Ana Sayfa Röportaj ÖLÜ KUŞLARIN DÜŞÜNCELERİNİ SORGULAYAN ADAM: HAKAN UNUTMAZ

ÖLÜ KUŞLARIN DÜŞÜNCELERİNİ SORGULAYAN ADAM: HAKAN UNUTMAZ

ÖLÜ KUŞLARIN DÜŞÜNCELERİNİ SORGULAYAN ADAM: HAKAN UNUTMAZ

Şiirleriyle, şiir kitaplarıyla tanıdık onu daha önce. Bu kez de karşımıza bir öykü kitabıyla çıkageldi. Hakan Unutmaz’ın Kaos Çocuk Parkı Yayınları etiketiyle yayımlanan eseri üzerine kendisiyle güzel bir sohbet gerçekleştirdik.

dav

BELEMİR GÖKER: Kuşların ölüyken bile ne düşündüğünü sorgulayan adamla başlayalım: kimdir Hakan Unutmaz?

HAKAN UNUTMAZ: Kendi düşünde nefes alan biyolojik bir varlık işte, anlatmaya pek de değecek yaşantım yok ama abarta abarta anlatayım biraz. Denizli’nin Çivril ilçesinde doğdum. İşçi emeklisi bir babayla sevgi emeklisi bir annenin oğluyum. Üniversiteye kadar doğduğum ilçedeydim. Sonra sinema, tiyatro, müzik ve voleybol ile ciddi ciddi uğraştım. Sanırım kimlik arayışımı edebiyatta sonlandırdım. Âşık oldum, olduğum kadınla evlendim. Ülkenin kalabalığına uzak bir yatılı bölge okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalışıyorum. Aynı zamanda Kaos Çocuk Parkı’nda bazı dosyaların redaksiyon ve editörlük işlerini yapıyorum. Ara ara ulusal ve yerel basında gazetecilik serüvenlerim oluyor. Okulunu daha bitiremedim; üç yıldır devamsızlıktan kalıyorum.

Bu senin ilk öykü kitabın. Kitabın oluşumundan ve içeriğinden biraz bahseder misin? Bir de neden “K”?

Kuşlar Cesetken Ne Düşünür İbrahim, kendi adıma en değer verdiğim ve en korktuğum kitabım. Çünkü yazma konusunda çok da bilgi sahibi olmadığım bir türdür öykü. Kitaba adını veren öyküyle 6. Homeros Öykü Ödülü’nü alınca bir anda gaza gelip eskiden yazmış olduğum öyküleri düzenlemeye başladım. Bir de üzerine ilk defa yayım için gönderdiğim öykü Varlık’ta çıkınca dosyayı toparlayarak yayınevinin yolunu tuttum. Erken miydi, bilmiyorum ama içime hemen hemen sindiğini söyleyebilirim. On beş öyküden oluşan yetmiş altı sayfalık bir kitabım var elimde. Şehri de anlattım taşrayı da. Şehrin taşrasına da ayrı bir parantez açtım. K olayına gelince, kimse fark etmeyecek diye korkuyordum ki imdadıma yetişmiş oldun. Dosyayı hazırlarken on bir öykünün adının “k” ile başladığını görünce bütünlüğü bozmak istemeyip geri kalan dört öyküyü de aynı sesle başlayanlardan seçtim. Giriş kısmına da “kire, kibre, korkuya” yazarak tamı buldum herhalde. Başka uçuk bir nedeni yok yani bu sesin.

dav

İlk kitabını yaklaşık dört yıl önce çıkarmışsın. Şimdiyse yayımlanmış on kitabın var. Sence bu biraz fazla değil mi?

Elbette fazla. Başta eşim olmak üzere çevremden de bu aceleye karşılık olumsuz tepki alıyorum ancak bu da benim hastalığım işte. Tedavisine de yanaşmak istediğim söylenemez. Hatta arkadaşlarla bu hastalığa iki ayrı isim bile bulduk: küçük İskender’i kastederek “İskender Hastalığı” ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın kalabalık külliyatına selam veren “Dağlarca Hastalığı”. Günde ortalama üç saatimi edebiyata ayırıyorum ve bu üç saatin en az biri yazma uğraşıyla geçiyor. Yırtıp attıklarım haddinden fazla olmasına rağmen atmaya kıyamadığım sayfaları da kaybolmamaları için kitaplaştırıyorum. En büyük korkum bu işte: kaybolacaklar! Pişman mıyım? Hayır! Milletin ciddiye alıp almamasını açıkçası fazla umursadığım da yok. Ciddiliği gösterecek olan zamandır. Ve bu ciddiyeti sandıkta bulunmayı bekleyen müsveddeler ve her an hard diski yanma tehlikesiyle karşı karşıya olan dijital kayıtlardan ziyade matbu olarak elimde olması korkumu azaltıyor. On rakamı fazlaysa şu an yayıma hazır olan roman, tiyatro oyunu, öykü, deneme türlerindeki on dört dosyam ne olacak? Sanırım beni fena taşlayacaklar. Şaka bir yana ün sahibi olayım, adamakıllı tanınayım, şu türle anılayım gibi bir derdim de yok. Ben, edebiyatı zevk için yapıyorum. Bu zevki alırken de “aslında şöyle alman gerekiyor” diyen dostlara teşekkür ederim ancak iyiliğimi isteyen bu insanlara karşı açık konuşmak gerekirse bu müdahaleden pek hoşlanmıyorum.

Günümüzdeki öykü ve şiir okurunun durumunu nasıl değerlendiriyorsun?

Kelli felliler gibi “Günümüzde okur mu var!” safsatasına girmeyeceğim çünkü okur her iki tür için hep vardı. Kitap satışları elbette yükselip düşebilir. Bunu “okur yok” olayına indirgemek için teknolojiden biraz kopmuş olmak gerekir. Sadece kitap ve dergilerde değil, sanal ortamda da gezinen bir edebiyat mevcut, unutulmamalı. Onları okurdan saymayacak mıyız? Satışa etkisi elbette olumsuz olacak. Sanal sahtelik de gırla gidebiliyor. Mesela son kitabımın haber metnini beğenen insanların yarısı kitabı satın almış olsaydı şimdiye ilk baskıyı tüketmiştik. Okuru şiir ve öykü olarak ayırmak ne kadar doğru olur, bilmiyorum ancak ayırdığımı varsayarak her iki ortamı da gözlemleyebilmiş biri olduğumdan şiirin daha çabuk geçiştirildiğini düşünüyorum. Sanki öykü, son günlerde bu konuda daha şanslı gibi. Kabahatli aranacaksa da kabahatin kimde olduğu muamma.

Bu samimi sohbet için teşekkürlerimi sunuyorum.

Hakan Unutmaz, Kuşlar Cesetken Ne Düşünür İbrahim, Kaos Çocuk Parkı Yayınları, Ankara, 2018.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl