aklımız bazen bizden ayrı çalışır
başıboş ev hayvanları ya da evden kaçan çocuklar gibi
elleri ensesinde sırtı üstü uzanmış bir aylaklık ile
düşüyorum dünyanın peşine
gördüğümden hep daha farklı
görkemi ve dehşeti ile yeryüzü
aklımı kaçırdığım yeri arıyor tuvalde
hastalıkların bütün sarı tonları,
yoksulluğun dağınıklığı
açlığın üzerini örten ucuz şarap
aşkın büyüsünden ve sıcak renklerinden uzak
her an terk edip gidecek gecenin ellerinde
bu ayartıcı etki siyah sadece siyah
tattığım renkler arasında yok
hiçbir tuvale sığmıyor mutluluğun resmi
damağımda renk renk boyaların zehri
görüyorum fırçanın ucunda batırılıp çıkarılmış kendimi
dallı budaklı sapsarı bir ağaç sapsarı bir nehirde gölgesiz
kaçtığı yeryüzüne benziyor aklım
tozutan yer değiştiren renkler söylüyor
yalnız aklı başındalar gördüğü gibi görür
aklın bağını kopartıyorum
benzersiz bir görünüşün efsunu döndürüyor başımı
tuvale çarpıyor kanat takınmış fırçalar
kuşlar deli kuşlar
resim değil bu içimdeki
her şeylerin uçuşması
bütün tanrısal söylenceleri gülünç kılan
sanrı diyorlar oysa sapsarılığın bir ironisi var
benim yeryüzüm kaçak aklımın vücut salgıları
her şeylerin eziyetine bu ağız dolusu safra
başıboş hayvanların gece ve gündüz hikâyeleri
vazodaki ortancaların gerisindeki
ağaçların gerisindeki dağların gerisindeki
bulutlardan sonra beliren her şeylerin gerisindeki
kimse onarmasın
sonsuzluk kapısında
tahrip ve hatayı
orada tablolarım var
güneşin renk değiştiren hayalleri
küçük buluşların birikintisi içinde
yaratıcı duyunun refleksleri
bu arayış
sonra gecenin getirdiği bilinç
soğuk renklerin küçük kasabası
sadece koyulaştıran siyahı
bu çığlıkla çırpınan ışık parçaları
sokakların kıvrıldığı yerde
gerçek
acıtabilir bir varlık
öyledir
yoksulluğun tarlalarında filizlenir keder
bütün tonları bir odaya doluşur siyahın
birbirinin yüzlerini görmeyenler
haşlanmış sebze ve patates yerler
bulanık bir hırıltıya benziyor
uzak duvarlardan sürünerek gelen konuşmalar
“gaby bu kesik kulağımı paul’e ver”
bildiğim en değerli armağan
tesellim
bırakılmış bu saf yalnızlık
esirgeyen her şeyin gönül rahatlığıyla gitmesi
aklın anneliği ve çeşit çeşit kafesler modelleyen
babalığı aklın
güneş yükselirken silinip gider
döndürdükçe kendimi kendime
çürür kaybettiğim şeyler
yaprakların altın gülüşleri sarı otları salındırır
her gece getirilmiş durur masamda
uyumsuz bir kulak
“paul paul” diye sayıklar
tanımlanmışların yolundan saptığım doğrudur
eşiksiz ve silik çizgilerin ilerisinde
aklımı kurcalıyor ışık
bağlıyım güneşin hayallerine
tanrının biçimleyişindeki dikkatini
renk verişindeki kusursuz ahengini
siliyorum
mistik bir budalalık
hiç de sadık olmadığımı söylüyor,
manzaralarına tanrının
ama bilmeyenlere söylüyorum
güneşin hayalleri döndürüyor tayfımı
bu günden çok uzakta
tarlalarımın sapsarı hasat zamanı
_____
ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU
Kapitalist sanat alıcısı tarafından en çok yıpratılmış, tüketilmiş ressam Vincent Van Gogh olsa gerek. Van Gogh, hayattayken, cüzi bir fiyata yalnızca tek bir yapıt satabilmiş, görmezden gelinmiş, inzivaya çekilmiş, buhranlarının ve belki Paul Gauguin’in kendisini ziyareti sırasında yaşayıp hissettiklerinin de etkisiyle kendi kulağını kesmesiyle iyice raydan çıkan, en nihayetinde de özkıyımla noktalanan, son derece zor bir hayat sürmüştür.
Bahtiyar Kaymak, “Vincent Van Gogh” başlıklı şiirinde, gerçek bir sanatçıdan yola çıkarak, sanatın gerçeklikle/hayatla bağı, yapıtın neliği, yeni olanın alımlan(amay)ışı ve sanatçının aykırılığının yapıtına, yapıtın da sanatçıya etkisi üzerine düşünüyor. Şiirde Van Gogh’un ayrıksılığını en iyi ifade eden dize şu olsa gerek: “tanımlanmışların yolundan saptığım doğrudur”.
Kaymak, şiirinde bu zorlu hayatın içinden çekip çıkardığı en şiddetli anlar eşliğinde yaşamı, yapıtı ve ölümü sorgularken, Van Gogh’u, okuru kendi hikâyesinin kilit noktalarına yönlendiren anlatıcı özne kimliğiyle konuşturarak bilinç akışı yöntemi uyguluyor ve bu yöntem aracılığıyla da şiirinin yılankavi yollarını, dehlizlerini, yeraltı mağaralarını, yer üstünü, Van Gogh’un renklerini, zihinsel/ruhsal dalgalanmalarını… vs. inşa ediyor. Şairin şiirinin inşasını, sesin, ışığın ve mekânın birbirini takip ettiği girift yapıya sayıklarcasına konuşan bir iç sesin eşlik ettiği taşları örerek gerçekleştirdiğini söylemek mümkün.