Ana Sayfa Röportaj DENİZ FENERİ KÜTÜPHANESİNİN SOFRASINDAKİ DÜNYA

DENİZ FENERİ KÜTÜPHANESİNİN SOFRASINDAKİ DÜNYA

DENİZ FENERİ KÜTÜPHANESİNİN SOFRASINDAKİ DÜNYA

Yıl 2008: Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü Sivrice Feneri’nin kiralanması için ihale açtı. Üç kez İstanbul Barosu başkanlığı yapmış bir hukukçu ve yazar Yücel Sayman ihaleye katıldı. Daha önce Beyoğlu’nda Tünel Pasajı’nın dönüşmeden önceki halinin işletmecisi, içindeki meşhur KaVe kafesinin sahibi ve şimdilerde ise tünele yakın Müellif Sokak’taki özel tasarım ürünlerinin bulunduğu Kameleon İstanbul, değerli antika parçaların ve galerisinin olduğu Artrium ve Bakkal dükkânlarının fikir sahibi ve direktörü olan eşi Hacer Sayman ile birlikte deniz fenerini restore ettiler. Artık Sivrice deniz feneri bir kütüphaneye; içinde yüzlerce kitabın, dosyaların, pulların ve değişik objelerin bulunduğu dünyanın ilk ve tek deniz feneri kütüphanesine dönüşmüştü. Biz de sevgili Yücel Sayman ve Hacer Sayman çifti ile onların saklı kalan lüks anlayışını konuştuk: deniz feneri, kütüphane, taşlar, ağaçlar ve topraklar…

‘…Kimi zaman kurtarıcıdır, kimi zaman boyun eğmeyen bir şeydir dimdik durur, kimine göre demokrasiyi temsil eder, kimine göre hırsızlığı, kimine göre yalnızlığın ifadesidir…’

Sizin bir deniz feneriniz var, ‘bizim fener’ diyorsunuz, bu nasıl bir duygu?

Yücel: Her insanın beyni farklı işliyor, bunun önemi çok büyük. Sonuçta fener dediğimiz belirli zamanda teknolojik olarak gelişmiş bir bina. Gemilere bulundukları yerin durumunu bildiren basit bir yapı. İnsan fenerler üzerine okuduğu şeylere göre hayal ediyor. İnsan için önemli olan o. Fenerle ilgili olarak bir yaşama biçimi oluşturabilmen önemli. Fenerler zaman zaman hırsızlık olayları için kullanılmış. Korsanlar gemileri yollarından çevirmek için yöntemler icat etmişler. Mesela ışığı farklı bir yere yansıtıyorlar, söndürüyorlar ya da yanlış kayalıklara götüren sistemler yapıyorlar. Böylece gemiler çarpıp batıyor ve mallara konuyorlar. Fenerde geçen bir sürü cinayet romanları da var. Cinayet meselesi okuyucuyu içine çeker. Deniz feneri bir yapı olmaktan çıkar ve bir kişilik kazanır. Kendinizin ona atfettiği bir kişilik. Şimdi biz buna bizim fener derken bunun heyecanını yaşadık.

O heyecanı da arkadaşlarımıza yaydık. Herkesin kafasında bir fener imajı var. Kimi zaman kurtarıcıdır, kimi zaman boyun eğmeyen bir şeydir dimdik durur, kimine göre demokrasiyi temsil eder, kimine göre hırsızlığı, kimine göre yalnızlığın ifadesidir. Roman yazmak için gidip fenerde 3 ay kalan insanlar var. Arkadaşlarımıza bu heyecanı yaydık. Kim nerede fenerle ilgili bir şey görse alıyor. Herkesin benimsediği bir şeydi onun için bizim fener olarak kaldı. Yoksa aslında sadece bir yapı yani hepsi birbirinin benzeri.

Mimari olarak deniz feneri nasıl bir tasarıma sahip?

Yücel: Türkiye’deki benim gördüğüm deniz fenerleri mimari olarak herkesin bildiği çizgileri taşıyor. İçinde çok yaşanmıyor zaten etrafında yaşıyorsun. Denizin ortasına kurulmuş fenerler yok bizde. Fransa, İspanya, İngiltere, İskoçya gibi ülkelerde denizin ortasına yapılmış fenerler var ve o fenerlerin içinde yaşanıyor. Üç ay orada kalıyorlar. Üç ay çok sert dalgalara dayanıyor. Orada yaşamak hem çok keyifli hem çok zor. Üç ay kimseyi görmüyorsun, karaya ayak basmıyorsun. Hasta olsan bir geminin o hava şartlarında fenere yanaşması zor. Ama bizde kule olarak yapılmış fenerler var. Fransa’da 1800’lü yıllarda deniz fenerlerini sosyal bir alan haline getirmek için kütüphane kuruyorlar. Aynı zamanda oradakilerin eğitildiği bir yer oluyor. Mesela bizim fenerde kütüphaneyi fenerin kendisine yapmadık. İçine yapabileceğin yer Şile’de var.

Bu kütüphaneyi kurarken nasıl bir süreç yaşadınız, bu temada başka bir kütüphane var mı?

Yücel: Dünyanın hiçbir yerinde sadece deniz fenerleri ile ilgili kitaplar satan bir kitapçı yok.

Hacer: Amerika’daki kitapçıda Yusuf (Sayman), Yücel ve ben dağıldık deniz feneriyle alakalı kitapları bulmak için. Çalışanlara sorunca bilmiyorlar çünkü. Kapağında deniz feneri olanları ben bulmuştum ama içeriğinde deniz feneriyle ilgili bir şey yoktu. Yine de alıyorduk.

Yücel: Mesela burada insan haklarıyla ilgili bir kitap çıktı. İçeriğiyle hiç alakası olmamasına rağmen üzerinde deniz feneri var. O çok ilginç bence. Onların deniz feneri algısı önemli. Neden deniz feneri koyuyor? Bir hikâye anlatayım. Adamın biri dükkâna tarak koymuş. Turist de geliyor tarakları satın almak istiyor. Dükkân sahibi de onlar satılık değil süs diyor. Müşteri satmayacaksanız neden koydunuz diyor. Dükkân sahibi ben sünnetçiyim ne koyacaktım diyor.

Aslında o insanların bilinçaltını da sergileyen bir kütüphane o zaman.

Hacer: Muhakkak içerikle bir ilgisi vardır.

Yücel: Sanki sen o fenerle özdeşleşmişsin senin bir uzantın haline geliyor. Ona bir kişilik atfetmiş oluyorsun. Onunla senin arandaki iletişimi kuruyor aldıkların. Bir kadın bana telefon etti. Yücel Bey ben hep deniz feneri biriktirirdim, ben size bunları vermek istiyorum dedi. Kocaman bir koli getirdi.

Hacer: O kadınınki büyük bir katkıydı. Bir de bir çift iki üç kere geldiler. İkinci gelişlerinde bir vitray getirdiler. Biz bunu bir seyahatimizde almıştık ama en çok buraya yakışır diye düşünüyoruz dediler. Ben aslında Yücel kadar özdeşleştirmiyorum kendimi. Yücel’in çok severek yaptığı bir işte yanındayım.

Deniz feneri yenileme ve onarım aşamaları yapılırken arşivdeki aslına bakarak eski formuna mı bakıldı yoksa farklı kriterler var mıydı?

Yüksel: El atmaya başladığınızda kendiliğinden dokusu çıkıyordu. Söktüğünüz zaman altından çıkan orijinalinden bir tahmin çıkarıyorsun.

Hacer: Arşiv yoktu, eski bir fotoğraf vardı. Yıllarca çarpık çurpuk yenileme işlemleri yapılmıştı ve beyaz pimapen pencereleri vardı. Çok küçüktü pencereler. Bu küçüklere dayanamayız dedik. Bir yerde kapıyı soyduk kemerler çıktı. Eski taş ve tuğla kemerler vardı banyoda. Soyarken dedik ki deniz fenerinin beyaz olması lazım. Pencereleri de soyduk. İnanamazsınız o kadar üst üste kötü işler yapılmış ki iki tarafta da 8’er cm sıva vardı. Onu 2’şer cm incelttik. Bir de dikdörtgene çevrilen çerçeveleri orijinal kalıpla tekrar kemer haline getirdik. Fakat bunu bir mimarla yapmadık. Avludaki bir duvarı soyduk. Orada da çok vahşi bir sıva ve yenileme yapılmıştı. Mutfağa hiç dokunmadık. İki fırın var; biri ekmek biri yemek için. Küçük fırının üzerine su kontrastı geçtik orayı da raf olarak kullanıyoruz. Duvarları ölçtük. İlk yapıldığında fener ön odanın üzerinde; fener kulesi yok o zamanlar. Onun yerine demir bir kule var. Sonradan ikinci bir bina yapılarak koridorlar birleştiriliyor. Koridorda oyuklar vardı. Koridordaki oyuklara gardırop ve tuvalet sığdırdık ama dışarıdan hiç bozulmamış oldu. Yine oyukları 20’şer cm içeride bıraktık esprisinin bozulmaması için. Bahçede ise Avea’nın direğinden başka bir şey yoktu. O şekilde kiraladık. Sonra dedik ki biz bu direkle ne yapacağız? Avea’nın CEO’su ile konuştuk. Direği başka bir yere taşıdılar. Bahçe denize doğru rampaydı. Demirciyi bir gün önceden göndermiştik bir baktık korkulukları rampaya göre eğri yapıyor. 17 kamyon toprak getirttik düzlemek için. Dışarıya çıkarken bir basamak var. Şimdi 3 tane baz istasyonu aynı yerde toplandı. Önceden başkasının arazisinde olan baz istasyonunun taşınma esnasında çıkan taşlarla yapıldı basamaklar ve patika yoldaki taşlar. Bir de çok bulgur taşımız var. Avluda basamaklar yoktu, birinci basamağa kadar beton dökülmüştü. O betonu attık ondan sonra kırmızı deniz taşlarıyla aralarını doldurduk. Bu taşlar bizim için bir imza gibi oldu. Getirdiğimiz topraklardan ertesi sene inanılmaz çiçekler ve semizotu çıktı. Her sene başka bir çiçek başka bir ot çıktı. Alanın çevresine duvar yapmadık çünkü transparan olsun istiyorduk. Kahvaltıda oturduğun zaman mesela petek gibi tel peyzajı hiç kesmiyor ama bir sınır koyuyor. Çok güneş gelen yere bir şeyler ektik. Yaprakları aleo veraya benzeyen bir bitki var. Onun içinden dünyanın en güzel çiçeği çıkıyor. O bu yörenin doğal bitkisiymiş. Kesseniz de kökü kaldığı sürece çıkıyor. Çok bakım istemiyor. Etli ve dikenli yaprakları var. Bir hafta sürüyor açması. Bir iki yere zakkum diktik.

Bu süreçte buranın yerlilerinden kimlerle tanıştınız?

Hacer: İlk tanışıklığımız ve bize bu yeri aldırtan kişi Okan Motelin sahibi balıkçı Hayrettin’di. Denizde balık bitince otelci oldu. İstanbullulardan da bir iki dostumuz oldu. Mesela mimarlar. Bir de tesadüfen ortak tanıdıklarımız olan İstanbul’dan buraya gelip yerleşenler oldu. Civar köylerde İstanbul’dan gelen entelektüel insanlar çok var. Mesela Fuat Keyman’ın bir evi varmış köylerden birinde. Örsan Öymen’in de buralar bir yeri varmış. Kıyılarda evleri olan İstanbullular da var. Bir mimar çift var. Burayı ilk keşfedenler onlarmış. Çok güzel bir taş ev yapmışlar. Yıllarca tüplü buzdolabı ile oturuyorlar. Biz geldiğimizde de kıyıya elektrik yeni gelmişti. Onlarla ahbaplığımız oldu.

Yüksel: Köylülerin hepsini tanıyoruz aşağı yukarı. Ama gerçekten ahbap olabilmen için birlikte yaşıyor olman lazım. Yani akşam kahveye gideceksin onlarla, evini ziyarete gideceksin onlar sana gelecek gibi. Böyle bir ilişki olmuyor. Genel olarak çıkar üzerine ilişki kuruyorlar. Biz bir ikisiyle arkadaş olabildik.

Hacer: Eski köylülerde estetik anlayış var. Ama yeni nesil en hızlı şekilde yapıp kiraya vermeye bakıyor. Turizm çok bozuyor.

Yüksel: Türkiye’de her yerde olan bozulma aynı şekilde yaşanıyor. Mesela Erdek’in nasıl bozulduğunu gözlerimizle gördük 60 sene önce. Şimdi burası da aynı şekilde kirleniyor. Hayret ediyorsun insanlar nasıl aynı şekilde düşünüyorlar diye. Kendi kuyusunu kazıyor aslında. Oraya hoş bir şey yapsa gelecek müşteriden alabileceği paranın beşte birini alıyor. O zaman çok kişiye hizmet vermek zorunda kalıyor. Aile de çalışıyor. Özellikle anneler çok yoruluyorlar. Çok çabuk yaşlanıyorlar. Estetik kaygı da sıfır. Öyle para kazanmaya başladığı anda her yer çöplük oluyor.

Nasıl bir lüks!’

Sizce bu paradigma nasıl kırılabilir?

Yüksel: Kırabilmek zor aslında. Başka bir toplumsal kalkınma modelinin olması lazım. Hacer: Bilmedikleri için göremiyorlar. Her şeyin en doğrusunu onlar biliyorlar. Sen örnek oluşturamıyorsun. Mesela kaktüsler kalkmıştı ortalıktan. Mimar çiftin bahçesinde vardı. Biz kaktüs türlerini orada birleştirdik. Biz 13 yıl Okan Motelde ilkel bir odada oturduk. Sıfır konfor. Benim ablam mesela çok konfor düşkünüdür. Bir kez geldi terk etti gitti. Fransız arkadaşlarımız Emmanuel Saulnier (sanatçı) ile tanışmamızı anlatayım. Buraya gelmişlerdi. Çağın Motel var kayalıkların orada. Çok güzel, salaş ve çok ruhlu bir yerdi. Cumhuriyet okurlar oraya gelirdi. İlhan Selçuk’un bir lafı var: Kabalıklardan ve kalabalıklardan uzak. Emmanuel orada yer ayırtmıştı. O akşam orada yemeğe davet ettiler. Ayaklarımız neredeyse suda masada yemek yiyoruz. Emmanuel Midilli’ye baktı ve şöyle dedi: ‘Nasıl bir lüks!’… Biz orada yaşarken bizim için de büyük bir lükstü. Hayrettin sevilen bir adam olduğu için ona sen şuraya yap bir şey ileride motel yaparsın demişler. O zaman 70’li yıllar, hiçbir şey yok. O şekilde o beş odayı yapmış. Rüzgârları ve güneşi bildiği için evi fevkalade yerleştirmiş. Evin bir tarafından günün doğuşunu görüyorsun. Orası sabah güneş oluyor. Evin arkası sabah serin oluyor, arkada kahvaltı ediyoruz. Sonra güneş yer değiştiriyor, bu tarafta oturuyorsun. Üç metreye beş metre küçük küçük beş oda yapmış. Arkada ve önde birer kapı var.

İkisini açtığın zaman katiyen klimaya ihtiyacın yok. Eminönü’nden aldığım renkli sineklikleri asıyordum ön tarafa. Sivrisineğe karşı da vantilatör aldık. Bir tane ahşap yatak, bir buzdolabı, bir tane yatağın yanında ahşap plaka ve üzerinde tezgâh üstü ocak vardı. Orada kahvaltı veya yemek hazırlarken hiç kötü bir anı, bir zorluk hatırlamıyorum. Köy ilk defa çift cam gördü. Demircime çift camlı kapılar yaptırdık. Çok büyük para vermiştik o zaman. Orada 13 yıl yaşadık ama izimiz kalmadı. Çünkü görmüyorlar. Biz ne yaptıysak geriye aldı. Bir gün demir soğuk geçiriyor dediler. Demiri tutunca soğuk oluyor ama soğuk geçirmiyor aslında. Açılır kapanır duvar aydınlatması vardı o kalktı. Klima geldi. Arka kapıyı ördüler tuğlayla. Biz oradayken bahçeye iki tane baz istasyonu koydu oğlunu okutmak için. Torununu orada büyütüyor, baz istasyonunun altında.

Deniz feneri kütüphanesini oluştururken başka hangi alt koleksiyonlar oluştu? Mesela pul dosyası var, zarf dosyası var, çocuk kitapları var. Aslında bunların hepsi kendi içlerinde birer koleksiyon konusu değil mi?

Hacer: Dipsiz kuyu bu. Bir kere girdi mi bir daha çıkamıyorsun. Karşıma fenerlerle ilgili kartpostallar, fenerli pullar çıktı. Müzayede evlerine baktım. Orada üzerinde fener resimleri olan gastronom kutular vardı. Görsel olarak da çok güzel gözüküyor. Sefertası gibi iç içe giren gittikçe küçülen kutular. Fenerli objeler var. Orada kitsch ile arasında çok ince bir çizgi var. Yücel bazen kitsche de kayıyor. Deniz fenerleri deniz feneri olarak kullanılırken yani fener bekçileri varken aslında işlevsel bir şeydi. Artık kapandı onlar.

Artık uzaktan kumandalı. Çanakkale’de bir merkez var, bizimki ona bağlı. Şimdiki halinde artık şiirsel bir şey kalmadı. Fakat nostaljik oldu. Nostaljik olunca müthiş mal üretiliyor oldu deniz feneri ile ilgili.

Deniz fenerleriyle ilgili objeleri alırken benim dışımda bir şey olarak değerlendirmiyorum. Deniz fenerine simgesel olarak atfettiğim değer ile bir ilişki kuruyorum ben…’

Neden hiçbirinden vazgeçemediniz? Neden o objeyi görünce alma istediği duydunuz?

Hacer: O dipsiz kuyu işte. Eskiden beri hep bir obje toplama durumumuz var. Yücel’le birlikte bunu çok yaparız. Benim işimle veya Yücel’in işiyle ilgili yurtdışında bitpazarına gittiğimizde benim satabileceğim ya da evdeki koleksiyonumuza uygun şeyler alıyorduk hep. Böyle bir alışkanlık var. Mesela Yücel çok sigara içiyordu. Her gittiğimiz yerden kül tablası alıyorduk. Artık sigara içmiyor deniz fenerine geçti. Ama içinde deniz feneri olan bir kül tablası varsa alıyoruz yine de.

Yücel: Koleksiyon lafından çok hoşlanmıyorum. Koleksiyon adı aldığı zaman bazen bir bilgisiz bir insanın son derece hırslı bir şekilde takıntı haline getirmesi ve bilmeden yaptığı bir şey oluyor. Yani ben oturup pul koleksiyonu yapmıyorum. Bana veriliyor alıyorum. Bunu koleksiyon yapmak amacıyla almıyorum. Deniz fenerleriyle ilgili objeleri alırken benim dışımda bir şey olarak değerlendirmiyorum. Deniz fenerine simgesel olarak atfettiğim değer ile bir ilişki kuruyorum ben. Çünkü bir kişilik atfettim ona. Herhangi bir deniz feneri kitsch de olsa onu almamak ihanet olarak geliyor bana. Geçen ilk defa hayatımda almadım deniz feneri gördüğümde. Çok Amerikanvari bir deniz feneriydi. O deniz fenerinin hiçbir anlamı yok benim için. Onu yapan insanın deniz feneriyle hiçbir ilgisi yok. Neden kullandığı da belli değil. Üzerinde deniz feneri olan her şeyi alıyorsam ben pulların önemli bir yeri var.

Hacer: Yücel’e bazen bunu alma artık kitsch diyorum. İşlevi olan şeyler almak istiyorum. Çünkü orada yaşıyoruz. Ben hiç hayatımda öyle alışveriş yapan birisi değilim. Bir dükkânda rastladım, deniz feneri biçiminde kahvaltı tabakları, kâseler yapmışlar. Sabah kahvaltılarında hep onları kullanırız. Sonra bir arkadaşım deniz fenerli tuzluk karabiberlik getirdi. Başka bir arkadaşımız üzerinde deniz feneri olan şişeler (yağdanlık) getirdi. Bir arkadaşımız deniz fenerli nevresim takımı getirdi. Hani her zaman biz onu özellikle aramadık. Rastlandıkça da alınıyor. Eskicilerde de oluyor.

Kütüphanedeki kitapları neden bu şekilde sınıflandırdınız? Ülkeler var, polisiye var, roman var… Ve bazı dosyalar var. Nasıl böyle bir sınıflandırma yapıldı?

Yücel: Aslında kütüphanecilik açısından yapılmış bir tercih değil. Kendi düşünce tarzıma göre oluşturdum. Her ülkenin topraklarında olan deniz feneriyle ilgili kitaplar var. Çok kütüphane sistematiği yok. Ama araştırmacı için kolaylık ne? Ülke bazında elinin altında toplu bir kaynak var.

Hacer: Bu Yücel’in çok zamanını aldı. Aslında orayı o hale getirmek ancak iki tane asistanla yapabileceğin bir iş. İndirip, bakıp, tozunu alıp ona birkaç gününüzü vereceksiniz. Gönüllüsü olursa, sistematiği oturtmak için, çok güzel olur. Bir kadın Yücel’i aramış demiş ki önceden çok merakım vardı deniz fenerine, onunla ilgili kitapları topladım, şimdi bunun sizde olmasının anlamı var. O kadının jesti inanılmaz bir şey. Koskoca bir koli geldi. Birçok ilginç şey çıktı o koliden. Yani genelde arkadaşlarımızın ev hediyeleri var ama hiç tanımadığımız birisi genelde bu da benim bir katkım olsun diye bir şey vermiyor Türkiye’de. Bunlar Edirne’nin batısında olur. Bir de video çok var. Eskiden deniz feneri bekçileriyle ilgili…

‘…Yanında 100 tane ev olabilir ama deniz feneri bambaşka. Değişik ve gizemli geliyor…’

Eski kartpostallara bakınca şunu görüyorum; deniz feneri veya mimari ile ilgili olmayan biri bile önünde fotoğraf çektiriyor. O zamanlar işlevsel olarak da kullanılıyorken neden önünde fotoğraf çektirilecek bir şey olsun ki?

Hacer: Ama mimari şaheserler bunlar da. Yanında 100 tane ev olabilir ama deniz feneri bambaşka. Değişik ve gizemli geliyor.

Gizemli gelmesi mi asıl nokta?

Yüksel: Bu söylediğin şey aslında bir araştırma konusu. İmge olarak ne ifade ediyor? Bugün aynı motivasyonla fotoğraf çektirdiklerini düşünmüyorum. Günümüzde gençlerin kurdukları bir hayal yok. Farklı bir yaşam biçiminin kurgularını yapmıyorlar. Vakitleri yok çünkü. Eğer hayal kurup kurguluyorsan birey olarak varsın. O kurguyla bir yol gösterici, dimdik ayakta duran, bütün koşullara karşı direnen bir varlık olarak var deniz feneri. Aynı zamanda başka hayatları kurtarıyor. Yaşam içinde sana yol gösterici gibi. Başka kurgularda da kullanılabilir; gizem, cinayet gibi ama o romanlarda kendisinden çok etrafında oluşturduğu doğal ortam cinayeti tetikliyor. Kayalar, fırtına, uçurum, karanlık… Fakat kültürel olarak bıraktığı imge; direnen, vakur, yol gösteren, güvendiğin bir şey. Araştırma için son derece önemli bir konu.

Aslında kütüphane gezilmez.’

Sürekli bir araştırma hali içinde misiniz, ismine koleksiyon deseniz de demeseniz de?

Yücel: Kütüphane olduğu için araştırma kısmı oluyor. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir deniz feneriyle ilgili teknik bilgiyi bulabilirsin. Birçok dosya yaptım. Bütün ülkeler var. Kitaplarını bulamadığım ülkelerin dosyalarını yaptım. İnternetten girerek baskılarını alıp koydum. Nerededir, koordinatları nedir, çakma usulü nedir, tarihçesi nedir onları bulursun.

Hacer: Ama şimdiye kadar bir kişi geldi. Biz oraya araştırma kütüphanesi diyoruz. Çünkü deniz feneriyle ilgili dünyada da tek. Deniz feneriyle araştırma yapan herkese kapımız açık dedik. Fakat hiç alakası olmayan, civara yüzmeye gelen geçerken görüp ne güzelmiş deniz fenerinin üzerine çıkar mıyız diye bakan, çıkamayacağını görünce içeriyi gezebilir miyiz diyenler geliyor. Mesela gelecek sene de biz burayı kiralasak diyor. Böyle lüzumsuz laflar oluyor. Çünkü onlar aslında oraya ilgisinden ötürü gelmiyor. İki plaj arasında bir de şurayı bir görelim diye geliyor. Aslında kütüphane gezilmez. Paris’teki, Viyana’daki kütüphaneleri gezdiriyorlar ama ses geçirmez camlar arkasından bakıyorsun. Şimdiye kadar iki kişi araştırma yapmak üzere başvurdu.

Nereden başvuruluyor?

Yücel: İnternetten araştırınca çıkıyor (sivricefeneri.org). Türkiye’de başka yok çünkü. Hatta dünyada yok. Bütün deniz feneri kitaplarının bir arada olduğu ve deniz fenerinde bir yer. Tabi ki çok zengin kütüphaneler var. Ama sadece deniz feneriyle ilgili yok. Türkiye’de araştırmanın da ne olduğunu kimse bilmiyor. Araştırma fikri araştırmacıların büyük bir çoğunluğunda yok. Neyi araştıracaklarını bilmiyorlar.

Deniz feneriyle ilgili bir doktora tezi yok mesela. İnsanların deniz feneriyle ilgili bir tezi olmadığı için neyi araştıracağını bilmiyor. Hâlbuki çok ilginç şeyler var.

Deniz Feneri’nin Tarihi

‘…Herkül bedenine saplanmış oku çıkarıp fırlatır; bitip tükenmeyen dayanılmaz acıların ıstırabından kurtulmak için odundan ölüm döşeğini inşa eder, ateşe verir ve kendini içine atar. Alevler vücudunu sardığında gökten bir bulut iner, onu sarmalar, alır Olimpus’a götürür… Efsane, deniz fenerlerinin ışığına yüklediğimiz değişik anlamların her birini haklı kılıyor sanki. Bir yanıp bir söner görünen tükenmez ışık, onda soyutlanan algıların, yalnızlığın dinginliğinde beyinlerde üreyip çoğalan düşüncelere dönüşerek bir şeylerin somutlaştığını simgelemiyor mu? …Her ülkeden her denizdeki, her göldeki, her nehirdeki deniz fenerlerinin ve öykülerinin, orada yaşayanların anılarının ve maceralarının, düşlerin, umutların tanımlandığı, irdelendiği, anlatıldığı her dilden yazılmış yapıtlar bir deniz feneri mekanında toplansın istedik, “Sivrice Deniz Feneri Kütüphanesi”ni kurma çabasına girdik…’ sivricefeneri.org/oyku

Sultan Abdülmecit 1855 yılında ‘Fenerler İdare-i Umumiyesi Müdürlüğü’nü kurar. Fransız Elçiliği’yle yapılan bir anlaşma uyarınca, Fransız vatandaşı Marius Michel müdür olarak atanır. Fenerler İdaresi’nin amacı Osmanlı sahillerindeki deniz fenerleri ve deniz sinyalleri şebekesini geliştirmektir. Öncelikle Çanakkale Boğazı ve Karadeniz’de 36 deniz feneri inşası kararlaştırılır. Bu iş için III üncü Napoléon’un Marius Michel’e gizli ödenekten 12 milyon Fransız frangı verdiği ileri sürülmektedir. Marius Michel bir başka Fransız vatandaşı Camille Collas ile birlikte merkezi Paris’te bulunan bir Fransız şirketi kurar (Société Collas et Michel). 8-20 Ağustos 1860 tarihinde Kaptanı Derya Mehmet Ali ile Camille Collas ve Marius Michel tarafından imzalanan bir imtiyaz sözleşmesi uyarınca deniz fenerlerinin kuruluşu ve işletmesi anılan Fransız şirketine bırakılır.
Sivrice Deniz Feneri bu imtiyaz sözleşmesi çerçevesinde, 01.01.1863 tarihinde Çanakkale İli, Ayvacık İlçesi, Bektaş Köy sahili Sivrice’de kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 23 Aralık 1935 tarihli yazısıyla imtiyaz sahibi şirkete fenerleri satın aldıklarını bildirir. Ve 1939 yılı sonlarında imtiyaz sahibi şirketin yönetimindeki tüm fenerlere, bu arada Sivrice Feneri’ne el konulur. 1940’lı yılların ortasında Sivrice Deniz Feneri onarılır ve o günlerin teknolojisine uygun olarak yeniden yapılandırılır. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü 2008 yılı Ağustos ayında Sivrice Feneri’ni kiralamak üzere ihale açılır.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl