Ana Sayfa Kritik WALTER BENJAMIN: DUYUMSAL OLMAYAN KARŞILIKLAR

WALTER BENJAMIN: DUYUMSAL OLMAYAN KARŞILIKLAR

WALTER BENJAMIN: DUYUMSAL OLMAYAN KARŞILIKLAR

[Bu yazı Margaret Cohen’ın Dindışı Aydınlanma: Walter Benjamin ve Gerçeküstücücü Devrimin Paris’i isimli kitabından alıntılanmıştır.]

Türkçeleştiren: Suat Kemal Angı

***

Althusser Benjamin’in psikanalitik söyleminin materyalist potansiyelini netleştirmeye katkı yapadursun, bu düşünürler arasındaki önemli farklılıkları basite indirgememek önemlidir. Benjamin ne Marksist teorinin tarihsel tartışmalarını Althusser kadar yakından takip eder, ne de titiz bir Marks okuması ile onun kadar ilgilenir. Diğer bir belirgin fark, Benjamin’in projesine ilişkin kapsamlı bir tarihselleştirme kaygısıdır. Hem Benjamin hem de Althusser, Marksizm’i on dokuzuncu yüzyıl kavramsal paradigmaları içindeymiş gibi gösteren özellikleriyle birlikte araştırırken, Althusser bu varsayımın, öncelikle Marksizm’in kendi sonuçlarının radikal içeriğini ifade edebilme yeteneğini nasıl sınırladığını anlamaya çalışır. Althusser’ın amacı, Marksizm’i ideolojik bileşeninden bağımsız hale getirmek ve böylece Marksizm’in bir bilim olarak güçlenip pekişmesine katkıda bulunmaktır. Son derece soyut ve teknik yazı biçimi, bu amaca yönelik biçemsel bir ilişki sağlar. Benjamin’in Marksizm’in on dokuzuncu yüzyıl karakterine duyduğu ilginin içeriği ise, bu içeriği tartışma biçimine dair hiçbir şey söylemediği için, daha belirsizdir. Benjamin, bir taraftan Marksizm’i on dokuzuncu yüzyıl kökeninin ideolojik kalıntılarından kurtarmak isterken, diğer taraftan onu çoğu kez bir bilim olarak değil fakat on dokuzuncu yüzyılın önemli bir ifade biçimi olarak ele alır ve bu ifade biçiminin diğer çağdaş ifade biçimleriyle olan ilişkisi, Passagen-Werk’i tanımlayan merkezi projelerden biri haline gelir.

Bir diğer önemli fark, Benjamin’in psikanalitik kavramların altyapı-üstyapı sorununa uygulanmasının tedavi edici* potansiyeline olan dikkat çekici ilgisidir. Tabii ki Althusser için failin durumu tartışmalı bir konudur – onun teorisi, eylem olasılığını olanaksızlaştıran aşırı belirlenimin amansız umutsuzluğuyla, bu durumdan can havliyle kurtulmaya çalışırken (asla yalnız kalmayan ve) son tahlilde iktisadi olan belirlenim nosyonu ile sona erdiği için eleştirilmiştir. Ama Althusser’ın toplumsal süreçler modelinde insan eylemine yer olduğunu kabul etsek bile, bu eylemin en azından kendi yazıları dahilindeki içeriği, onaylanmış Marksist parametreler içinde kalır. Bu içeriğin odaklandığı ayrıcalıklı noktalar, dolaysızlığı ve (parti organına –her zaman güle oynaya olmasa bile– değer ve geçerlilik kazandıran) göreli Ortodoks Marksist müdahale stratejilerini gizemli hale getirmekle maskelenmiş toplumsal ilişkilerin yapısını berraklaştıran titiz ve eleştirel zihinsel kurgulardır. Benjamin’se, tersine, altyapı-üstyapı sorununun psikanalitik olarak yeniden biçimlendirilmesinin yalnızca mevcut toplumsal ilişkilerin karmaşıklığını nasıl teşhis edebileceği üzerine değil, aynı zamanda toplumsal olarak dönüştürücü eylem için ne tür modeller sağlayabileceği üzerine de tahminlerde bulunur. Özellikle akıldışı (irrational) ve belirtisel (symptomatic) fenomenlerin tedavi edici (terapötik) işleviyle ilgilenir; aslında psikanaliz bu tür fenomenleri zengin ifade biçimleri olarak değerlendirir ve önemlerini akılcı ve eleştirel zihinsel kurgu faaliyetinin kapsamına girmeyen bir dizi taktikle araştırır (bu toplumsal eylem görüşü, gerçeküstücüleri Benjamin’den ayırdığı gibi, Althusser’dan da ayırır). Benjamin’in kolektife ait arzu imgeleri ile büyüleyiciliği, onun praksis kavramının tedavi edici (terapötik) boyutunun bir örneğidir. Bu tedavi edici (terapötik) boyut aynı zamanda Benjamin’in “diyalektik imge” kavramında da kendisini gösterir, ki bu imge Adorno’yu rahatsız eden “rüya imgesi”dir (“PC,” 157).

Benjamin’in Marksizm’le arasına mesafe koymasına neden olan daha eklektik bir dizi kavramsal paradigma, Althusser’la arasındaki diğer bir belirgin farkı oluşturur. Benjamin yalnızca psikanalize değil, Yahudi teolojisine, Romantik estetik teoriye, Barok alegoriye ve Baudelaire’in şiirsel pratiklerine de başvurur (yine de, hem Althusser’ın hem de Benjamin’in, ideoloji ve estetik arasındaki ilişkinin Brechtçi formülasyonuna ve bu formülasyonun empati, doğallaştırma*, bozulmaya karşı anlatı, alışkanlığı kırma (defamiliarization) ve montaj kutuplarına önemli ve ortak borçları vardır). Ayrıca (ve bu eklektizmle bağlantılı olarak), Benjamin’in, özellikle Paris üretim döngüsünden daha önceki (1915’ten Alman Trajik Tiyatrosunun Kökeni’ne kadarki) döneme ait kendi dil teorisinin, teolojiyle dolu olan ve Althusser’ın psikanalizin yanı sıra dilbilimden aldığı ve diğer toplumsal üretim biçimlerine uyguladığı yapısal nedensellikten çok farklı bir işaretleme/anlamlama (signification) kavramına dayandığı açıkça bellidir. Bu iki işaretleme/anlamlama kavramı arasındaki mesafe, “Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine” gibi makalelerde ölçülebilir. Fransız yapısalcılığına hiçbir şey, Benjamin’in, cennetin yalnızca kendisini adlandıran sonsuz mutlu dili ile insan dilini karşılaştıran cümlelerinden daha uzak değildir. “Özel ad, insanın Tanrı’nın yaratıcı kelamıyla ortaklığıdır,” diye yazar Benjamin; aynı zamanda “ilk günah insan sözünün doğum ânıdır; bu sözde ad artık kusursuz olmaktan çıkar; artık söz, ad dilinin, bilgi dilinin, özünde var olduğunu söyleyebileceğimiz kendi büyüsünün dışına çıkar ve böylece apaçık, adeta dışsal bir büyü kazanır. Söz, (kendisi dışında) bir şey iletmelidir (R, 324, 327).**

Fakat Althusser’a ve Benjamin’e özgü işaretleme/anlamlama kavramlarının, dilbilimsel bir melankoli (spleen) ve kusursuzluk (ideal) örneğindeki ayna imgeleriyle aynı anlamlara geldiklerinde birbirinden çok farklı olup olmadıklarını merak ediyorum. Bu tahmini, Benjamin’in kendi dil teorisi ve temel üstyapı sorunu üzerine derin düşünceleri arasındaki ilişki açısından ortaya koymak için: Sindirim güçlüğüyle ilgili rüya gören kolektifi düzenleyen ve psikanalitik olarak bilgilendirilmiş nedensellik, cennette var olan işaretleyici/anlamlandırıcı*** ilişkilerin distopyası olarak okunabilir mi? Eleştirel bir yeniden kurgulama süreci dışında hiçbir yerde görünür olmayan bir yapının kendi öğeleri üzerinde etkili olması: Bu, cennet dilinin mutlak bir şekilde kendine yeter ve kendi kendinin kanıtı olmasının canlı kusursuzluğuna duyulan bir özlem (spleen) değil midir? Bu durumda, ve hatta, 1930’lar boyunca Benjamin’in cennetten yeryüzüne inmiş bir dili anımsamaya devam etmesini sağlayan ütopik umutlarıyla uyumlu olarak, iki durum arasında aracılık yapan insan dili olacaktır.

Bu tür bir ilişki, Benjamin’in Paris üretim döngüsü üzerine yoğunlaştıktan sonra dilsel işaretleme/anlamlama anlatısını yeniden ele alış şeklinden de anlaşılır. 1933 tarihli “Taklitçi Yetenek Üzerine”**** isimli denemesinde Benjamin, anlaşılması en zor kavramlarından birini, ilahi dilin insanın cennetten kovulduktan sonraki dünyada bıraktığı izlerle ilgili olan, duyumsal olmayan benzerlik kavramını geliştirir. Wolin’in yazdığı gibi, “dilin duyumsal olmayan karşılıkları, Tanrı’nın yaratıcı dilindeki şeylerin ilahi kökenlerine en yakın olan noktaya gelinceye kadar, uzlaşmaya, Benjamin’in adlandırmasıyla kutsala, daha yakındır.”1 Bu “en yakına gelmek” neleri içerir? Ben, “modern insanın gözlemlenebilir dünyası” (R, 334) içinde duyumsal olmayan benzerliklerin dışavurumunu tartışan Benjamin’in, psikanalizi kendisine ait bir dizi kavramsal paradigmaya uygulamasıyla ilgileniyorum.

Taklitçi Yetenek Üzerine” isimli deneme, Benjamin’in duyumsal olmayan benzerliği bir yapılanma bütünü içindeki parçaların birbirleri arasındaki ilişkiye benzettiği yorumunun ardından, psikanalize dönüşür. Benjamin, –on yıl önce yazdığı “Çevirmenin Görevi”* isimli denemesinde örnek verdiği– yitik bir kabın parçaları olarak dillerin işleyişi (figure) üzerinde yeniden çalışırken şu çağrıda bulunur: “Çünkü, farklı dillerde aynı şey anlamına gelen kelimeler eğer kendi merkezleri olarak o şey hakkında düzenlenmişse, çoğu zaman birbirleriyle en küçük bir benzerliğe sahip olmasalar bile, tüm bu kelimelerin merkezlerinde anlam olarak sahip oldukları (signify) şeye nasıl benzediklerini sorgulamamız gerekir” (R, 335). Ama bu bağın içeriğinin sonraki temsilinde Benjamin, 1933 tanımının kap imgesiyle paylaştığı birleştirilmiş ve görünebilir bütünlük modeline meydan okuyan bir paradigmaya başvurur ve şöyle devam eder:

Sadece söylenenle kastedilen** arasında değil, aynı zamanda yazılanla kastedilen arasında ve aynı ölçüde sözlü ve yazılı olan arasında bağ kuran şey, duyumsal olmayan benzerliktir.

Grafoloji bize, yazarın bilinçdışının içinde gizlendiği el yazısı imgelerini tanımayı öğretmiştir. Yazarın etkinliğinde kendisini bu şekilde ifade eden taklitçi sürecin, yazının ortaya çıktığı çok uzak zamanlarda, yazı yazmak için en büyük öneme sahip olduğu varsayılmalıdır. Böylece yazı, dil gibi, duyumsal olmayan benzerliklerin, duyumsal olmayan karşılıkların arşivi haline gelmiştir. (R, 335)

Miriam Hansen’in gözlemlediği gibi, “Bu noktada psikanaliz, grafolojinin arka kapısından girer.”2 Grafoloji biçiminde, duyumsal olmayan benzerlik bastırmanın bağı, açık ve gizli içerik arasındaki ilişki olarak öne sürülür.3 Bu ilişki biçimi, işaretlerin geleneksel sosyal kullanımlarında anlam olarak sahip oldukları (signify) biçimden farklı olsa da, bastırmanın bağı gibi, açıkça gösterilmesi bu kullanıma bağlıdır. “Dildeki taklitçi unsur, tıpkı bir alev gibi, ancak bir tür taşıyıcıyla ortaya çıkabilir. Bu taşıyıcı göstergebilimsel unsurdur. Dolayısıyla, kelimelerin veya cümlelerin anlamsal olarak birbirine bağlanması, benzerliği ani bir ışık parlaması gibi kendi üzerinden ortaya çıkaran bu taşıyıcıdır” (R, 335).

Benjamin’in duyumsal olmayan karşılığı psikanalitik olarak betimlemesi, bu bağları yapılandıran bütünlüğün doğasını büyük ölçüde karmaşıklaştırır, çünkü bu bağlar daha önce, olayın/şeyin (thing) etrafında düzenlenmiş farklı dillerdeki sözcükler arasındaki bağlar olarak nitelendirilmişti. Eğer bu bağlar aynı zamanda bastırma bağlarına benziyorsa, dilsel bütünlük kesinlikle hemen erişilemeyen başka bir boyut tarafından parçalanmış olur. Bu başkalaşmanın içeriği ne olursa olsun, benim burada önemsediğim, Benjamin’in dil anlayışının artık, on dokuzuncu yüzyıl Paris’i üzerine esinleyici derin düşüncelerinde bahsi geçen yapısal nedenselliği anımsatan bir aşırı belirlenim içermesidir. Duyumsal olmayan karşılık ilişkisi, sadece ilahi cennet dilinin kalıntısı değildir, bu ilişki aynı zamanda, modern kapitalist toplumun karmaşıklıklarına da işaret eder.

Duyumsal olmayan benzerliğin iki-yüzlü karakteri, bu anlaşılması zor metinde geçen ve genellikle görmezden gelinen terminolojik bir kaymanın netleştirilmesine yardımcı olur. “Taklitçi Yetenek Üzerine”de bahsedilen sorunlu ilişkiyi tanımlamak için kullanılan iki sözcük: benzerlik ve karşılık (Korrespondenz). Daha ilk cümlede, Benjamin benzerliği “doğa” ile ilişkilendirir;*** erken dönemde kaleme aldığı dil teorisinin 1933’teki bu yeniden yazımında, ilk günahtan önceki dünya bahsinin yerine ilkel bir kutsalı, “eski zamanlar” tabirini koyar* (R, 333, 334). Karşılık sözcüğünü ise, tersine, kısmen Baudelaire’in ve sembolizmin şiirsel uygulamalarıyla dolu olan 19. yüzyıl Paris’ine yönelik olarak seçmiştir.4 Bu sözcük aynı zamanda, farklı toplumsal uygulama biçimleri arasındaki ilişkileri yapılandıran ayrıcalıklı bir ilişki olarak, Marksist karşılık (Entsprechung) kavramını da hesaba katabilir miydi? Hansen’in gözlemlediği gibi, Benjamin’in taklit kavramı “çağdaş Marksist yansıtma kuramlarından (Widerspiegelung) (…) ayırt edilmelidir; aslında bu kavram onlara, taklit fikrini onaylayıp yeniden tanımlayan Frankfurt Okulu yazarlarına, açıkça muhalefet ediyordu (…).”5 Gerçekten de, [yararlanacağı] terimlerinin eksikliğini hissettiği bu ilişkiyi tanımlamak için el yordamıyla ilerleyen Marks’a atıf yapan Althusser’ı okuduğumda, duyumsal olmayan karşılıkların nasıl ortaya çıktığı konusunda aklıma Benjamin’den başka kimse gelmiyor:

Bu, Marks’ın, Giriş bölümünde okuyabileceğimiz ve henüz son halini almamış geçici cümlelere odaklanmaya çalıştığı bir sorundur: “Tüm toplum biçimlerindeki belirleyici bir üretim ve bu üretimin ilişkileri, diğer tüm üretimi ve onun ilişkilerini, bu ilişkilerin derecesini ve etkisini saptar. Bu, içine diğer tüm renklerin daldırıldığı ve onların özel tonlarını değiştiren genel bir aydınlanmadır (Beleuchtung). İçinde ortaya çıkan her varlığın özgül ağırlığını tanımlayan özel bir eterdir.”6

Benjamin’in, duyumsal olmayan benzerlik ilişkilerinin kendilerini ortaya koyma biçimine dair söylemi, bu kavramın iki-yüzlü** karakteriyle ilgili başka bir içerik daha sunar. Paris üretim döngüsü boyunca diyalektik imgenin tedavi edici (terapötik) potansiyelini karakterize etmek için yararlanılan ancak “Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine” gibi erken dönem metinlerde bulunmayan bir söylemi, dindışı aydınlanışın gerçeküstücü-bilgilendirme söylemini kullanır. Onu “Taklitçi Yetenek Üzerine”de, “Dolayısıyla, kelimelerin veya cümlelerin anlamsal olarak birbirine bağlanması, benzerliği ani bir ışık parlaması gibi kendi üzerinden ortaya çıkaran bu taşıyıcıdır,” diye yazarken gördük. Şöyle devam eder: İnsan tarafından üretildiği ve insan tarafından algılandığı için, birçok durumda –ve özellikle en önemli durumlarda– ani ışık parlamalarıyla sınırlıdır. Geçmişe uçup gider” (R, 335). N Konvolut’undaki birçok pasaj, “Tarih Felsefesi Üzerine Tezler” isimli son dönem çalışmasındaki şu çok ünlü ifadeyle karşılaştırılabilir: “Geçmişin gerçek imgesi uçucudur. Geçmiş ancak, bir daha görünmemek üzere kendini tanıttığı tek bir anda, birden parlayıp aydınlanıveren bir resim olarak yakalanabilir” (I, 255).7

*Therapeutic” yerine: “Tedaviyle ilgili; tedavi edici, iyileştirici etkisi olan. Terapötik.” (Psikoloji Sözlüğü) –ç.n.

*Naturalization” yerine: Benimsenen yabancı bir kelimenin, benimseyen dilin fonetiğine ya da imlasına daha uygun hale gelmesi için değiştirilmesi. –ç.n.

** Ayrıca bkz. Walter Benjamin, “Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine”, Son Bakışta Aşk içinde, s. 177 ve 179-180. 1916 yılında yazılan bu deneme, Benjamin hayattayken yayımlanmamıştır. –ç.n.

***Signifying” yerine: Bir şeyin göstergesini ya da işaretini taşımak suretiyle o şeyin anlamını temsil eden ya da ileten; o işarete anlam olarak sahip olan. –ç.n.

**** Benjamin hayattayken yayımlanmamıştır. –ç.n.

1 Wolin, Walter Benjamin, 244.

* 1921 yılında yazıldı ve 1923’te Charles Baudelaire, “Tableauxi parisiens”: Deutsche Übertragung mit einem Vorwort über die Aufgabe des Übersetzers, von Walter Benjamin içinde yayımlandı. –ç.n.

**Signified” yerine: İfade edildiği fiziksel formdan farklı olarak, bir işaret ile ifade edilen anlam (veya fikir) biçiminde sahip olunan. –ç.n.

2 Miriam Hansen, “Benjamin, Cinema, and Experience: ‘The Blue Flower in the Land of Technology’”, 197.

3 Bu bağın bir örneği olarak Benjamin’den, başka yerde ayrıcalıklı kıldığı daha Ortodoks psikanalitik bir rüya ifadesi örneğinin yardımına başvurmasını bekleyebiliriz; belki de grafoloji modeline yönelmesinin nedeni, kendi dil anlayışının bu denli önemli bir boyutunu oluşturan yazılı metinle bağlantı kurabilmek içindir.

*** “Doğa benzerlikler üretir.” [Gesammelte Schriften (Toplu Yazılar) II, s. 210.] –ç.n.

* “Eski zamanlardan beri taklitçi yeteneğin dil üzerinde belli bir etkisi olmuştur.” [Gesammelte Schriften (Toplu Yazılar) II, s. 211-212.] –ç.n.

4 Benjamin N Konvolut’unda, “Sadece düşüncesiz bir gözlemci, modern teknoloji dünyası ile mitolojinin arkaik sembol dünyası arasında karşılıklar [Korrespondenzen] olduğunu kabul etmez,” demektedir (N 2a, 1 ).

5 Hansen, “Benjamin, Cinema, and Experience,” 195.

6 Althusser ve Balibar, Reading Capital, 187.

**Janus-faced” yerine: Janus, bir yüzü sağa, bir yüzü sola bakan, iki yüzlü antik Roma tanrısıdır. “Janus yüzlü” deyimi, iki zıt özelliğe sahip aldatıcı durumları tanımlamak için kullanılır. –ç.n.

7 Zohn, ikinci cümlenin ilk bölümünü “The past can be seized only as an image which flashes up at the instant when it can be recognized…” olarak çevirir (I, 255 ). Bense, Benjamin’in “içinde şeylerin gerçek –gerçeküstü– yüzlerini takındıkları ‘tanınabilirliğin Şimdisi’”ni (N, 3a, 3) belirtmek için daha önce kullandığı aynı ifadeyi burada da kullanıyor olmasını vurgulamak adına, çeviriyi değiştiriyorum. Almanca aslı için bkz. Walter Benjamin, Gesammelte Schriften (bundan böyle GS), I, 2, 695. N Konvolut’undan yapılan alıntıda, Hafrey ve Sieburth “surrealistische” sözcüğünü “surrealistic” olarak çevirir. [Ayrıca bkz. “Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk içinde, s. 41.]

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl