenemez, sıra dışı olanların modellerine konu olan varsayımların çoğuna tabi değildir ve bu nedenle toprağın ortaya çıkışının ve dinamiklerinin ayrı bir şekilde anlaşılmasını gerektirir ve ana akım ekonomide toprağın bir sermaye biçimi olarak ele alınması hemen hemen her yerde görülür, ancak bu çoğunlukla, yalnızca iki üretim faktörünü [emek ve sermaye] hesaba katabilmenin matematiksel kolaylığından da kaynaklanmaktadır. Toprağın sermayeden farklı olduğu ve bunun kapitalist mekân üretiminin çelişkilerinin çoğunun temelini oluşturduğu bize de açık görünüyor. Ancak elverişli olduğu da şüphesizdir.

 

Ekonomistlerin farklılık getirimi teorisi yalnızca tarımsal araziyi dikkate aldı ve bu nedenle toprağın rekabet eden kullanımlarını hesaba katmadı, getirim farklılıkları üretkenliğe ve sıra dışı olmayan faydalara dayanıyordu [sıra dışı teoriyle iki temel uyumsuzluk!] yine de teorinin temel mantığı sıra dışı üretkenlik teorisi ile biçimsel olarak aynıdır. Bu haliyle, ana akım ekonomide konum teorisinin gelişimi, ekonomistlerin farklılık getiriminin bir uyarlaması olarak hız kazandı, ancak temel varsayımların yerini sıra dışı varsayımlar aldı.

 

Aslında ekonomide konum teorisi, çıkış noktasını; doğrudan ekonomistlerden değil, getirim farklılıklarını en kötü arazi üzerindeki artan üretkenlikten de değil, temel iktisatçı varsayımları değiştiren toprak sahiplerinden almıştır.

 

Toprak sahipleri her tarımsal ürün için piyasada tek bir fiyat olduğunu varsayarak, kendi arazilerini fiyatlandırmak için bir tarımsal arazi kullanım modeli geliştirmiştir. Ayrıca, üretim maliyetleri ve çiftçi için gerekli gelirin her bir arazi birimi için aynı olduğu varsayılmaktadır. Hektar başına piyasa fiyatı eksi çiftçinin gerekli geliri ve üretim maliyetleri, bu durumda, teklif-kira artı nakliye maliyetlerine eşittir.

 

Bu nedenle, pazara daha yakın olan arazinin nakliye maliyetleri daha düşüktür ve daha yüksek teklif-kira gerektirir. Çiftçinin ürettiği tarımsal emtia açısından arazinin rekabet eden kullanımları vardır elbette ve bazı ürünlerin de pazar için [örneğin süt ürünleri] diğerlerine [örneğin tahıl] göre daha kısa nakliye sürelerine ihtiyacı vardır. Bunlar, yaygın olarak toprak sahiplerinin halkaları olarak adlandırılan, eşmerkezli arazi kullanım halkalarıdır.

 

ARSA FİYATLARINDA NEDEN MEKÂNSAL FARKLILIKLAR VAR?:

 

Sıra dışı bir analiz tarzının ilk örnekleri böylece tarım arazisi ile ilgili olarak geliştirilmiş olsa da, toprak ve uzay ana akım ekonomide ihmal edilen konulardır ve büyük ölçüde 1960’larda ortaya çıkan kentsel iktisadın uzman alt disiplinine bırakılmıştır.

 

Yenilik, toprak sahiplerinin tarımsal arazi kullanım modelini, kentsel arazi kullanımlarından birine, fayda veya mekânsal dengeye dayalı Neo-klasik bir çerçeve içinde çevirmekti. Ancak, toprak sahipleri gibi, ekonomistler de merkezi bir düğüm olarak aldı.

 

Bununla birlikte, ekonomistler aynı zamanda ikame olasılığını ve tat varyasyonlarını da tanıttı. Bu nedenle, bazı kullanıcılar merkezi arazi için diğerlerinden daha fazla ödemeye istekli ve muktedirlerdir, ancak yoksullar; daha yoğun olarak kullanılan arazilerde daha merkezi bir şekilde yaşayabilir ve/ya da zenginler, daha büyük bir araziye sahip olmak için daha uzaklarda yaşamayı ve nakliye masrafları için daha fazla ödeme yapmayı seçebilir.

 

Bu, ekonomistlerin; kentsel araziye odaklanılmasının kentsel konut ve konumsal maliyetler/ faydalar dengesini varsayan basitleştirilmiş bir fayda anlayışı ile mümkün olabileceğini ileri sürdükleri bir görüştür.

 

Bu makalede amaç, basitleştirici üslup varsayımlarına rağmen, şehirlerin morfolojisini şekillendiren yaklaşık bir mekanizma yakalanmasını sağlamaktır.

 

Bu yaklaşım esasen statiktir. Modeller zaman içinde bir noktayı yakalar ve değişimi hesaba katmaz. Bu nedenle kentsel bir alanın gelişiminin tarihsel bir açıklamasını içermesi bakımından dikkate değerdir. Son olarak, ekonomistlerin varsayımlarını, yerin anlamını ve algısını içerecek şekilde uyarlayarak bizim modelimizin gerçekçiliğini geliştirmek için ilginç bir girişim sunar, böylece konumun değerini etkileyen kültürel olarak belirlenmiş ilişkisel faktörleri dâhil etmeye çalışır.

 

Özetle, toprak sahipleri ve kendilerinden sonraki Neo-klasik iktisatçılar için, farklılık getirimi/ sıra dışı fayda-kilit önemdeyken, tekeller, eğer tanınırlarsa, sapmalar olarak görülür ve modellerine dâhil edilmezler.

 

Toprak sahipleri için kira, en sıra dışı olana kıyasla bir yerin göreli avantajı için ödenir, örneğin daha düşük ulaşım maliyetleri, daha yüksek doğurganlık veya hazırlama maliyetlerindeki farklılıklar nedeniyle sulama gibi tarımsal kullanım için arazinin üretkenliği ve dolayısıyla arazi fiyatı, daha yüksek üretkenlik yaratma maliyetleri getirimdeki potansiyel artıştan daha düşükse artabilir. Toprak sahipleri için sadece nakliye maliyetleri değil, aynı zamanda arazi kullanımının yoğunluğu ve araziyi kentsel arazi kullanımına hazırlama maliyetlerindeki farklılıklar da getirim kaynaklarıdır.

 

Farklı arazinin farklı getirim/sıra dışı faydası, bu nedenle, bir yerin göreli avantajının bir ifadesidir ve arazi getirim teorisinin çok önemli bir coğrafi yönünü açıklamaya yardımcı olur: örneğin, mekânsal denge varsayımını reddedersek, bunu eşitsiz gelişmenin önemli bir itici gücü olarak görebiliriz.

 

Buna göre, arsa fiyatlarında neden mekânsal farklılıklar var? Yaklaşık bir mekanizma olarak bu, kentsel ekonominin varsayımlarının ötesinde faydalıdır. Bununla birlikte, getirim teorisini müteakiben, kritik fikir birliği, aynı zamanda bu mekanizmanın reddine de dayanmaktadır.

 

KENTSEL SİYASETTE TOPRAĞIN MERKEZİ ROLÜ:

 

Bu bağlamda, Heterodoks getirim teorisinin kısa ömürlü canlanması ve müteakip düşüşü, ekonomistler tarafından kesin olarak bu şekilde kapsamlı bir inceleme alanı olarak tanındı. Ancak diğerlerinin yanı sıra bunu göz önünde bulundurarak, ekonomistlerin incelemesinden bu yana 25 yıl içinde bu literatürün hareket ettiği yönün bir yorumunu sunmaya çalışarak, kendimi burada özet bir genel bakışla sınırlandırıyorum.

 

Heterodoks getirim teorisi, onun dönemleştirilmesini takiben, kentsel ekonomi eleştirisinin etkisi altında bir fikir birliğine sahipti, ardından bu fikir birliğinin bozulduğu bir geçiş dönemi başladı ve özellikle bu ‘kopma’ döneminde araştırmacılar; heterodoks getirim teorisinin temellerini ve işlevini sorgulamaya başladılar.

Bu sorgulamalar, coğrafyanın salt nicel yöntemlerinden genel olarak uzaklaşıp, şu anda ‘eleştirel coğrafya’ olarak bilinen şeye dönüşünde ufuk açıcıydı ve Heterodoks getirim teorisinin bir disiplin olarak beşeri coğrafya için kentsel ekonomiden kopuşunun sismik önemi göz önüne alındığında, bu sorgulamaları da makaleme dâhil etmenin gerekli olduğunu düşündüm.

 

Bu araştırmacıların toprak sahipleri modeline yönelik eleştirisi ile [uzamsal dönüşün tohum aşamasında oynadığı merkezi rolü] kentsel çalışmalara katkıda bulunan ekonomistlerin çoğunluğunun antiseptik fikir birliğinin de sarsılmış olduğu görüldü.

Çünkü bu tür yaklaşımlara yönelik saldırıların önemli bir kısmı, toprak sahipleri modelinin gerçekte var olan kentsel coğrafyaların yola bağımlı ve güç yüklü doğasını hesaba katmadaki başarısızlığına odaklandı.

 

Bu Marksistler, getirim tartışmasına sınıf ve iktidarı dâhil ederek, toprak getiriminin basit merkez-çevre modellerinin ötesine geçtiler ve kentsel siyasette toprağın merkezi rolüne ilişkin daha eksiksiz bir anlayışa ulaştılar.

 

Bu aynı zamanda toprak sahipleri modeline göre, arazi kullanımı varyasyonunu tanımlamak veya tahmin etmekten ziyade, anlamayı amaçlayan arazi kullanımındaki değişikliklerin açıklamalarına izin verdi. Buna uygun şekilde, güç ilişkileri olarak tekel ve mutlak getirimlere odaklanıldı ve Neo-klasik en uygun sonuçlar ve rekabetçi bir pazar aracılığıyla elde edilen mekânsal denge varsayımlarına karşıt olarak gerekli sınırlamalar getirildi.

 

Mutlak getirimlerin varlığına yapılan bu vurgu, bu karşıtlıktan haberdar görünüyor: hem üretim maliyetine giren getirimlerin bulunmasına izin veriyor hem de iktidara odaklanılması durumunda, aynı zamanda bir sosyal sınıf olarak toprak ağalarının rolüne ve onları bu birikime asalak olan bir engel olarak görme eğilimine de dikkat çekiyor.

 

Buna göre, mutlak getiriminin kentsel uygulamasının amacı, toprak sahipleri sınıfının devlet kurumlarıyla birlikte, bir yandan araziyi piyasadan uzak tutarak ve diğer yandan arazi kullanımında münhasırlık yaratarak, sınıf-tekel getirimini oluşturmaktır.

 

Benzer şekilde, tekel tabanlı getirim teorisine dayanılarak, kentsel bağlamda getirim, değişim ve tüketim alanı içinde bir tekeller teorisi olarak genişletilmeye çalışıldı ve hükümet transferleri bir dağıtım getirimi biçimi olarak kabul edildi ve boş getirimin varlığını açıklamak için bir rezervasyon fiyatı [erken bir mutlak getirim formülasyonu] teklif edildi.

 

1970’lerde beşeri coğrafyanın Marksist devrimini yürütmek için, bu proje; merkezde getirim olan bir kentsel politik ekonomi projesi olarak önem kazandı, ancak 1980’lerde getirim teorisindeki bu ortak zeminin güvenini yitirdiği görüldü.

 

KAPİTALİZM’DE TOPRAK GETİRİMİNİN ROLÜNÜ KAVRAMSALLAŞTIRMAK:

 

Kapitalizm’de toprak getiriminin rolünü kavramsallaştırmak karmaşıktır ve 1970’lerin coğrafyasındaki fikir birliği, Marks’ın, toprak ağalarının kapitalist üretkenliği tüketen feodal bir kalıntı olduğu şeklindeki görüşünü takip etmekti. Ancak 1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin hemen başında, toprak sahiplerinin sermaye birikimi için kritik olan kapitalist sınıfın bir parçası olarak toprak getiriminin giderek daha fazla önem kazanması söz konusu oldu ve yeniden bir değerlendirme yapmanın gerekliliği ortaya çıktı.

 

Ayrıca, getirimci sınıfının aksi takdirde var olmayan maliyetler yaratma gücünü gerektiren mutlak getirim kategorisi, bazı akademisyenler tarafından ortaya atıldı ve 19. yüzyıl tarımı bağlamı dışında, bu akademisyenler; mutlak getirimin uygulanabilirliğini sorguladı.

 

Bu sorgulama sonucunda, farklılık getiriminin; [toprağın sağladığı üretkenlik kazanımlarına dayalı getirimin] önceden izin verilen getirimden daha önemli olduğu ve etkin ve köklü çözümler sağladığı kabul edildi.

 

Bu telleri bir araya getiren bazı ekonomistler, getirimin ve toprak sahiplerinin rolüne ilişkin yeni bir kavramsallaştırma modeli sundu; burada getirimin birikim için çok önemli olduğu tartışıldı; toprak sahipleri, topraklarına gittikçe daha fazla finansal bir varlık olarak baktıkça, daha fazla farklılık getirimi yakalamak için toprağın üretkenliğini artırmaya çalışacaklar ve böylece mekânsal olarak çok önemli bir düzenleyici rol oynamaya başlayacaklardı.

Bu durum, kopma dönemini başlattı. Bu dönem, getirim kategorilerinin tutarlılığı, uygulanabilirliği ve tanımı üzerinde tartışmaların alevlendiği ve kafa karışıklığının büyüdüğü bir dönemdi. Ayrıca mutlak ve tekel getirimi sınırlarının tanınması kadar, farklılık getirimlerinin öneminin kabul edilmesi de kesinlikle gerekli ve anlaşılır idi. Ancak, bu kavramların yeniden kalibre edilme şekli ise eksik ve karışıktı.

İlk olarak, farklılık getirimi Marksist getirim teorisinin merkezine yerleştirilse bile, sıra dışı yaklaşımlara ilişkin hala bir şüphe vardı ve buna bağlı olarak teklif-getirim işlevinden kaçınıldı ve sermayenin sınırlarında, farklılık getiriminin, kapitalizmin yaşayabilirliği ve uzamsal biçimi için merkezi olan olumlu bir düzenleyici rol oynadığına izin verildi, ancak bu toprağın kullanımı için teklif veren rakip kullanıcıların getirimin merkezi mekanizmasını ve ana teori gövdesini görmezden gelmesine neden oldu.

 

Nihayetinde bu durum, toprak sahiplerinin eylemlerini işlevselciliğe bağımlı bir sınıf olarak açıklamasını sağladı ve teklif-getirim sürecini analiz etmedeki başarısızlık, teorik genellemenin temeli olması gereken çok önemli bir mekanizmayı kara kutuya koyarak daha geniş bir Marksist toprak pazarları teorisini imkânsız hale getirdi.

İkincisi, bir kategori olarak mutlak getirimin reddedilmesi temelinde, tekel getirimlerinden uzaklaşmak, ekonomistlerin kafasını karıştırmıştı. Burada mutlak getirimin tanımı, Marks’ın 19. yüzyıl tarımındaki varlığını açıklamak için tanımladığı değer yaratma dinamikleri olarak anlaşıldı: sermayenin yaratılan endüstriye girişinin önündeki engeller, toprak sahiplerinin sınıf-tekeli ile rekabetini sınırlandırdı ve sermayenin daha yüksek bir organik bileşimine ve dolayısıyla daha fazla artı değer üretilmesine izin verdi. Bu tanım temelinde pek çok kişi kentsel bağlamda mutlak getirim olasılığını reddetmeye başladı.

Bununla birlikte, mutlak getirimi, toprak sahiplerinin daha yüksek bir organik sermaye bileşimi yaratabilmeleri nedeniyle, ortaya çıkan bir getirim olarak tanımlamak, gereksiz yere yapılmış bir tanımdı ve yetersizdi. Oysa Marks, mutlak getirimi, getirimin var olduğu ve rekabette bir tür bozulma yarattığı için bir tekel fiyatının emredildiği bir durum olarak tanımlamıştı.

 

Ancak sınıf tekeli kavramı üzerine çalışılması, bunun modern bir kentsel bağlamda mümkün olduğunu gösterdi ve mutlak getirim tanımı için, bu tür analizler; yeniden keşfedilmeden önce, uzun bir süre göz ardı edildiği noktaya kadar kafa karıştırıcı olduğu görüldü ve ‘sınıf tekeli getirimi’ olarak kabul edildi, ancak daha geniş getirim teorilerine bütünleştirilemez veya bir mutlak getirim biçimi olarak kabul edilemez.

 

Bu durum ayrıca, finansallaşmış bir ‘bilgi’ ekonomisinde maddi olmayan malların getirimleri ile dolu çağdaş bir ekonomiye son derece uygulanabilir olması gereken yerde, Marksist bir tekeller teorisinin temelinin mevcut olmadığı anlamına da gelmesi bakımından ilginçtir.

 

Getirim kategorilerinin kesin tanımından bağımsız olarak, üretim fiyatına giren getirimlerin olduğu kabul edilirse, o zaman Neo-klasik mekânsal denge modelleri tutarsızdır.

 

Aynı zamanda, toprak sahipleri modelinin, farklılık getirimi şekillendirme alanı dinamiklerinde kilit bir mekanizmayı yakaladığı açıktır. Eksik olan bu kavrayışları kullanabilen, ancak sınırlamalarına karşı duyarlı olabilen ve onları tarihsel ve coğrafi olarak sınırlı toplumsal çekişme ve eşitsiz gelişme bağlamına yerleştirebilen bir heterodoks getirim teorisidir; toplumsal, yasal ve politik olarak üretilmiş ve yol bağımlılıklarının ve tekellerin mevcudiyeti tarafından tehlikeye atılmış olarak bazıları böyle sentetik bir yaklaşımı denemiş olsa da bu gelenekteki teoriler bir bütün olarak arazi piyasasının dinamiklerini hesaba katmayı başaramadı ve bunun yerine esaslı politik ekonomik analizden arındırılmış çeşitli kurumsalcılık tonlarına güvenilmeye başlandı.

 

Getirim teorisinin düşüşünün de kısmen [belki de öncelikle] meta-teorik olduğunu tahmin edebiliriz. 1980’ler yapısalcılığın genel olarak reddedildiğini ve buna eşlik eden bir ‘kültürel dönüş’ ve parçalanmış metodolojik yeniden yapılanma gördü. Getirim teorisi, yapısalcılıkla yakından ilişkiliydi ve coğrafyanın felsefi olarak yeniden temellendirilmesinin de erken bir zayiatıydı.

 

Yine de, eleştiri için seçilen Marksist kentsel ekonomi politiği, doğası gereği çoğu zaman yapısalcı olsa da, bunlar farklılıklara ve değişime açık teorilerdir ve yüksek getirim olması gereken alanların, getirimlerin çok düşük ve hatta negatif olduğu ayrılmış ve yıkık alanlara nasıl dönüştüğünü analiz eden bilim insanlarının çalışmalarına konu oldu. Bu çalışmaların amacı; bu sürecin bazı alanları sosyal ve fiziksel değişime nasıl hazırladığını analiz ederek, kirada büyük bir artışa işaret ediyor; temeldeki yapıların her zaman ve her yerde aynı sonuçları yarattığını iddia etmektense, farkı ve değişimi açıklayabilen yinelemeli ilişkiler için yeni getirim teorileri yaratmak daha önemli olacaktır.

 

Bununla birlikte, getirim teorisinin her bağlamda araziyi içeren her süreç için, tek bir açıklayıcı yapı sağlamaya çalıştığı şeklindeki yanılgısı da birçoğumuz tarafından bu teorinin reddedilmesi için bir temel olmuştur.

 

Yukarıda belirtildiği gibi, bu anlaşmazlık döneminde iki ana kamp gelişti: genelleştirilebilir yasalar türetmeye çalışan ‘Nomotetik’ bir kamp; ve genel bir getirim teorisine dayanmak yerine mülkiyet gelişiminin belirli sosyal ilişkilerini tanımlamayı savunan bazı ekonomistlerin önderlik ettiği bir ‘İdiografik’ kamp. Bu ekonomistler, bazı büyük genel teorilere yönelik jestler yapmaktan daha ayrıntılı tarihsel durumlara bakma yönündeki tavsiyelerini takiben, belirli bir çerçevede yerleşik fail kümelerini tanımlamaya odaklanacak bir ‘sağlama yapıları’ yaklaşımını savunmuşlardır.

 

Ancak, getirimin etkileri tarihsel koşullara bağlı olsa da, zaman içinde bu noktalarda toprak mülkiyetinin işleyişini yapılandıran koşulların hala kuramsallaştırılmasının tamamlanmadığının bilinmesi gerekir; getirim mekanizmalarını analiz etmek ve sonuçlarını değerlendirmek bu teorileştirmenin bir parçasıdır ve getirimin arazi pazarlarını ve mülk gelişimini anlamanın yalnızca bir yönü olduğunu vurgular.

 

Mülk piyasalarındaki çeşitlilik ve kurumların önemi üzerinde böyle bir vurgu, kuşkusuz gerekliydi, ancak ekonomistlerin bundan nasıl kentsel getirim teorisinin ölümünü dile getirmeye çalıştıkları konusu da açık değil, gerçekte ilişkilerin soyut bir getirim ilişkisinden çok daha fazlasını içerdiği aşikârdır.

 

Ayrıca şunu da ekleyebiliriz, getirimin dinamikleri belirli bir sosyo-mekânsal sonuca karar veren yalnızca bir yön olsa da, herhangi bir kapitalist bağlamda bulabileceğimizi bildiğimiz tek şeydir [kapitalizmin kendisi tarihsel olarak özgül bir ilişkiler dizisidir] ve arazi piyasalarının doğasını ve varlığını koşullandıran bir dizi gerekliliğe tekabül eden tek şey… Bu, mekanik veya deterministlik oldukları anlamına gelmez. Aslında, belirli sonuçlara ilişkin çok az tahmin gücü sunarlar. Ancak, buradan bile, kesinlikle herhangi bir analizin çok önemli bir bileşeni oldukları anlamını çıkarabiliriz.

 

YENİ BİR GETİRİM TEORİSİ:

Bizim getirim teorimize yönelik eleştirimiz, onun her şeyi her bağlamda açıklamayı amaçlayan bir teori olarak çürütülmesine dayanıyordu. Ancak bunun evrensel bir getirim teorisi eleştirisi olduğuna işaret etmek gerekiyor. Teori, pek çok örneğe uygulanabilen genellenebilir yasalar arama anlamında genel bir teori değildir. Getirim teorisiyle ilgili sorun, genelliğini verili olarak alıyor görünmesiydi, yoksa bu tür genellemelerin deneysel olarak gözlemlenen mekanizmalar yoluyla doğrulanmasının gerekli olduğu bilinmelidir.

 

Toprak sahiplerinin topraklarını giderek artan bir şekilde finansal bir varlık olarak görme eğilimini tam da böyle bir mekanizma olarak tanımlamak gerekir, çünkü toprak bir meta olarak harekete geçirildiği sürece, toprak sahipleri genel birikim yasalarına tabi hale gelecek ve getirim-uzay üzerinde koordine edici bir işleve sahip olacaklardır.

 

Başlangıçta bu eğilim ortaya konuldu, ancak bazı ekonomistler, teorik olarak sermayenin mantığına içsel olarak yerleştirilmiş eğilimlerden çıkarılamayacağını, bunun yerine toprak ağalarının bu davranışlarını açıklayarak, konunun deneysel olarak araştırılması gerektiğini savunarak, Marks’tan ayrılıyor. Dolayısıyla, üretim sistemi içinde getirimi açıklayan eski getirim teorisinin aksine, ‘yeni’ bir getirim teorisi, toprağın varlığı, kapsamı ve anlamı noktasında; toprak olma eğiliminin deneysel keşfine dayanır ve saf bir finansal varlıktır ve ekonomistlerin pek çoğu, kirayı açıklamak için emlak piyasası dinamiklerinin beklenmedik durumlarına ve buradaki aktörlere odaklandıkları için, döngüsel teoriler sundular. Ancak, aynı zamanda da getirim arayışı ile ilgili çalışmaların yapılması gerektiğine dikkat çektiler.

 

Bu durumda, getirim aracılarının doğasıyla ilgili tek endişe, bu analizi ne sermaye üretimi ve dolaşımının dinamikleriyle ne de arazi kullanımıyla ilişkilendirmeden toprak sahiplerinin/ mülk geliştiricilerinin arazi fiyatları üzerindeki etkisine odaklanılmasına neden olduğu görülmüştür. Tersine: bu totoloji ancak aşılabilir. Getirim teorisi gayrimenkul sektörünün dinamiklerini kabul ederse, kirayı açıklamaz, bunun yerine onun varlığını ve kullanıcıların bu kirayı ödeme gücünün değişen durumunu varsayar.

 

Bu varsayım, getirimin çeşitli aktörlerini, doğrudan isteklendirmelerini ve sosyal ilişkilerini tanımlayan kurumsal yaklaşımlar üzerinde bir siyasi ekonomik kategori olarak getirimin herhangi bir bağlayıcı analizi olmaksızın bir yakınlaşmanın olduğu son 25 yıldaki getirim literatürünü okumamızla uyumludur.

 

Bunun etkisi, ekonomistlerin toprak ve sermaye arasındaki herhangi bir temel farkı inkâr etmelerini örtük olarak yeniden üretmek oldu. Pratikte araziden elde edilen kira gelirleri, sermayeden ayırt edilemeyen saf finansal varlıklar olarak muamele gördü; ancak bunu yapmak için karmaşık bir dizi kurumsal, düzenleyici, sosyo-kültürel, hesaplayıcı ve politik uygulamalar gerekir. Bunları hesaplayıcı uygulamalarla ilgili literatürde [ = belgelemede] çok başarılı olduk, ancak bunu yaparken getirimin esas olarak sermayeden farklı olduğu uyarısını da ‘unutma’ eğiliminde olduk. Gerçek uygulamada getirim ve sermayenin birleştirilmesi, tam da bu nedenle kapitalizmin temel bir çelişkisidir ve sosyo-mekânsal yapılandırmalara uygulanan felaketli piyasa ‘rasyonalizasyonu’ döngüleriyle sona erer. Bu birleştirmeyi analize yansıtmak, pratiğin bu çelişkisini, teoriden tekrar üretmektir.

 

KİRA TEORİSİ YAKLAŞIMI:

 

Bu incelemenin geri kalanında, bu sihirli döner kavşaktan türediği söylenebilecek önde gelen çağdaş yaklaşımlara bakacağız: kentsel politik ekonomi geleneğinde sermayenin yerleşik hayata girişine odaklanan ‘sermaye değiştirme’ yaklaşımları geniş bir kuramsal perspektifler yelpazesinden geliştirilen, ancak tümü bir şekilde rehberlik çerçevesi olarak getirimin örgütleri ve aktörlerinin kuramlaştırılmasına açık bir şekilde odaklanan kira teorisi yaklaşımlarıdır.

 

Bu yaklaşımlar, getirim literatürünün gelişiminin geçiş aşaması içinde yer alacak ve kendisini açıkça kentsel süreci yapı ve dinamiklerle ilişkili olarak kavramsallaştırmaya çalışan kentsel politik ekonomi sorunsalına yerleştirecektir.

 

Yeni bir getirim teorisinin kutsadığı şeye doğru hareketini ve varlığını destekleyen şey, bu üretimci odağın giderek artan bir reddidir ve yapılı çevreye yatırım akışlarına odaklanmaktadır. Bu reddetme, yapısalcılığın bir özelliği olarak algılanan üretime odaklanma ile coğrafyadaki meta-teorik değişikliklerle iç içe geçmiştir:  yapılaşma teorisinin yapılı çevrenin gelişimi doğrultusunda uygulanması, imalata boyun eğmek yerine, finansallaşma ile bağlantılı olmak anlamına geliyor.

 

Ancak şaşırtıcı bir şekilde, gayrimenkulün üretimindekilere göre özerk dinamiklere sahip olduğu anlayışı, sermaye üzerinden kâr kategorisinden oldukça farklı olarak toprak üzerindeki getirimin ekonomik kategorisinin herhangi bir keşfini kışkırtır. Sonuç, mülkiyet geliştirmenin koşullu uygulamalarını vurgulayan, bununla birlikte, kiranın temellük edilmesiyle ilgili tüm sürecin kalbindeki tek şeyi kara kutuya koyan ve böylece aynı zamanda kendi içgörülerini belirli bağlamın dışında genelleştirmenin temelini baltalayan çalışmaların da [getirimin isteklendirmeleri ve mantığına karşı araştırmalar ve benzeri] çoğalmasına sebebiyet verdi.

 

Yine de bağımsız olduklarını iddia etmiyor kira dinamikleri… Daha ziyade, neyin inşa edildiği ve nerede inşa edildiği, mevcut kira seviyeleri ve getirilerinin yanı sıra çeşitli mülk geliştirme ve yatırım çıkarlarının eylemleri, algıları ve isteklendirmeleri tarafından belirleniyor ve onun sıra dışı bir emlak piyasasındaki gelişimine ilişkin deneysel analizi tam olarak söz konusu belirli mülklerden gelir sağlamak için yatırımcı gereksinimlerinin ve mülk geliştiricilerin kira mekanizmalarının güdümlemesinin birleşimine bağlıdır ve  bu yaklaşımda ekonomistler tarafından yakın zamanda sunulan türden bir analizle birleştirilmiştir.

 

Konut fiyatları ile ekonomik gelirlerin coğrafi olarak sınırlandırılmış üretimi ve dolaşımı arasında bağlantı kurmaya çalışan ülkemizde, artık üretim dinamikleri ile getirimlerin dolaşımını birbirine bağlayan teorilerin gerekirci veya üretimci olmadan nasıl inşa edilebileceği hayal edilebilir durumdadır.

 

Bu makale, kira analizini finans ve gayrimenkul arasındaki bağlantıların bir hesabıyla değiştirmenin neden sorunlu olduğunu özetliyor. Bu arada, bir finansal varlık olarak kentsel arazinin mobilizasyonuna ilişkin literatürde; ekonomistlerin getirim doruklaştırmasına odaklanmayı reddediyor olmaları da göz ardı edilmemelidir.

 

Ayrıca, finansallaşma kavramını özelliklerine bakılmaksızın tüm toprak sahiplerini etkileyen genel bir süreç olarak benimseyen bu yaklaşım, paradoksal bir biçimde, mali piyasaların ve yatırımcıların artan önemiyle tam olarak ilgilenmez.

 

Önerdiğimiz sorun, bunun tam tersidir. Literatürün ve finansallaşmanın özelliklerine bakılmaksızın tüm arazi sahiplerini etkileyen eşit bir süreç olduğunu iddia ettiklerini iddia etmek, araziyi bir finansal varlık olarak görme eğilimini ve bununla bağlantılı olarak araziyi değiştirme eğilimini açıklarken, arazi sahibinin özelliklerini ve tam olarak tarihsel olasılıklarını vurgulayan bu çalışmamızın da bütünlüğünü ihmal etmekten geri durmaz.

 

Bu literatürün çoğunun merkezindeki sorun, belirttiğimiz gibi, toprak sahiplerinin eylemleri ile kentsel arazi piyasasının işleyişini kontrol eden bir mekanizma olarak getirimin rolü arasındaki karışıklıktır ve bu sorun, bu karışıklığı yeniden üretmekle kalmaz, aynı zamanda yatırımcıların öznellikleri olarak arazi piyasasının dinamiklerini gizleyerek onu daha da derinleştirir.

 

Bu nedenle, geliştiriciler, piyasa koşullarının ışığında kârlı olduklarını düşündükleri için geliştirmenin yüzey alanı üzerinde belirli taleplerde bulunur,  piyasanın samimi bir anlayışını ileri sürme temelinde özel tahsisatlar talep eder ve bölgedeki daha geniş yapılı çevrenin belirli özellikleri aranır çünkü bunların hem yeniden satış hem de kiralama likiditesini etkilediğine inanılır ve tüm bunlar geliştiriciler ve yatırımcıların beklentilerinin kentsel gelişmeyi şekillendirdiğinin bir kanıtı olarak sunulur.

 

Bu yatırımcıların, belirli bir arazi parçası ve belirli bir arazi piyasasındaki getirimin maksimize edilmesine yönelik stratejilere tekabül edebileceği fikrini benimsemek yerine, beklentilerinin bir analizinin yapılması; uluslararası yatırımcıların ve onların yerel aracılarının piyasa hakkında beklentilerinin oluşması bakımından da çok önemlidir.

Sonuç olarak, söz konusu beklentilerin analizi, yatırımcıların suçlamış oldukları ‘radikal idealizm’e çok benzemeye başlar.

 

Daha hayırsever bir yorum olarak, onların yaklaşımlarının, ‘çatışma kurumsalcılığı’ olarak adlandırdıkları bir biçime denk geldiği görülmektedir ve finansallaştırılmış bir ‘tedarik yapıları’ yaklaşımının geliştirilmesi çağrısında bulunurken, buna yönelik bir jest yaptıkları da düşünülebilir.

 

Ancak, ne kavramı tanımlarlar ne de analizde kullanırlar. Bu, getirim teorisinin esaslı ekonomik politik analizinden yoksun bırakılan sermayenin yapılı çevreye girişiyle ilgili politik ekonomi yaklaşımlarının, nasıl daha ziyade geçici bir kurumsalcılık üzerinde birleşmeye başladığının da bir göstergesidir.

 

TOPRAK, İNSANIN KURUMLARIYLA AYRILMAZ BİR ŞEKİLDE ÖRÜLMÜŞ BİR DOĞA ÖĞESİDİR:

 

Marks’a göre; devlet kurumu, getirim olasılığını yaratmada çok önemliydi, çünkü toprak tekelleştirilebilir ancak bu tekelleşme mülkiyet hakları [devletler tarafından tanımlanır ve sürdürülür] yoluyla olur. Kurumsal olarak sağlanan bu düzeltici yaklaşımlar, kuramsal biçimselleştirmeleri ve kurumların rolünü yalnızca mülkiyet başlıklarını zorlamanın ötesinde genişletmeleri ve ayrıca mülkiyet rejimlerinin ve uygulamalarının karmakarışık oldukları konusundaki ısrarlı çabaları açısından önemlidir.

 

Bununla birlikte, kurumsalcılığın kendisi ülkemiz mülkiyet araştırmalarında kurumlara ilişkin incelemelerin gösterdiği gibi, farklı yaklaşımlar arasında çok az paylaşılan epistemolojiler veya yöntemler yoluyla, genellikle belirsiz bir şekilde tanımlanmış kavramlara sahip olan geniş bir çadırdır.

Belki de kurumsalcı yaklaşımlarla ilgili en dikkate değer şey, bir kurumun ne olduğu ve bir kurumlar teorisinin hangi statüye sahip olması gerektiği konusunda, ortak bir tanımın olmamasıdır.

 

Bu bağlamda, iki ana tanım tespit ettik: mülkiyet hakları çerçevesine dayanan ‘resmi’ [kuruluşlar ve kurumlar arasında kurallar olarak ayrım yapılır] ve mülk geliştirme ile ilgili şirketlerin kurumlar olarak anlaşıldığı ‘gündelik’ tanım, terimin sağduyu anlamına hitap ettiği temelinde geçici tanımı benimsemesi, bizim kurumsalcılık [geçici olarak “çatışma kurumsalcılığı” dediğimiz şey] hakkındaki eleştirilerimizle şu temele oturmakta gibi görünüyor: burada açık bir kurumlar teorisi ve bunların nasıl çalışacağı bilgisi yoktur, daha ziyade unsurlar geçici açıklamalarda bir araya getirilir. Gerçekten de, bir hüküm yapılarını savunması, kendi içinde tam bir teori değildir [daha ziyade] kurumların ve rollerinin nasıl inceleneceğine ilişkin bir dizi ifade olarak yaklaşır.

 

Bununla birlikte, bu bizler için bir çelişki değildir, çünkü bizler, kurumları analize dâhil etmek için daha fazla açıklayıcı güç sağladığımızdan diğer teoriler için bir ‘civata’ olarak, bir kurumlar teorisi ile yetiniyor görünmekteyiz.

 

Tasarladığımız şey budur: kurumlar ve diğer teorilere eklenebilecek arz/talep ve aracılık etmedeki rolleri hakkında teorik yönergelerdir.

 

Ancak bu çerçeveyi kullananların çalışmalarında eksiklik var, konut arzını etkileyen faktörler üzerine bir çalışma sunarken, çerçeveyi ülkemiz şehirciliği bağlamında kullanmak yararlı olacaktır ve kurumsalcılığa ‘bolt on’ bir yaklaşımın, kurumların temel teoriye ters düşen deneysel sonuçlarını açıklamak için konuşlandırılan bir eski makine haline gelme riskini taşıdığını da görmek zorundayız.

 

Ayrıca, kurumları işlem maliyetlerine indirgeyen yeni kurumsal ekonomide, [yerleşik olarak] kurumları arazi piyasaları teorisine dâhil eden bir teori inşa etmek için daha gelişigüzel tanımlanmış ‘eski kurumsal yaklaşımlara’ bakarak, bunu tamamlamayı hedeflemek ise, çok yanıltıcı sonuçlar doğurabilir ve ana akım iktisadın tümden-gelimli, tahmine dayalı model yapımına yöntembilimsel bağlılıklarını sürdürmüş olurlar ve bu değerler dizisi içinde ‘çıkar’ bağlamını açıklamak için uyarlanmış kısmi teoriler yerine, kurumları hesaba katan [tercihleri ​​verili olarak almaya dayanan Neo-klasik bir yöntem içinde] genel bir piyasa teorisi inşa edemeyeceklerini görürler ve onların getirimi ele alışları, politik ekonomi literatüründe öne çıkan ve bir önceki bölümde özetlenen getirimin bulanıklaştırılmasının bir göstergesidir. Kısacası, getirim teorilerinin uygulanabilirliğini reddederler ve sermayenin yapılı çevreden nasıl aktığını anlamanın sermayeye yatırım yapan finansal vurguncuları anlamak olduğunu iddia ederler. Bununla birlikte, çerçeveleri, arazi kirası ve kentsel gelişmeye yönelik daha sentetik bir yaklaşımın potansiyelini göstermektedir.

Gerçekten de, aracı odaklı kurumsalcılık lehine arazi piyasalarına yönelik ekonomik yaklaşımlara şüpheyle yaklaşırken içsel bir karşılıklı münhasırlık yoktur. Kurumsalcılık ana akım ekonomiye bağlanabilir ve politik ekonomi perspektifinden bakarsak, kurumsal yaklaşımların arazi ve kira anketi üzerinde varyasyonlar olduğunu söyleyebiliriz.

 

Toprak, insanın kurumlarıyla ayrılmaz bir şekilde örülmüş bir doğa öğesidir teması, şaşırtıcı değildir ve biz, toprağın metasının kendisini, ‘hayali’, yani bir üretim sürecinin sonucu olmasının aksine, yalnızca toplumsal inşa yoluyla elde edilen bir meta olduğunu kabul ettik.

 

Durum böyleyken, kurumsal faktörler; temelde genel olarak piyasayı şekillendiriyor ve ilgili kurumlara katılımları sonucunda doğrudan kendi mallarının biçimini, içeriğini ve kârlılığını şekillendirmeleri bakımından toprak sahipleri için nispeten benzersiz bir konuma yol açıyorlar. Toprağın kurumsal ve bir meta olarak kurulması ile bu metanın piyasa açısından somut ve dolayısıyla genel birikim yasalarına tabi olması arasında temel bir mantıksal çelişki yoktur. Getirim açığı literatürü, getirim teorisinin kentsel düzeyde tutarlı bir uygulamasıdır ancak daha geniş getirim teorileştirmelerinden tuhaf bir şekilde yalıtılmış, sentetik bir kavramsal araç sağlar.

 

Soylulaştırmanın nerede ve neden gerçekleştiğinin bir açıklaması olarak, getirim açığını geliştirdik. Arsa kirası ve konut değerinin, konut fiyatını oluşturan ayrı bileşenler olduğunu vurgularsak -konutlar yaş aldıkça- konut fiyatı, konut değeri ve anaparaya dönüştürülen arsa getirimi düşer, ancak potansiyel toprak kirası sabit kalır veya hatta [daha merkezi yerlerin daha yüksek arsa kiralarına sahip olduğu ve anakent alanı genişledikçe bunların yükseleceği varsayımını takiben] yükselir.

 

Ben potansiyel ve sermayeleştirilmiş toprak getirimi arasındaki bu farkı ‘kira açığı’ olarak adlandırdım. Zamanla, getirim açığı, araziyi yeniden geliştirmeye ve/veya yeniden değerlendirmeye ve yatırım çekmeye yetecek kadar kârlı hale geldiği noktaya kadar genişler ve ardından açılan boşluk, mülk temelli sermayenin eylemleriyle kapatılır. Bu arz yönlü açıklamada, soylulaştırma; insanların değil, sermayenin şehir hareketine dönüşü görüşünü temsil eder.

 

KİRA AÇIĞI TEORİSİ:

 

Kira açığı teorisi, getirim dinamiklerinin yapılı çevreye yapılan yatırımın coğrafyalarını ve zamansallığını nasıl belirlediğine ilişkin güçlü bir anlayış sunar. Ekonomistlerin soylulaştırma açıklaması, bazı eleştirilere maruz kalmasına rağmen, talep yönlü açıklamalar pahasına 1980’ler boyunca konuyla ilgili literatüre egemen oldu.

 

Biz, iki tür toprak getirimi [anaparaya dönüştürülmüş ve potansiyel] arasındaki ayrımın, arazi kullanımındaki değişikliklerin ne yerinin ne de zamanlamasının açıklanmasına katkıda bulunmadığını savunduk.

 

Bizler için getirim, tanımı gereği, yalnızca mevcut arazi kullanımına dayanır ve kavramsal olarak potansiyel getirimden bahsetmeyi imkânsız hale getirir. Onun Neo-klasik açıklamasında, yalnızca mevcut ve potansiyel, uygulanabilir arazi kullanımları arasında bir fark olabilir, çünkü arazi kirası ve değeri, geleceğe ilişkin algılar değişir-değişmez değişir ve arazi kullanımının değişmesini beklemez.

 

Başka bir deyişle, gelecekteki herhangi bir potansiyel getirim, cari getirim yani aktifleştirilmiş getirim, fiili kullanımdan bağımsız olarak arazinin en iyi kullanımını yansıtacak şekilde ayarlanmıştır.

Bu eleştiri, değişimi hesaba katamayan Neo-klasik bir yöntemden kaynaklanmaktadır: arazinin fiili kullanımından veya herhangi bir bilgi ve/veya güç asimetrisinden bağımsız olarak en iyi fiyata anında ve otomatik olarak ulaşılacağını varsaymaktadır. Bize göre bu durum, zevklerin çürütülmesine odaklanan radikal bir idealizmdir.

 

Bu arada, ben; kira açığı teorisiyle ilgili olarak yanlış anladığım bir dizi teknik noktaya dikkat çekiyorum ve orijinaliyle karşılaştırıldığında kira açığının düzeltilmiş bir temsilini sunuyorum ve vurgunculuğun arazi kiralarını daha önce artırmasına izin veriyorum. Ayrıca, burada amaç, öne sürdüğüm gibi, getirim açığı teorisinin öngörücü olması değildir. Soylulaştırmanın coğrafyasını belirli zamanlarda belirli yerlerde anlamak için açıklayıcı bir araç olmasıdır.

 

Biz, getirim açığı teorisini, içine yerleştirildiği daha geniş teorik çerçeveden, yani kentsel ölçekte eşitsiz gelişmenin politik ekonomik teorisinden yanlış bir şekilde ayırıyoruz ve yapılı çevrede değerlerin yakalanması için getirim açığı teorisinin sınırlarını, belirli bir mahallenin bakış açısının benimsenmesinde buluyoruz.

 

Bu makalede, potansiyel arazi getiriminin anakent ölçeğinde ve sermayeleştirilmiş arazi getiriminin ise mahalle ölçeğinde belirlendiği ve temelinde getirim açığı teorisinde ölçeğe daha fazla dikkat gösterilmesi gerektiği savunulmaktadır. Gerçekten de, ‘potansiyel getirim’in azaltılması için talep yönlü faktörlerin ve getirimin daha geniş dinamiklerinin bir bütün içinde olması önemlidir.

 

Bu sonuncusu ile ilgili olarak, getirim teorisi kategorilerine saplanıldı –  ve bunun daha çok getirim açığı ile toprak getirim teorisi arasında sempatik ama kesin bir mesafeyi öngördüğü söylenebilir.

 

Daha geniş bir getirim analizine olan bağlantı, getirim açığı teorisyenlerinin eşitsiz kalkınmaya yaptığı vurguda açıkça belirtilmiş olsa da, bizim özel sayı ve birimle ifade edilen nicelik odaklarımız, hem getirim açığı teorisini hem de belirli bir gelişmede iş başında olan getirim mekanizmalarının bir analizini yerleştirmede oldukça istisnai bir durumdur.

 

SONUÇ:

 

Özetlemek gerekirse, toprak; onu genel olarak sermayeden ayıran ve bir getirim teorisi gerektiren bir üretim faktörü olarak benzersiz özelliklere sahiptir.

 

Şöyle ki, getirim, bir yanda belirli türden bir toprak arzı tarafından belirlenir ve bu tür arzdaki kıtlıklar tekel getirimleri yaratır ve böylece, o belirli arazi parçasının sağladığı üretkenlik ve/ veya fayda artışı da farklı getirimlerin yaratılmasına neden olur.

 

Kentsel bağlamda yaklaşık bir mekanizma olarak bu farklılık getirimlerinin yönleri, Neo-klasik modeller tarafından iyi bir şekilde yakalanır ve toprak mülkiyetinin tekelci ve sosyal olarak inşa edilmiş doğasının yönleri, kurumsal analizlerle iyi bir şekilde yakalanır; ancak eleştirel literatürde, kurumsal yaklaşımlara yakınlaşma ile birlikte, getirimin ortaya çıkışı ihmal edildi ve bu nedenle, sermayenin topraktan nasıl aktığının anlaşılması savunulamaz hale geldi.

 

Bunu yaparken eleştirel literatür, hem ana akım ekonomik analizin hem de toprağı finansal bir varlık olarak gören yatırımcıların mevcut uygulamaları, toprak ve sermaye arasındaki birleşmeyi yeniden üretti ve böylece eleştirinin merkezinde olması gereken önemli bir çelişkiyi gözden kaçırdı.

 

Heterodoks getirim teorisi, ‘kopuşu’ sonrasında ortaya çıkan üç büyük sorun nedeniyle – ki biz bunu önerdik – harap bir duruma düştü. Burada, kirayı yeniden analizin merkezine oturtmak için ilgili önerilerle birlikte, bunları yeniden özetlemekte yarar görmekteyim.

Birincisi, kentsel arazi getirimi bağlamında, yapısalcı açıklamaların reddinin yanı sıra getirim teorisinin uygulamalarına ilişkin bir karışıklık, analizleri genel bir getirim teorisine bağlamaktan ziyade, koşullu dolayımları ve faili faktörleri vurgulayan yaklaşımların çoğalmasına yol açtı. Bu, genellikle aracı faktörlere yeterince dikkat etmeyen bir literatür için önemli bir düzelticiydi.

 

Bununla birlikte, konuyu telafi edici bu teorisyenler, getirimin kurucu kurumlarından farklı bir ekonomik kategori olarak, aktörlerinin tipolojisinden ayrı bir ekonomik kategori ayırt etmekte başarısız kaldılar ve hayali sermayeden de oldular.

 

Genel olarak tüm bunların önemine yapılan vurgu, getirim mekanizmalarının dinamiklerini dikkate alarak birleştirmeye çalışırken, ayrıca bu sihirli döner kavşağa bir alternatif örneği de sunmak gerekmektedir.

İkincisi, [temel değer dinamiklerinin aksine] fiyatın fenomenal biçimine odaklanan teorilere ilişkin çekincelerdir ve Marksistler farklılık getirimini getirim teorisinde merkezi bir yer olarak kabul ettiklerinde bu durum, teklif-getirim mekanizmasına çok az ilgi gösterildiği anlamına geliyor. Bu onların toprak ağalarına ilişkin açıklamalarını işlevselci bir sınıf haline getirdi ve daha geniş bir arazi piyasası anlayışından kopardı.

 

Dolayısıyla, bu gelenekteki araştırmacılar, araştırmalarını arazi piyasasının makro düzeydeki analizleri ve teorileriyle ilişkilendirmek yerine, öne sürdüğüm gibi, getirim kategorilerini siyasi bir buluşsal yöntem olarak benimseme eğiliminde olmuşlardır. Ve bu görüş, kira konusunu tamamen karıştırmıştır. Teklif-kira mekanizması, arazi piyasasını işlevselciliğe kaymaktan kaçınacak şekilde anlamak için çok önemlidir ve güç, sermaye birikimi ve buna bağlı eşitsiz gelişme ile de bütünleştirilmelidir.

Üçüncüsü, mutlak getirimin statüsüne ilişkin bir kafa karışıklığıdır ve kargaşaya yol açmıştır. Bu durum, kentsel mülkiyet piyasalarını anlamak için sınıf tekeli getirim kavramını kullananlarda olduğu gibi, analiz için mutlak getirimin kaçınılmaz olduğu yerlerde bile, getirim dinamiklerine ilişkin daha geniş anlayışlarla uyum eksikliği olduğu anlamına gelir.

 

En sinir bozucu olanı, mutlak getirimdir ve genel Marksist tekel teorisinin temeli olmalıdır ve onun ihmali, teoriyi toprağın ötesine, bir getirimci sınıfının varlığının getirim yarattığı diğer durumlara genişletmek için potansiyel olarak verimli bir zemini engellemiştir [örneğin, kârın fikri mülkiyet haklarının dayatılmasına bağlı olduğu maddi olmayan emtialar ve genel olarak ekonomi genelinde finansallaşma süreci] aslında, o zaman, bu getirim biçimi, bugün Kapitalizm’i anlamak için merkezi kategori olmalıdır.

Güncel ‘Antroposen’ ve ‘Gezegensel Kentleşme’ tartışmaları arasında, en hafif tabirle, Kapitalist coğrafyanın yeniden yapılandırılmasının ekonomik dayanak noktasının gündemden tamamen düşmüş olması şaşırtıcıdır. Kapitalist ve mekânsal dinamiklerin karşılıklı etkileşiminin ve getirim ilişkisi yoluyla metabolizmalarının coğrafya ve kentsel çalışmaların tam merkezinde yer alması makul bir şekilde beklenebilir.

 

Bir toprak getirimi teorisi, yalnızca kırsal arazi politikalarının analizleri ve özellikle de geniş ölçekli arazi gaspına ilişkin güncel meseleler için gerekli değildir, aynı zamanda kentsel politik ekonomi ile filizlenen yaşam arasındaki önemli bir bağlantıdır.

 

Ayrıca, geçen yüzyılın meydan okuması ile toprak getirim teorisini kentsel bağlama uygulamak, finansal araçlar yoluyla getirimci gelir akışlarına giderek daha fazla bağımlı olan bir Kapitalizm’in analizinde getirim kategorilerini toprağın ötesine taşımak gibi görünüyor.

 

Enstrümanlar [yakın zamanda gayrimenkul bağlamında türev getirimler olarak teorileştirildi], karbon ticareti örneğinde olduğu gibi mülkiyet hakları tarafından uygulanan maddi olmayan emtialar ve dijital platformlarda sözde ‘paylaşım ekonomileri’; buna paralel olarak, çağdaş toplumsal mücadeleler giderek bu yeni ve eski getirim biçimlerinin varlığı ve dağılımı üzerinde odaklanmaktadır.

 

Gelecekteki araştırmalar için zorluklar çok çeşitli ancak kavramsal temeller mevcut ve toprağın, şehirlerin ve Kapitalizm’in analizine ciddileşmenin ve getirimi geri getirmenin zamanı geldi.

 

DİPNOTLAR:

Leontiev, L. (2020), Marksist Ekonomi Politiğin İlkeleri (çev. Kenan Somer), Sol Yayınları, sf.151.

 

Marx, K. (2011). Kapital, I. (çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan). İstanbul: Yordam Kitap, sf. 707.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl