Ana Sayfa Genel Step Istanbul: Kentsiz Bir Mekân Buluşması mıdır?

Step Istanbul: Kentsiz Bir Mekân Buluşması mıdır?

Step Istanbul: Kentsiz Bir Mekân Buluşması mıdır?

ılgın deniz demirpençe’ye

18-22 Kasım tarihleri arasında Taksim 360 Projesi’nde sanatseverlere kapılarını açacak olan Step Istanbul’un vizyon ve misyonuna dair açıklamalarına üç noktada değerlendirmek istedim. Bu değerlendirmeyi yaparken, söylemlerin mekânsal ve eylemsel samimiyetine odaklanmayı amaçladım. Bu nedenle tüm iddialara değil bazı iddiaları gündemime alıp Step Istanbul’un esasında kente ait olmayan bir buluşma olduğunu vurgulamaya çalışacağım.

Hayatın devam etmesi için sanatın desteklenmesi şart, çünkü hayat sanattır.

Neden Step Istanbul?

İddia: “Sanat herkesin hayatının bir parçası olmalıdır” fikriyle 2019 yılında Contemporary Istanbul ve TOMTOM Designhood iş birliği ile ilk kez düzenlenen Step İstanbul, bu yıl ikinci kez bu sefer Taksim 360 yerleşkesinde gerçekleşecek. Bu vesileyle Step Istanbul’un paydaşları (galeriler ve sanatçılar haricinde) Step Istanbul hakkındaki düşüncelerini 3 Kasım 2020’de Taksim 360’da gerçekleşen basın toplantısında dile getirdiler. Yazıda yer alan iddialar bu basın toplantısından kamuya sarf edilen ifadelerden oluşuyor. Basın toplantısına göre, “pandeminin sanat ve sanatçıları nasıl etkilediği ve bu yüzden sanat ve sanatçıları desteklemek için yapılan etkinliklerin önemi” vurgulanmış.

Sanat herkesin hayatının parçası olmalı iddiası ne yazık ki, sanat söylemini yücelten bir ifade olmanın ötesine geçemiyor. Bu söylemin hedefi, sanat eserlerini satın almaya davetli koleksiyonerler, sanat sevicileri ve piyasa aktörleridir. Çünkü, bu iddianın ana unsuru olan sanatçıların maddi koşullarını pandemi sürecinde hangi yöntemlerle desteklediklerini göremiyoruz. Oysaki pandemi sürecinde gerçekleşen pek çok çevrimiçi buluşmada sanatçıların pandemi sürecinde yaşamsal standartlarının gerisinde kaldığını gözlemledik. Bu kapsamda ortaya çıkan ve giderek artan dayanışmacı birliktelikler, sanatın herkesin hayatının bir parçası olarak görenlerin hayatta kalma stratejilerine örnektir. Bu kapsamda Step Istanbul, piyasa ekonomisinin bir ürünü olarak esasında üretici güçleri değil, sanat alıcısını hedefleyen bir etkinliktir. Onların, hayatlarına sanat eserlerini eklemelerini ‘muştulayarak’ değer katılacağını ‘anlatmaktadır.

Sanatçıların hayatında sanatın anlamı nedir peki?

Aynı basın toplantısında konuşan Rabia Bakıcı Güreli, Hakan Kodal, Ali Güreli ve Gonca Özgül’ün değerlendirmeleri sırasıyla aşağıdaki gibidir. Step Istanbul sitesinde yer verilen basın toplantısı kesitlerinde her konuşmacı etkinliğin farklı bir yanını vurgulamakla beraber esasında tek bir misyonu vurguladıkları görülüyor. Ticarileşmiş ve uluslararası piyasaya hizmet eden bir sanat camiasının kurgulanmasıdır.

Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rabia Bakıcı Güreli ‘nin ifadelerine baktığımızda, geçen yıldan aldıkları bir dersi bu yıla taşıdıklarını duyuyoruz:

Geçen sene yola çıkarken Contemporary Istanbul ziyaretçileri arasında yaptığımız istatistikler bize yol göstermişti ve sanat iştahı olan 35 yaş altı gençleri, sanatla buluşturmak hedefimizi gerçekleştirmek için Step İstanbul’u yapmıştık”.

Pandemi sürecinde gerçekleşen onca rahatsızlığa karşın, geçen yılı anımsayabilirsek Contemporary Istanbul giriş ücreti tartışmaların odaklarından biriydi. Hatta geçen yıl ki küratör Anissa Touati, giriş ücretlerinin yüksek olmasının iyi olduğunu böylece ‘kişisel sosyal medya hesapları için fotoğraf çekmeye gelenlerin’ ayağının kesileceği için umutluydu. Ancak unutulan en önemli nokta sanatseverlerin yoğun kitlesini oluşturan 35 yaş altında sanatçılar, sanatseverler, sanat öğrenimi görenler yer almaktadır. Bu insanların kentte gerçekleşen sanat buluşmasına eğer herhangi bir sanat eserini satın almayacaklarsa katılmalarının altındaki güdüyü geçen yıl kaçırmışlardı. Bu yıl yakaladıklarını iddia ettikleri kök nedeni teşhis edebilmiş olsalardı, öğrencilerin girişini ücrete bağlamazlardı. Tam da bu neden bağlı olarak ‘sadaka mantığıyla üniversite öğrencilerinin ilk sanat etkinliği’ olarak girişi ücretsiz kıldıklarını da okuyoruz.

Ne yazık ki, vaatlerin nedenlerine dair açıklamaları okudukça, meselenin sanat severlerin sanat eserleri ve sanatçılarıyla buluşması gerçeği halen tali kalmaktadır. Step Istanbul’un en önemli tespiti, sanatçıların ve galerin ulusal ve uluslararası sanat piyasasından görünür olamadıkları gerçeğidir. Bu gerçek esasında, sanat kurumu, galeri ve koleksiyoner üçgeninde Türkiye sanat örgütlenmesinin uzun yıllara rağmen çalışmadığını da kanıtlar. Uzun tarihinde kamusal kaynakların sanata yönelmediği Türkiye’de sanat camiasının kendi içinde alternatif yollar bulamamış olması ve yine ve yine piyasa yöntemlerine terk edilmesi basite kaçmaktan başka bir şey değildir. Burada sanat camiasının aktörlerinin kendi birliklerinin olmadığını anımsamakta fayda var: Galericiler Birliği’nden söz edilemiyor, hareket edebilen sanatçılar birliğinden söz edilemiyor, küratörlerin birliğinden söz edilemiyor. Bir tek piyasada yer alan sanat yazarlarının ‘azınlığını’ bünyesinde barındıran AICA aracılığıyla sanat yazarlarının birliğinden bahsedilebilir. Bu nedenle aşağıdaki alıntı kimseyi rahatsız etmemesi anlaşılabilir.

Ancak bu noktada sektörün öncüsü olarak üstlendiğimiz misyonla sanat piyasalarının durma noktasına geldiği bir dönemde gençleri sanatla buluşturmanın yanı sıra sanatçılara madden ve manen destek olabilmeyi umut ediyoruz. Step İstanbul’da bu 25 galeri yaklaşık 30 katılımcı 250’e yakın sanatçı yer alacak ve yine inisiyatiflere ev sahipliği yapacağız.”

Tomtom Designhood Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Kodal’ın Step Istanbul hakkındaki ifadelerine baktığımızda da ‘sanatın yeni alıcılarını’ hedefleyen, bu ağ üzerinden sanatçıları sanat ekosistemine dahil etmeye çalışan bir anlayışın izlerini görüyoruz.

Step adı üzerinde adım demek. Tomtom’da geçen yıl doğan bu etkinlik sanata adım atmak isteyenlere yol gösteren, genç sanatçıları yeni koleksiyonerlerle buluşturan ve sanatı daha geniş kitlelere yayan bir etkinlik olmayı hedefliyor.”

Pandemi sürecinde gerçekleşen Step Istanbul gerekli sağlık önlemlerinin alındığı ve HES Kodu ile girişlerin sağlanmasıyla nispeten sağlıklı bir ortam vaat ediyor. Ancak, hem 250 sanatçı, 25 galeri ve 30 katılımcısı ile Step Istanbul’un çekirdek nüfusu hem de katılımcılarla oldukça yoğun kitlesel hareketlilik söz konusu. Artweeks@Akaretler etkinliğinden sonra Step Istanbul yoğun katılımlı sanat etkinliğinin denemesi niteliğinde. Çünkü mevcut galerilerin yeni sezonu açan sergileri sayesinde düşük yoğunluklu da olsa galeri turları mevcut. Bu kapsamda da Step Istanbul, esasında yeni sanatseverlerin galerilere ulaşmasını değil, esasında mevcut sanat severlerin Taksim 360 Projesi’ne yönelmesi bekleniyor.

Bu etkinliğin belki de en önemli artısı yoğun katılımlı sanat etkinliklerinin nasıl düzenlenebileceğini göstermesi olur. Bunun için Taksim 360’da buluşmaya gerek var mıydı?

Taksim 360 İstanbul’a ait bir mekân mıdır?

Açıklamada ilginç olan noktada geçen yıl Tomtom Designhood binasında gerçekleşen Step Istanbul’un İstanbul’da farklı mekânlarda yapılma planları olduğunu, Covid-19 pandemisiyle İstanbul’daki farklı mekânlara adımını hızlandırdıklarını ifade ediyorlar. Burada akla Taksim 360 İstanbul’a ait bir mekân mıdır? sorusu geliyor.

Gerçekleşen basın toplantısında Step Istanbul’un diğer paydaşı olarak GAP İnşaat Genel Müdür Yardımcısı Gonca Gül söz almıştı. Hem Rabia Bakıcı Güreli‘nin hem de Hakan Kodal’ın özenle belirttiği gibi 2. yılında Step Istanbul Taksim 360 projesinde yapılacağından Gül’ün açıklamaları sanatseverler için önem arz ediyordu.

Taksim 360 Projesi, bölgenin en önemli çekim merkezi olmak idealiyle ticari, sosyal ve kültürel olarak tüm ihtiyaçları karşılayacak bir yaşam alanı olarak tasarlandı. Projeye başladığımız ilk günden itibaren Taksim360’ın tarihi sokak ve caddelerinde ‘yaşayan sokak’ kavramının hayata geçirilmesini hedefledik.

Ancak basın toplantısındaki ifadelerinden alıntıladığımız kısma baktığımızda Step Istanbul’un ve sanatın aracı olduğu Taksim 360 Projesi’nin aktarımını duyuyoruz. Özellikle yaşayan sokak kavramını öne çıkarıldığı Taksim 360 Projesi, Türkiye’nin en büyük kentsel yenileme ve restorasyon projesi olarak yansıtılıyor.

Tarlabaşı’nı dönüştüren yepyeni bir karma proje Taksim 360, sadece ofis ve rezidans bloklarıyla değil, içinde yer alan mağazaları, sanat galerileri ve konumuyla dolu dolu bir hayat vaat ediyor.

Taksim 360 Projesi öncesi Tarlabaşı’nı anımsıyor muyuz?

Gerçekten de ne oldu da Taksim 360, daha önceki adının Tarlabaşı 360 olduğunu anımsarsak, Projesi’ne ihtiyaç duyuldu? Taksim 360 Projesi öncesinde Tarlabaşı’nda durum neydi, bunları anımsayabiliyor muyuz?

Tarlabaşı’nın 2020 yılına değin gelen dönüşümünü anımsamak gerekir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte elçiliklerin Ankara’ya taşınması, Tarlabaşı’nın elçiliklerden oluşan ekosistemini bozmuş, burada oturan insanları birçoğunun iş imkânlarını ortadan kaldırmıştır. En önemli iki kıyımdan biri Kasım 1942’de yasallaşan Varlık Vergisi ile gelmiştir. Bölgede yaşayan Müslüman olmayan yurttaşlara biçilen ağır vergilendirmeler Müslüman olmayan yurttaşların hemen hemen tüm mallarının ellerinden alınmasına hatta ülkeyi terk etmeye zorlamıştır. Varlık Vergisi’yle birlikte değişen mülkiyetlere, 1955’teki 6-7 Eylül Olayları nedeniyle Rum yurttaşlara yönelen taciz, saldırı ve yağmalama eylemleri de eklenince Tarlabaşı’nda yaşayan ve çalışan demografik yapı değişimi de eklendi. Böylece, Tarlabaşı’nda ve Taksim’de Rumlara, azınlıklara ait pek çok mesken yıllarca sahipsiz kaldı. Bu yapılar giderek kentin merkezinde çöküntü alanları olarak belirlendiğinde iç göçmenlerin ikametgahı haline geldiler. Ulusal ve yerel yönetimlerin mevcut mülkiyet haklarını çözmeden bıraktıkları ‘yaşayan sokaklarıyla’ Tarlabaşı, hukuken de sorunlu bir bölge olmayı sürdürmüştü. Geleneksel işgal yöntemiyle zenginleşme yöntemi Tarlabaşı’ndaki meskenler için de söz konusu oldu.

1978’de ünlü mimar Sedat Hakkı Eldem, sanat tarihçi Semavi Eyice ve arkeolog Ekrem Akurgal gibi uzmanların da imza attığı bir kararla Tarlabaşı’ndaki yüzlerce bina tescil edilerek koruma altına alındı. Beyoğlu Belediyesi’nin verilerine göre proje alanındaki 269 binanın 188’i korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilliydi [1]

Beyoğlu’ndan sorumlu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, çoğu 1978’de tescil edilen binaları bir envanter çalışması için 2005’te yeniden değerlendirmiş ve tescillerinin devamına karar vermişti. Beyoğlu Belediyesi, 2006’da Tarlabaşı’nı ‘Yenileme Kanunu’ adıyla anılan 5366 sayılı yasa kapsamına alınca başvuruları değerlendirmesi için ‘Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ adıyla yeni bir kurul oluşturuldu. Bahar Bayhan, 25.07.2014, Arkitera

Beyoğlu Belediyesi ve GAP İnşaat’ın proje alanında kalan tarihi binaların tescillerinin düşürülmesi için yaptığı başvuruları değerlendiren Yenileme Kurulu, eski kurulun 2005’te korunması yönünde karar verdiği birçok bina hakkında “özel bir yapı niteliği taşımadığı ve özgün plan özelliğine sahip olmadığı” gibi gerekçelerle yıkım izni verdi. Bahar Bayhan, 25.07.2014, Arkitera

Mimarlık tarihçisi Uğur Tanyeli’nin Orbay Soydan ile gerçekleştirdiği söyleşiden Tarlabaşı hakkındaki yorumlarını okuyoruz [2].

İstanbul gibi aslında arsa arzının kentin konumu nedeniyle küçük olduğu bir yerde Balat ağız sulandırıyor. Örneğin, Beyoğlu’nun yanı başındaki Tarlabaşı ağız sulandırıyor, çünkü yoksullar yaşıyor. Burayı görenler diyor ki, ‘Burada çok değerli olabilecek bir yer var ve buradaki arsalar para bile etmiyor.’ Burada kimler yaşıyor? Kentin en yoksul kesimlerini temsil eden gruplar. Sulukule’de olduğu gibi ‘Bunlar Roman, zaten toplumun içinde anlamlı bir yerleri yok’ biçiminde düşünülüyor. Bahar Bayhan, 23.02.2016, Arkitera

Peki bu dönüşümü kim gerçekleştiriyor. Türkiye’yi büyük bir şantiyeye çeviren iktidar ve onun ekonomik sisteminde yer bulan bir inşaat firması. Ne yazık ki Tarlabaşı ve Taksim 360 kent tarihine karşı yapılmış bir inşaat faaliyetinden başka bir şey değildir. Peki bugün Taksim 360 Projesi’nde gerçekleşen çağdaş sanat etkinliğinin aktörlerinin belleklerinde Tarlabaşı’nın tarihi mevcut mudur? Ya da sergilerde yer alan işlerin kavramsal metinlerinde yer alan kimlik, kent, yoksulluk, hayatta kalma mücadelesi, Lacan’ın ayna metaforu, Baudelaire ‘in sembolik figürleri, gözetim toplumu, çevre krizi iddiaları gerçekçi midir? Yoksa bu ifadeler tıpkı Taksim 360 Projesi’ni güzelleyen Step Istanbul gibi, eserleri güzelleyen ancak eserlerle bütünleşmemiş laforizmalar mıdır?

Şehrin hafızasını silen mekânda şehre dair bir sanat etkinliğini gerçekleştirmek ve buna katılmak, bunu sanatın ve sanatçının hayatta kalması için zorunlu bir strateji olarak sunmak, Türkiye çağdaş sanatının zihinsel olarak kaybına yazar. Elbette pek çok sanatçının görünürlük ve erişilebilirlik sorunu bulunuyor. Ancak bunun çözümü, kavramsal metinlerde yazılan ifadeleri değersizleştirmek değil, oradaki anlamın yaşayabilmesini sağlamak için bir araya gelerek olur. Oysa Step Istanbul, kentin yeni varlık sahiplerince işgal edilmesinin temsili ve kentin rant çıkarcılarının ekonomisine katkı veren bir organizasyon olarak anılacaktır.

[1] Bahar Bayhan, (25.07. 2014), ‘Çivi bile çakılamayan’ Tarlabaşı Nasıl Yıkıldı?, (15.11.2020)

[2] Bahar Bayhan, (23.02. 2016), Mimar Uğur Tanyeli: Türkiye Vahşi Bir Girişimle Karşı Karşıya, Çin’le Aynı Zemindeyiz, (15.11.2020)

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl