Ev tozu genel olarak kumaş liflerinden, kıllardan, deri
ve ölü böcek parçacıklarından vb oluşur.

Toz havada uzun süre asılı kalabilecek kadar hafiftir.
Atmosferdeki toz çok çeşitli kaynaklardan gelir: toprak
erozyonu, yanardağ püskürmesi, kum ve toz fırtınaları
vb. Toz hava akımlarının, rüzgârın götürdüğü yere gider.

Büyük toz kitleleri yaşamı ciddi biçimde etkiler. Volkanik
toz güneş ışığını engelleyerek dünya iklimini değiştirebilir.
“Yazsız yıl” olarak adlandırılan 1816’da Kuzey
Yarıküredeki ülkelerde, Kuzeydoğu Amerika’da, Kuzey
Avrupa’da ve Kanada’da volkanik patlamadan kaynaklanan
tozun yol açtığı iklim değişikliği sonucu yazın kar
yağmış, sıcaklık sıfır dereceye düşmüş, kıtlık ve salgın
hastalıklar baş göstermiş, ayaklanmalar ve yağma olayları
gözlemlenmiştir. ABD’de “kirli otuzlar” ya da “toz çanağı”
olarak bilinen 1930-1936 arası dönemde toz fırtınaları
kırlık bölgelerdeki gökyüzünü karartmış, toz insanların
yataklarının, yiyeceklerinin içine kadar girmiş, “siyah
tipi” olarak da adlandırılan toz fırtınaları görüş mesafesini
bir metreye kadar düşürmüştür. Milyonlarca dönüm
tarım arazisinin kullanılamaz duruma gelmesi sonucunda
yüz binlerce insan başka eyaletlere göç etmiş, buralardaki
çiftliklerde göçmen işçi olarak açlık sınırındaki ücretlerle
çalışmak zorunda kalmıştır. Steinbeck Gazap Üzümleri
adlı romanında bu insanların hayatını anlatacaktır.

Tozun sınırları yoktur, ne okyanuslar ne de dağlar
onun hareketini engelleyebilir. Toz her yerdedir çünkü
kaynağı her yerdedir.

Toz uzayda da mevcuttur. Kozmik toz galaksileri, gezegenleri
kuşatır. Güneş, dünya, dolayısıyla insan Büyük
Patlama’dan sonra çeşitli parçalar halinde dağılan toz
bulutunun geçirdiği dönüşüm sonucu oluşmuştur.

Hıristiyan inancına göre insan (Âdem) toprağın tozundan
yaratılmıştır ve ölünce tekrar toza dönüşecektir.
Yaşamın devamını mümkün kılan, yeni ağaçlara can veren
toprağın tozudur bu.

Toz en eski olana, başlangıçta var olana göndermede
bulunur. Ölüm gibi, o da bizi “aslolanla” temas ettirir.
Ölümün “insanları eşitleyen” temel bir prensip olmasına
benzer bir şekilde toz doğayı “homojenleştirir.”

Eski çağlarda toz dünyanın özünü oluşturan temel
unsur olarak belirir. Toz imajı reeli yalınlaştırır, homojenleştirir,
birleştirir. Toz henüz “büyüsü bozulmamış”
dünyanın en küçük, bölünemez zerreciğidir. Modernliğin
bilimi ise tozdan daha küçük olan atomu keşfedecek, daha
sonra onu da bölecektir. Eskinin homojen, bütünleştirici
toz imajının tersine bilim en küçük parçanın heterojen,
farklı, komplike tanımlarını öne çıkaracaktır.

Bilimsel ilerleme sürecinde “büyüsü bozulan dünyada”
toz toprakla, ateşle, suyla, çamurla olan geleneksel
bağlarını kaybetmeye başlar, “topraksız” şehir hayatı
içinde nötrleşir. Isınmak ve yemek pişirmek için yakılan
odunun küle dönüştüğü odalarda yaşanan ve uyunan, su
tarafından çamura dönüştürülen toprağın daha sonra hava
tarafından kurutulup etrafa toz olarak üflendiği, tozun
çamur ve samandan yapılmış evlerin içini doldurduğu,
hayvanlardan ve bitkilerden gelen tozun insanınkine karıştığı,
tozun şeylerin özünü ihtiva ettiğinin düşünüldüğü,
evin ve dükkanın ön kapısından dışarıya süpürülen tozun
ailenin, işin şansını alıp götüreceğine inanıldığı dünya
giderek güçsüzleşir, yerini tozun mikroplarla özdeşleştirildiği,
hijyenin ön plana çıktığı, ancak, sanayinin ürettiği
tozların hızla arttığı bir dünyaya bırakır.

Batı’da 1850-1950 arasındaki dönem toza karşı büyük
bir temizlik harekâtının sürdürüldüğü bir dönemdir. Bu
dönem evin tozunu alma görevinin “ev kadını” olarak
tanımlanan insana verildiği dönemdir aynı zamanda

* * *

Toza karşı savaş, kazanılması mümkün olmayan bir savaştır.
Toz sürekli olarak kendini yeniden üretir, birikmeye
devam eder; geçmişe işaret eder, tozlu arşivlerle, çoktandır
unutulmuş tavan aralarıyla ilişkilendirilir.

Toz çözülmeyi, çürümeyi, parçalanmayı, ölümü çağrıştırır,
zamanın acımasızca her şeyi aşındıran karşı konulmaz
ilerleyişine işaret eder; belirgin bir biçime sahip her maddenin
giderek silikleşen bir biçime geçişinin göstergesidir.

Toz şeylerin hem başlangıcı hem de sonudur. Madde
tozdan, “farklılaşmamış olandan” yola çıkıp toza dönüşme
süreci içinde farklılaşır, farklı biçimler kazanır.
Dolayısıyla toz değiştirilemez bir biçimde yoksun kalmış
göründüğü biçimi potansiyel olarak içinde taşır. Toz hem
dağılmaya ve biçimsizliğe hem de karmaşıklaşmaya ve
şekillenmeye göndermede bulunur. Ancak toz esas olarak
uygarlığa, kültüre bağlıdır.

* * *

Toz “ters” yönlere, eğilimlere sahiptir; Hem uçar hem konar,
hem dağılır hem de bir araya gelir. Toz İngilizcede fiil
olarak kullanıldığında hem tozunu almak hem de üzerine
toz serpmek anlamlarını taşır. Toz hafifliğin ve ağırlığın
sihirli bir karışımıdır! Eninde sonunda bir yere yerleşecek
olmasına karşın bunu sürekli geciktirir gibidir. Fantastik
kültürde sihirli tozlar ve pudralar uçmayla ilişkilendirilir
ve bunlar ruhu havaya, düşlerin dünyasına doğru kaldırır.
Peter Pan’da peri tozu çocukları uçurur. Polen biçimindeki
toz dölleyicidir ve bazı halk inançlarında polen yüklü
arılar perilerle ilişkilendirilir. Öte yandan geçmişte büyücüler
tarafından üretilen bazı tozların öldürücü etkilere
sahip olduğuna, bazılarının da cadıların güçlerine karşı
kullanılabileceğine inanılmıştır. Günümüzde kullananları
“uçuran” uyuşturuculardan bazıları argoda “melek tozu,”
“büyülü toz” gibi adlara sahiptir.

Toz iki taraf arasında kalan kararsız bir biçimdir; katı
ile likit arasında, bölünmezlikle bölünürlük arasında, birleşme
ile dağılma arasında. Güya tam, bütünlüklü bir
madde olan toz, bu “sözde” cisim olabildiğince saçılmış,
dağılmış bir hal arz ederken dahi asgari ya da hayali bir
bütünlüğü muhafaza ediyor gibidir.

Toz “şekilsizdir,” “amorftur,” hemen hemen boştur.
Toz herhangi bir biçimi edinme kapasitesine sahiptir. Bir
varlığın bir bütün olarak mevcudiyetini koruyabilmesi için
gerekli olduğu düşünülen hayati ıslaklıktan, nemden yoksun
olan kuru toz sanki konturları olan somut bir varlık
edinmeye susamış gibidir. Toz kendisine “telkin edilen”
biçimleri ödünç alır, bazen yumak, bazen bulut olur.

Kendisi biçimsiz ve kenarsız olan toz—üzerlerinde belirli
bir ölçüde biriktiğinde—şeylerin ana hatlarını, kenarlarını
belirgin kılar. Görünmez olan parmak izi üzerine toz
döküldüğünde görünür hale gelir. MS 79’da Pompei’de
Vezüv yanardağının patlaması sonucunda kentin üzerine
çöken kızgın küller insanların üzerini bir örtü gibi kaplayıp
zamanla katılaşmış, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren
arkeologlar katılaşmış kül tabakasındaki oyukların içine
sıvı alçı dökerek insanların bedenlerinin ölmeden önceki
son duruşunun kalıbını çıkarmışlardır.

Şeyler tozu görünür kılabileceği gibi toz da şeyleri görünür
kılar. Işık huzmesi, içinde asılı duran tozu bakışımıza
sunarken toz da—aydınlattığı diğer şeylerle olan ilişkisinden
arındırarak—“ideal bir varoluş” kazandırdığı ışığın
kendi başına var olduğunu bize gösterir; toz hem bir şey
olduğu hem de olmadığı için yapabilir bunu!

Toz iz bırakır. Bazen terk edilmiş evlerdeki geçmiş
yaşamın, insanlardan, hayvanlardan, eşyalardan kopan
zerreciklerin oluşturduğu tozdur bu. Ya da 11 Eylül’de
İkiz Kuleler yıkıldığında enkaz kaldırma işinde çalışan çok
sayıda işçinin ciğerlerine yerleşerek zaman içinde onların
yaşamlarını sona erdiren tozdur. Bazen de kot taşlama
işçilerini, “toz hastalığı” olarak da adlandırılan Silikozis
hastalığına yakalanmalarına yol açarak öldüren tozdur.

http://yasarcabuklu.blogspot.com/

KAYNAKLAR:

Amato, Joseph A., Dust: a History of the Small and the Invisible, University of California Press, 2001.

Connor, Steven, “Pulverulence”, Cabinet, sayı 35, Güz 2009.

Didi-Huberman, Georges, Génie du non-lieu: Air, poussière, empreinte, hantise, Editions de Minuit, 2001

Pierron, Jean-Philippe, “Rites funéraires et poétique des éléments: une métaphysique de la poussière?”, Études sur la mort, sayı 121, 2002.