Ana Sayfa Kritik BİR BEYAZ BULUTUN PEŞİNDE KOŞANLAR: TAVHANE ÇOCUKLARI.

BİR BEYAZ BULUTUN PEŞİNDE KOŞANLAR: TAVHANE ÇOCUKLARI.

BİR BEYAZ BULUTUN PEŞİNDE KOŞANLAR: TAVHANE ÇOCUKLARI.

– Tavhane Çocukları “kader” diye adlandırılan olgunun hiyerarşik düzende iktidarı-gücü elinde tutanlarca yazılan, kapkara bir lekeden başka bir şey olmadığını romandaki çarpıcı karakterler görünür kılıyor.

-Adnan Gerger’ in sosyal psikoloji(k) bakışın hakim olduğu perspektifi, Tavhane Çocukları’nın nezdinde kronikleşmeye doğru evrilmekte olan toplumsal solunum yetmezliğimizin patolojik verilerini olanca nezaketiyle bir kitap halinde avuçlarımıza bırakıyor.

Yarası yaşından büyük çocuklar, çocukluğunun yara aldığı yerden; yaralı coğrafyalar, yaralı diller, yaralı halklar gibi yok sayılmak, yok edilmek istendikçe kanar. Kanadıkça öldürmenin öldürülmenin ayaküstü olduğu bir ülkede, yaşamla ölüm arası o pamuk ipliğini elinde tutan zalimleri görünür kılar. Ne yazık ki, masumdan zalim yaratan öfkeyi bileyip suç yaratan ve suçludan beslenen feodal veya modern(!) efendilerin egemen olduğu çağların Ehrimen’inin adları değişse de işlevi değişmiyor… Kötülük tanrıları ne masumiyet ne çocukluk ne sevgi tanıyor.

Çocukluk, bütün dillerin tek alfabesidir “ cümlesine paralel içeriğiyle Adnan Gerger imzasıyla İthaki Yayınları’ndan yayımlanan Tavhane Çocukları adlı romanın genel çerçevesi böyle çiziliyor.

Esmer yüzlü coğrafyada, bir düğünde gerçekleşen katliamı egemen iktidara aklını kiraya verip, etiğini satan kimi medya kuruluşlarının hep bir ağızdan olayı nasıl bir algı operasyonuna dönüştürdüklerini anlatarak başlıyor Tavhane Çocukları. “Televizyon ekipleri, o ilk gün ne kadar mizansen varsa uyguladılar ve uydurabildikleri kadar düzmece haber denediler. Ertesi gün de vahşeti bu kez değişiklik olsun diye Ferhat ile Şirin’i anlatarak haber bültenlerini cilalayıp köyden mutlu şekilde ayrıldılar.” Sonra yazarın kalemi, reyting kaygısı kadar önem taşımayan insan ölülerinin başında ağlayan cümlelere dönüşür:

Ölülerimiz teslim edilir mi? Defne izin verirler mi? Ne zaman? sorularının yanıtlarını kan çanağı gözleriyle bir kırık aynaya bakar gibi birbirilerine bakarak arıyorlardı.”

Tavhane Çocukları, “kader” diye adlandırılan olgunun hiyerarşik düzende iktidarı-gücü elinde tutanlarca yazılan, kapkara bir lekeden başka bir şey olmadığını romandaki çarpıcı karakterler görünür kılıyor. Saatin acıda durduğu bir çıkmaz sokağa benzeyen hayatlardan mekânlara geçiş, geçmiş ve geleceğe, zaman an içinde an zaman içinde zaman zamanın içinde öyle kıvrak akıyor ki yazarın zaman ustası olduğu satırların iletkenliğinden anlaşılıyor.

Acıyı bilen, diğer acı taşıyandan kendini üstün görmez…”

Acılarını yarıştırmaktan, birbirinin acılarını küçümsemekten değil empati yapmaktan, kulak vermekten aciz olan, kendi acısının sarhoşu olanların ayılmasını istemeden edemiyor insan, kitaptaki bu cümleyi okuyunca… Kurgusal dokusu özenle işlenmiş Tavhane Çocukları. Yüzünü siyasetle yıkayan iktidarın verdiği yetkiye(!) dayanan güçlerin, yok sayma politikasını yok ederek uyguladıkları yöntemlerle masum insanların tahrip gücü yüksek, suç silahlarına nasıl dönüştürüldüğü; soru işaretlerini büken birer ünlem gibi belirgin olması, romanı akıcı kılan en büyük özellik. Adnan Gerger’in sosyal psikoloji(k) bakışın hakim olduğu perspektifi, Tavhane Çocukları romanının nezdinde kronikleşmeye doğru evrilmekte olan toplumsal solunum yetmezliğimizin patolojik verilerini olanca nezaketiyle bir kitap halinde avuçlarımıza bırakıyor.

Yazar, Tavhane Çocukları romanında, romanın derinliklerine çekim gücünün simgesi “zurna” olarak bize işaret ediliyor. Romanda, simgesel bir başkaldırı olarak kullanılan “zurna”. Günümüzde yalanların gerçekmiş gibi sunulduğu ve hatta adına Post Truth (Gerçeklik Ötesi) dediğimiz çağda bir müzik aletinin nasıl bir “kurtarıcı”ya dönüştüğü anlatılıyor. Çapraşık bir düşünce sistemi içerisinde yorumlanması istenen “zurna” estetik anlatımıyla okura sunulurken alt metinde bir başkaldıran ana karakter olduğu romanın bitimine doğru kendini gösteriyor. Yazarın aynı zamanda, edebiyatta-sanatta adları seslerinin önüne çoktan geçmiş, entelektüelliğin olmazsa olmazı, bir anlamda sanatseverliğin sembolü haline dönüşen piyano, keman ve ney üçlüsünün fiyakasına kafa tutan ve ben de varım diyen(haklı biçimde) “zurna”nın tınısı romanın kahramanlarının hikâyelerini içselleştirirken diğer yandan beyaz perde de izliyormuşçasına karakterleri daha izgisel hale getiriyor.

Yazar, okura kitap boyu umudun yeniden yaratılmasına dair heves yaratıyor. Bu okuru kitaba dâhil etmeyi başaran bir kurmaca, elbette. Kitabı okudukça vicdanın olmadığı yerde umudun olmadığı duygusu, yavaş yavaş ama okurun ta yüreğinde kalıcı olarak yer ediyor. En önemlisi bu durum, okurun vicdanına edebiyatın olanca gücüyle vicdansızlık mührünü basışını hissettiriyor.

Tavhane Çocukları, hoş geldin(iz)…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl