Ana Sayfa Kritik Ahlat Ağacı: Harç Bitti Yapı Paydos!

Ahlat Ağacı: Harç Bitti Yapı Paydos!

Ahlat Ağacı: Harç Bitti Yapı Paydos!

Bana göre Yeni Türkiye Sineması Zeki Demirkubuz’un Masumiyet (1997) filmindeki “kapı gıcırtısı”ndan çıkmıştır bir tarafıyla. Yusuf hapisten çıkacaktır; son bürokratik işlemleri beklemektedir ürkekçe… Yıllar geçmiştir. İşte tam o yoğunlaşmış bekleme süresine eşlik eder kapı gıcırtısı… Endişe, örtük bir umut ama en önemlisi Devlet Kapısı’nın ahvalı ve yoksulluğudur en çok.. Kederli bir iç çekişitir… Devlet dairelerinin o tuhaf kokusunu taşır gıcırtı. Sümen, ter ve sıkıntıyla billurlaşan. Sinemamızda Metin Erksan, Halid Refiğ, Yılmaz Güney, Lütfü Akad’ın beslediği ama en önemlisi Ömer Kavur’un Anayurt Oteli’nin hazırladığı yeni dönemin belki de ilk “Ses İmgesi”dir… Bresson’un o müthiş önermesini hatırlarız: “sesle anlatacağını görüntüyle, görüntüyle anlatacağını sesle anlatma.” 1950 sonrası sinemada modernizmi ateşleyen o müthiş zenginlik. Ama en çok Tarkovski’dir “ses imge”. O müthiş görselliğe eşlik etmez ses. Başlı başına bir görselliktir; zaman imgedir aynı zamanda. İlk filmi İvan’ın Çocukluğu’nda savaşın duvarları yıktığı dertli Rusya’nın çığlığıdır, duvarsız kapının gıcırtısı. Ama en çok Stalker ve Ayna’daki suyun tıpırtısı, rüzgarın çayırları okşamasıdır ürperterek. Ses göze bağlı değildir artık. Optik-İmaj’ın ya da Deleuze’un deyimiyle bizden motor tepki ve aksiyon bekleyen Hareket-İmaj’ın çok ötesindeki bambaşka bir duygulanım coğrafyasıdır. Dış ses değil bizzat iç sestir…

Caspar David

Ve neredeyse sanat tarihinin ilk sırttan kadrajı sayılacak, Alman Romatizminin zirvesi Caspar David’in Yüce’nin Estetiği’ni deneyimleyen gözü… Tarkovski’nin alemetine dönüşen sırttan görüntü. Ya da “sırttan ses” diyelim olsun! İstisnasız, bana göre Tarkovski dilinin en çok işlediği sinema bizim. Yer yer karikatürünü ve parodisini üretecek (Neden Tarkovski Olamıyorum?) bir yoğunluktan bahsediyorum. Bu bir tarafıyla yavaş, içrek, yalpalayan ve Katolik (kutsal) bir dilin aydın krizine de uygun sanki: Kış Uykusu… Ozu ve Bergman’dan Ömer Kavur’un Gece Yolculuğu’na zorlu bir parkur. Yer yer “festival filmi” şablonu ve rahatsızlık üretecek kadar yaygın bir yordamdan bahsediyorum.

Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” filmini izlerken bunları tekrar düşündüm. Kasaba’dan itibaren izini sürdüğü o zengin ve “Uzak” dil yine karşımızda duruyor. Nuri Bilge Ceylan yine bir kasaba otopsisi yapıyor; Bir Zamanlar Anadolu’da bıraktığı yerden… Gasılhaneye uzanan bir ameliyat masasından. Kasabaya ve “sıkıcı” yuvaya dönen, dönmek istemeyen bir üniversitelinin adımlarını izliyoruz eğri büğrü sokaklar, soluk ışıklı avlular, kederli kahvahaneler boyunca. Çevik kuvvet olmuş bir kankasıyla gerçekleşen telefon boyunca üzerimize çöküyor kasaba… Çevik kuvvet polisi copladığı öğrencileri anlatırken neşeyle ve çaresizlikle, 2 saniyeliğine bir çevrinme ile Fiat Doblo’yu ve arkasındaki tuğrayı görüyoruz… Çok sular akmış kasabadan belli… Başka bir hava yuvalanmış ya da çöreklenmiş çalıların ve damların üstüne. Anne, kız kardeş ve kendini ganyana ve kumara vermiş öğretmen babanın üzerine çöken bir tül… Ama ağır bir tül Doblo’nu hayaleti. Bir Kral Lear var karşımızda, gücünü yitirmiş bir baba.. Çaresiz bir sevimliliğin dudakta ansızın dolduğu çaresiz kral. Sinan’ın bastırmaya çalıştığı kitap ve kasaba eşrafından sponsor arayışlarına eşlik eden inşaatçı yeni bir düzen. Hiç istisnasız NBC son filminin göbeğine yaşadığımız AKP’li muhafazakar sıkıntı duruyor. Hatta neredeyse filmin ana derdi olmuş bu… İtibarını yitiren babanın, emekli imam dedenin, ev içine asılı kalmış anne ve kız kardeşin devindiği bir kasvet. Dededen aldığı altınları vermeyen genç köy imamının vurdumduymazlığı ve motosikletinde parıldayan kefaret. İki genç imamla yaşanan uzun ve peripatetik (yürüyüş) diyalog filme bazen sarkan bir ağırlık da veriyor. İki imam tartışıyorlar… Diğerinin liberal esnekliğine ve cemaat tınısına ve aniden iki saniyeliğine kendini tevekküle bırakmış inatçı imamın ayakkabılarına odaklanıyoruz Tuğralı Doblo gibi… Ayakkabı kutusunu biz biliyoruz zaten.

Çok uzun ama çok uzun diyaloglarla fazlasıyla yorgunlaşmış bir film var aynı zamanda karşımızda. NBC’nin Anadolu’da filmindeki mizah da kurtaramıyor bu hantallığı… Taşralı edebiyatçıyla yaşanan yenik ağırlık gibi. Peki arzu nerede? O ise dudaktaki bir ısırık ve yara olarak duruyor yüzlerimizde.

Ve kapılar… Gıcırdayan kapı ve ev içine sinmiş, ailenin ortasına çöreklenmiş, televizyondan yayılan Yeşilçam filmlerinin acıklı sesi… Yılmaz Güney. NBC’nin Masumiyet’e bir saygı duruşu oluyor bu sahneler. Belki de barışma çağrısı. Filmdeki bir diyalogda söylendiği gibi: “Kaybettiğin itibarı kapı tamir ederek mi kazanacaksın.” Belki de öyle; kapı önemlidir. Açık bir kapıysa daha da önemli.

NBC Ahlat Ağacı’nda ustası Tarkovski’ye retrospektif bir saygı duruşu gösteriyor. Stalker’in karıncaların yürüdüğü eli, bebeğin üzerinde dolaşan tekinsizliği, Ayna’nı sarsıcı rüzgar sesi ve de finaldeki İvan’ın Çocukluğu’nun kuyusu. Kuyu; belki asılacak bir boşluk ya da kazanılacak bir su kaynağı… Belirsiz. Ahlat Ağacı bir Tarkovski Ansiklopedisi yapıyor ustaca.

Diyaloglar ve tezlerle şişmiş bir film var ama karşımızda; konsolide olamamış bir kurgu. Uzun sürenin sıkıştırdığı AKP tezleri..

Belki de bu NBC için yeni bir evrenin başlangıcı. Tarkovski ülkesinden bir ayrılış için son imza. Bilemiyorum. Ama olmalı. Bana göre Yeni Türkiye Sineması eğer bir krizi çözecekse bunu yapmalı. Örneğin Coen Kardeşler’in bizim sinemamızda Taylan Kardeşlerin’in Vavien’i dışında hiç etkisinin olmamasını düşünmek ilginç olur. Oysa Yozgat’tan, Kırşehir’den, Erzurum’dan ne taşralı ve kasabalı Fargo çıkar. Bunlar benim temennim tabii.

Biraz sert olacak ama; Tarkovski düşünülünce, belki de “harç bitti yapı paydos” artık.

Bence NBC bu son filmiyle bir nokta koydu… Başka bir dile geçmek için bir im belki.

Bir de şunu unutuyoruz: Sinema bir prostat sanatıdır. Yani film izlerken çişiniz gelebiliyor.

Özetle; Ahlat Ağacı bütün etkileyiciliğine rağmen sarkmış ve hantallaşmış bir film olarak duruyor karşımızda. Tezler, tezler ve laflar… NBC sinemasında “Bir Zamanlar Anadolu’da” bir başyapıt maalesef hala. Bizim büyük ve çaresiz sefilliğimiz. (*)

 

(*) https://www.birgun.net/haber-detay/bizim-buyuk-guzel-ve-kavruk-sefilligimiz-2895.html

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl