Bilgesu Erenus’u severim. Yakın geçmişte birlikte bazı eylemlerimiz ve birlikteliklerimiz oldu. Eserlerini de beğenirim.

Geçen yılın (2017) mayıs ayı sonlarında H2O Yayınevi’nin bir iletisi ulaştı. “Bilgesu Erenus’un Yaftalı Tabut adlı iki perdelik Kent Seyirlik Oyunu” çıkmak üzereydi. Hele oyunun konusunun Türkiye Tarihî Komünist Hareketi’nin seçkin kuram ve eylem insanlarından Fatma Nudiye Hanım olduğunu öğrenince kitabın çıkışını heyecanla beklemeye başladım. Yayınevinin tarihini verdiği günlerde de kitabı edindim, sıcağı sıcağına okudum.

Gözüme bazı fahiş hatalar ilişti. Kitabın üzerinde işaretleyip gerekli notlarımı alıp bir kenara koymuş, bir fırsatını bulduğumda doğrudan Bilgesu’nun kendisine hatırlatırım demiştim. Derken geçen yılın sonbaharında bir haberden öğrendim: Bilgesu’nun Yaftalı Tabut oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları’nın repertuvarına alınmıştı.

Sevindim.

Oynamaya kalkıldığında aşağıda göstereceğim yanlışlıklar yapılmasın diye Bilgesu’yu arayıp bunları haber vereyim dedim.

Ve telefon ettim.

Yaftalı Tabut oyununu alıp okuduğumu, beğendiğimi, Şehir Tiyatroları repertuvarına alınmış olmasına çok sevindiğimi, ancak birkaç yerinde hatalar olduğunu, onları oturup kamuoyuna yazmaktansa kendisine söyleyebileceğimi anlattım. Hatta hemen eline bir kâğıt kalem almasını bunları not ettirebileceğimi söyledim. O not almaya ben de sıralamaya başlamıştım; sayfa 55’teki İnsaniyet Yayınevi, İnsaniyet Kütüphanesi olması gerekir diyordum ki tepesi attı Bilgesu’nun: “Tamam tamam” dedi, “bırakalım. Sen otur yaz bunları, herkes öğrensin, bir yafta da sen as bakalım!” dedi öfkeyle.

Sonuç şu oldu:

Hatamı bulma benim, buz gibi soğurum senden!”

Pek kafiyeli olmadı ama; telefon konuşmamızdan iki gün sonra, adresine kargoya verdiğim Türk Edebiyatında Kavga kitabımı falanca kargo firmasına verdim haberin olsun diye aradığım telefona çıkmadı Bilgesu, kargo firmasının telefonuna da çıkmamış, sonunda ulaştıklarında; “Adınıza bir kitap paketi var filancadan” demişler, “Beni ilgilendirmiyor” cevabını vermiş. Kendisine yollamaya çalıştığım hediye kitap kargo şirketince geri getirildi.

İşte benim işaret ettiğim Bilgesu Erenus’un “Yaftalı Tabut” oyunundaki doğru-yanlış cetveli. Bir de siz göz atın bakalım ne diyeceksiniz?

Fatma Nudiye Hanım’ın ilk eşi Babıâli’den ünlü gazeteci-yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu idi. Doğal olarak “Üçüncü Yafta”da adı geçmeye başlıyordu Nizamettin Nazif’in. Oyunun yazarı, onun Babıâli’de herkesçe bilinen lakabını kullanmak istemiş, ancak “Deli Nizam” yerine “Deli Nazif” diyordu. Şimdi bile yaşı 40-50 dolaylarındaki herhangi bir Babıâli insanına, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun lakabının ne olduğunu sorsanız, “Deli Nizam” cevabını alırsınız.

Kusura bakma Bilgesu; bu nedenden oyununun 35, 39, 40 ve 45’nci sayfalarındaki “Deli Nazif”ler, “Deli Nizam” olarak düzeltilmek zorunda…

Sayfa 43’te Nâzım Hikmet’in ünlü eseri “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”yü, “Benerci Kendini Neden Öldürdü?” olarak yazmışsın, doğrusu olan “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” şeklinde düzeltir misin? İnanmıyorsan Nâzım Hikmet Külliyatı’nın sıralandığı herhangi bir kitaba bakıver olmaz mı?

Sayfa 51’de bir repliğin içinde Nâzım Hikmet’in üçüncü eşi Münevver Hanım’dan söz edilirken; “teyze kızı Münevver” deniliyor. Doğrusu; “dayı kızı Münevver” olacak.

Beğenelim beğenmeyelim Türkiye Tarihi Komünist Hareketi’nde bir de Kerim Sadi’miz vardır bizim. Fatma Nudiye Hanım’la da bilirler birbirlerini ve hatta Doktor Hikmet’le Fatma Nudiye ilk kez Kerim Sadi’nin evinde görüşüp tanışmışlardır. Kerim Sadi Hoca’nın birer- ikişer formalık broşür-kitaplar yayımlayan bir yayınevi vardır 1930’larda: İnsaniyet Kütüphanesi.

Sayfa 55’te “İnsaniyet Yayınevi” dediğin o yayınevinin doğru adı “İnsaniyet Kütüphanesi” dir.

İlk yılların döneklerinden (“vazgeçmiş”lerinden mi demeli yoksa!) ikisi, Hasan Ali ile Eczacı Vasıf’ı hareketten kopup kaçmak üzerelerken Fatma Nudiye Hanım’ın değerlendirmesindeki öngörüsü: (S.93) “biri bir çiftliğe kapanacak, diğeri Devlet Kitapları’nın başına getirilebilir…” şeklinde.

Peki Fatma Nudiye Hanım şunları söylese daha doğru olmaz mıydı: “Biri Anadolu’da bir kentte eczacılık yapabilir, diğeri Devlet Kitapları’nda musahhihliğe getirilebilir…”

Sayfa 124’te geçen; “yüzbaşı Muzaffer Özdoğru”nun doğrusu “yüzbaşı Muzaffer Özdağ” olmayacak mı?

Böyle kalırsa; İyi Parti’nin başındakilerden oğul Ümit Özdağ, “Babamın soyadı öyle değildi” diye itiraz ederse haklı olmaz mı?

Sayfa 129’da Doktor Hikmet’in hapis kıdeminden söz ediyor replik: “Tam yirmi yedi buçuk yıl içerideydi.”

Cümle âlem bilir ki; çok abartılmış aslı esası olmayan yıllar bunlar, doğrusu “Tam yirmi iki buçuk yıl içerideydi.” olmalıydı.

İşte bu kadar Bilgesu…

SON ANDA:

Dün gece yarısı, okumakta olduğum kitabı olduğu yerde bırakarak bilgisayarın başına oturdum biraz facebook’ta gezinmek için. Mim Melih Güneş dostumun sayfasında, Nâzım Hikmet konusunda birilerinin yapmış olduğu yanlışa sinirlenen satırlarını görünce merak edip sordum kim bu diye… Biraz sonra gönderdi: Milliyet Sanat Dergisi’nin bu ayki (Ekim 2019) sayısında yayımlanan Ahmet Ümit’le yapılan röportajda rastlamış o ağır hatalara.

Hızlıca okurken görüverdim ben de: Nâzım Hikmet’in gençlik yıllarında Moskova’da iken tanıştığı birinden söz ediyor Ahmet Ümit… Kimmiş o biliyor musunuz? “Markowski” diye biri… Kim olabilir bu diye biraz düşününce buldum: Markowski değil Mayakovski’ydi Nâzım’ın tanıdığı kişi.

Nâzım’ın hayatını özetliyor Ahmet Ümit; sonunda, “63 yaşında ölüyor” diyor.

1963 yılında 61 yaşında ölüyor” olmayacak mı doğrusu!

Röportaja başlık Ahmet Ümit Bey’in cevaplarından çıkarılmış: “Bilmediğim Konuları Öğrenmek İçin Yazıyorum” diyor. Bilmediğiniz ya da yanlış bildiğiniz konuları önce bir okuyarak öğrenseniz nasıl olur Ahmet Bey…

Bu iki fahiş hatayı, röportajı yapan Sevin Okyay Hanımefendiye de hiç yakıştıramadım.