Ana Sayfa Kritik Bu Kurdun Yaşamak İçin Bir Sürüye İhtiyacı Yok

Bu Kurdun Yaşamak İçin Bir Sürüye İhtiyacı Yok

Bu Kurdun Yaşamak İçin Bir Sürüye İhtiyacı Yok

Biz yalnızca kabuk ve yaprak. Her şeyin merkezinde duran meyve, herkesin kendi içinde taşıdığı büyük ölümdür. Rainer Maria Rilke.

 

Hesse’nin eseri, varoluşsal kriz romanından başlayarak oradan yaşama yeni bir başlangıç arayışından doğan manevi deneyime kadar uzanan farklı kayıtları harmanlıyor.

Hesse, yeni başlangıçlarda kuluçkalanan şeyin insanı koruduğunu ve hayata tutunmasına yardımcı olduğunu, bu yüzden, hayat onu çağırdığında kalbin, bir yerden ayrılmaya ve yeniden başlamaya hazır olması gerektiğini ileri sürdü.

Hesse kitabına[1] kurt ile insan arasındaki indirgemeci ikiliğe bir itiraz yerleştirirken, insanın tüm kişilik katmanlarına dokunulmasını sağlayan çoklu benlik talebine somutluk kazandırdı.

Roman, kendi kimliğini aralıksız arayan ve kimlikler arasında sert geçişkenlikleri olan arketipin eşsiz betimlemesi ile Hesse’yi şüphesiz ‘kendilik arayışının kriz yazarı’ mertebesine yükseltti.

Hesse, kurt ve insan ikileminin gelgitleriyle oradan oraya savrulan yalnız bir ruhun hikayesini anlattı. Birbirine dolanmış iki güreşçi imgesinin sonsuz boğuşmasında, Kurt ile İnsan, yer yer birbirine karışıp birbirinin içinde çözüldü.

Bu muazzam ve rahatsız edici romanda Herman Hesse’nin bize tuttuğu karanlık ayna, insanın, içindeki habis kurttan kendini özgürleştirmeye çalıştığı oranda ona daha fazla dönüştüğünü yansıttı.

Hesse’nin hikayesi, protagonistin çevresindeki toplumla ve egosuyla ilişkisini analiz eden bir monolog şeklinde ilerliyor.

Roman, sahte aydından gerçek aydına, yaşamı kaçıranlardan hayatı doyasıya yaşayanlara, kurbandan faile doğru rollerin yer değiştirmeleri boyunca, birçok kez birbirinin içine geçen, bazen de üst üste yığılan ve birinden diğerine ne zaman geçildiğini belirlemenin bazen zor olduğu bir dil cangılı izlenimi veriyor.

Roman karakterleri hayatın sahici tözü dışında her şeyin mümkün olduğu ve hiçbir kuralın olmadığı burjuva hedonist bataklığının, uyuşturucudan, gürültülü müzikten, tüketimden ve nihilizmden puslu bulutsusunun içinde kayboladursun, Hesse Harry Haller’i, bu dünyaya ait olmayan yalnız bir anti-konformist olarak kurguladı.

Protagonist Haller’in bu kurgusu, edebiyatta nihilizme kapılan, kültürlü, zeki ve melankolik karakteri ifade eden bir arketipin inşasını da olanaklı kıldı. Bu arketip, var olmak ya da olmamak durumu içinde yüzen, kendisine ait olmadığına inandığı bir dünyada yaşayan neredeyse bir çeşit 20. Yüzyıl Hamlet’ ine karşılık geliyordu.

Protagonisti Harry, bir yandan burjuvanın yıkıcı iyimserliğine ve vasatı idare edilebilir kılma arzusuna dair canlı bir nefreti içinde taşıyor, diğer yandan vazgeçişten yana tutumlar alıyordu.

Baudelaire de de olduğu gibi, Harry Haller’in de içini sızlatan acı sır, yaşamanın bir ‘musibet’ olduğu gerçeğiydi.

Bu dünyada bulamayacağını anladığı bir düşün peşinde koşan Bozkır kurdu için ölüm, insanın hayat yolculuğunun temel amacı, dünyanın sonsuz buzul çağının soğuk kalbine sıcak, “hayvansı” bir itiraz yerleştirmenin aracıydı.

Bir burjuva dekadanı semptomu olarak intihar onun için ruhunun bir köşesinde uyuklayan gayri meşru bir düşünceydi. Çünkü, hayat tarafından yenilgiye uğratılmak, kişinin kendisi tarafından yenilgiye uğratılmasından daha asil bir deneyimdi.

Ve Harry ardından ölümün sessiz ve soğuk uykusuna ulaştı; gece karanlık camlara çökerken bir kurdun zafer ulumaları ruh bozkırının bucaksızlığında yankılandı.

Zamanın ruhunu, her şeyin yolunda olduğuna ve herkesin kendinden ve dünyadan memnun olduğuna dair yanılsamalı bir atmosferin yönettiği bir mikro kozmosta, burjuva aydını yaklaşan savaş karşısında kuyruğunu etrafındaki her şeye öfkeyle çarpan donuk gözlü ölü bir balığı andırıyordu.

Hesse sadece bir Bozkır Kurdunun, bütün hatları donmuş olan burjuva mikro kozmosuna devinim ve dönüşüm getirebileceğine inandı.

İnsan, büyük kültürüne ve zihinsel keskinliğine rağmen, tüm yakıcılığı ile ilerleyen milliyetçilik, burjuva düşüncesi ve silahlanma yarışı gibi lavlarda yanmama mücadelesinde ne yazık ki başarısız oldu.

Hesse, “Bozkırkurdu”nda, en trajik sonuçlarını 2. Dünya Savaşı’nda gösteren köktenci milliyetçilik ve yeniden silahlanma çılgınlığının kendi ruhunda yarattığı çalkantıları Harry karakterine yansıtmaya çalıştı.

Roman, çığlığı, hâlâ bir önceki Dünya Savaşının ölülerince yankılandırılan ve kötücül bir senaryoda hüküm süren aşırı milliyetçi bir iklimde yazıldı. O çağda, güvercinin ruhu adeta vahşi hayvanlara emanet edilmişti. Zamanın çağıltısında yiten şey, aslında bir hümanistin çığlıydı.

Köktenci milliyetçilik ve savaş taraftarlığı, Harry tarafından sadece bir orta sınıf burjuva sakilliği olarak değil de, insanlığı felakete sürükleyecek bir trajedinin habercisi olarak algılandı. Nitekim, bu fenomenlerin bir “goşist”in ideolojik kehanetleri olmadıkları, Nazilerin iktidarı ele geçirmesiyle sonradan daha iyi anlaşıldı.

Hesse bu bakımdan, “Bozkırkurdu” ile bir “haberci roman”a imza atmış oluyordu.

Roman bu derinliğiyle, zamansız bir başlangıç ​​arayışı çerçevesinin çok ötesine geçerek; Almanya’da Nazizm’in yükselişiyle postal seslerinin el ele gittiği iki savaş arasındaki dünyaya sert ve uzlaşmaz bir bakış fırlatıyor.

Zamanın öncelikler sırası değiştiğinde Kurt, pençeleriyle dünyanın perdesini bir kenara çekip, onunla dost olmak için değil de, onu parçalamak için “insanı” bir sürek avı ile kovalamaya başlıyordu.

Hesse, toprağın altında yatan on iki milyon ölüye rağmen aymazlık içindeki imparatora, generallere, sanayi kompradorlarına, burjuva siyasetçilerine ve gazetelerine Marksist anlamda bir sınıf eleştirisi yapmak yerine geçiştiren, yarım ağız bir kınamayı uygun gördü.

Hesse konjonktürün çatışmalarla yüklü olduğunu ve yakında patlayacağını hissediyordu. Ancak o olası kalkışmanın dünyayı iyileştirmeyeceğini düşünenlerdendi. İster işçiler fabrika sahiplerini öldürsün, ister Rusya ile Almanya birbirlerine saldırsın, tek sonucun sadece sahiplerin ve efendilerin değişmesi olacağını ileri sürdü.

Oysa tarih Hesse’nin karamsar dünya vizyonunu bozguna uğratıyor. Çünkü devrim mevcut ideallerin sıradanlığının farkına varmamızı sağladı. Onun sayesinde Taş Devri tanrılarından kurtulduk.

Hesse spot ışıklarını burjuva entelektüelinin kötülüğüne tutarken, protagonisti Harry’nin dünyaya dair giderek Nietzsche’ci referansların zarfıyla kaplı bir üstünlük duygusu geliştirmesine göz yumdu.

“Bozkırkurdu”, okuyan, iş dünyasına giren, bankada para biriktiren, takım elbise giyen, dua eden ve uzlaşıyla büyüyen ‘normal’ birinin, şüpheci, yalnız, anti-sosyal, burjuva kültürünü sertçe eleştiren, siyasete yabancı ama derinden devrimci kurt ile aynı bedende düşmanca birlikteliğinin mümkün olup olmadığını sorgulayan bir romandı.

Bu, kanlı bir arada varoluş, aynı zamanda zihin ve içgüdü arasında bir karşıtlığı da ifade ediyordu. Harry, tüm varoluşun bu iki ucun (hayvan-insan) imkânsız bir bileşimi olduğunu ve gerçek uzlaşının ancak ölüm ile mümkün olduğunu sonunda keşfedecekti.

İntihara dair kökensel eğilim, gürültü yerine müzik, tensel zevkler yerine neşe, para yerine ruh, seri üretim yerine hakiki iş, uçucu eğlenceler yerine tutku arayanın, bu küçük nafile dünyayı kendine bir türlü ‘yurt” olarak görmemesinden kaynaklanıyordu.

Bu varoluşsal evsizliğe ve bunun ardında bıraktığı duygusal sıkıntıya rağmen Harry “yas” duygusunu başka hiç kimsenin olmadığı şekilde keşfetti.

Şehvetli hermafroditizmi temsil eden Herminie karakteri V. Woolf’taki Orlando karakteriyle paralellikler taşıyor.

Hermine’nin Dokuzuncu Senfoniyi yöneten bir orkestra şefinin coşkusunu çağrıştıran canlı, çocuksu ve saf varlığı, Harry’nin yaşama yetersizliği ile ölememesi arasındaki dayanılmaz gerilimi gidermeye yetmedi.

Ne kutlama duygusu ne kolektif sevincin sarhoşluğu ne de bireyin kalabalık içinde çözülmesinin gizemi, içindeki ölme arzusu veren acılara dair nostaljiyi derinlere itmeye yetmedi.

Hermine ona burjuva yaşamının saçaklarında yeni tutamaklar göstere dursun, Haller’in içindeki kurt, içine sığmadığı dünyanın kıyılarında büyük lahitler inşa etme peşindeydi.

Çünkü Harry, bir taraftan kentin neon ışıklarına, kabarelerine, dans salonlarına, sinemalarına ve kültürel hazlarına kapılarak dolaysız varoluşun küçük oyununu oynayan, diğer taraftan vahşi içgüdülerinin peşinden gitmeyi arzulayan bir Bozkır Kurduydu.

Harry kalabalık trenlerde, otellerde, bunaltıcı ve gürültülü müziğin çınladığı tıklım tıklım kafelerde, şehirlerin barlarında ve müzikhollerinde insanların ne tür zevkler ve keyifler aradığını anlamaktan aciz biriydi.

Ancak diğer yandan, “etçil” itkilerinin çağrısına uyarak sokakta çalan caz müziğinin kanlı ve ham ruhunu koklayarak duyumsamaya çalışıyor, karanlık bir ay sislere battığında yüzüne gözüne insana katlanmanın kanlı bunaltısı bulaşmış halde inine çekiliyordu.

Çünkü aşk bir ilham kaynağı, yazıyı ve şiiri beslemenin bir yoluydu ama uzun vadede fazlasıyla boğucuydu.

Hesse, karakterinin içine, onu giderek ele geçiren korku ve ıstırapları cömertçe boca ederken, kurt ile insan doğası arasında kurulması mümkün tüm analojilere kapı araladı.

İyi ve kötü, pratik ve teorik, güzel ve çirkin, hayvansı ve insani gibi antagonizmaların hayatını felç ettiği Harry, kendi kahrının kozasında kanatları kurumuş bir kelebekti.

  1. yüzyıldaki pek çok entelektüel, aidiyetsizlik, dışlanma ve ayrıksılık atmosferinde özkıyım düşüncesiyle boğuşup durdu. Bizzat Hesse’nin intihara teşebbüs etmesi nedeniyle intihar fikri kitapta tekrar eden otobiyografik bir momentuma ulaştı.

Çünkü burjuva ideolojilerinin, şirketlerin ve paranın yükselen değerler olduğu “geçş dönemlerinde” aydınlar, büyük bir meydan okumaya dönüşen bu fenomenlerle baş edememişlerdi.

Kırık aile fotoğrafı, ikinci evliliğin başarısız olması, giderek yaklaşan büyük savaşın yarattığı iç huzursuzluk, yazarın bireysel felaketinin unsurları olarak otobiyografik izlekler şeklinde yapıtına yansıtıldı.

Aile fotoğrafının dağılmasının ardından gelen mutlak inziva bir metamorfoz eşliğinde onu bir bozkır kurduna dönüştürdü. İtibar ve servet kaybolduğunda, sevdiği kadın da delirmiş ve onu yalnız bırakmıştı.

Kafka’nın böceği Hesse’de kurda dönüşmüş olarak karşımıza çıkıyor. Kafka’da da olduğu gibi Hesse’nin toplumla çatışması önce içine doğmuş olduğu ailede başlıyor.

Kurt-İnsan antagonizmi düal bir arada varoluşun imkânsız olduğunu gösteredursun, Harry Haller yeni toplumun ona reva gördüğü “sürgüne”, dış dünyayı iç dünyadan ayıran yüksek duvarlar örerek tepki verdi.

Bu marjinal kişiliğin zamane toplumuyla yaşadığı doku uyuşmazlığı sürüp giden büyük kargaşanın içinde, varlığın biricik dinlenme ve tazelenme durakları olan felsefe, edebiyat, şiir ve müzikte başkaca bir tanrısallık bulmasını sağladı ve bunlarla hayatında manevi bir doktrin inşa etmeye çalıştı.

Mozart ve Goethe gibi ölümsüzlerin dünyanın karanlık kalbine savurduğu ‘kahkahalar’, sayfalarca süren yakın plan bir grilik betimlemesinin ardından, son bir umut ışıltısı olarak okura bağışlanıyor.

Hesse dünyanın hüznünü bir ilham perisi gibi kullanarak yazdı. Oysa ki “Bozkırkurdu” seçilmiş yalnızlık konusunda Harry’nin uzman olmadığını gösteriyor.

Hermine, onu kemiren bu ebedi yalnızlık hastalığından kurtaracak bir “hayırsever” olarak öne çıkıyor.

Harry kalbinde çözülmemiş ne varsaya dair sabırlı olmayı beceremedi.

Harry’nin içinde belki de bir şeylerden kaçmak için zorlayıcı bir istek vardı. Belki de kaçtığı o şey kendisiydi. Kurt onun gerçek sevgilisiydi; üstelik en sadık olanıydı. Bu nedenle onun kişiliği, bu ‘kurtsu duygunun’ hayata aşılanmış haliydi.

Hesse’nin yapıtı, içsel kaosun bir zenginlik olduğunun anlaşılmasının insanın içindeki iyi ve kötü arasında bir denge kurmasını kolaylaştıracağına dair bir hayat dersi veriyor.

Hesse istikrarsızlığın ve öngörülemezliğin neden olduğu hüznü iliklerine kadar duyumsayan bir yazardı. Zaman hayata sürekli bir kırılganlık bulaştıradursun, o bir çiçeğin her solmasında bu üzüntüyü yaşamıştı, ama bu, umutsuzluk içermeyen bir üzüntüydü.

Hesse’nin yapıtı bize, varoluşsal yas karşısında yenilmemeyi, merak etmeyi, içimizdeki bu sık ormandaki ışığı bulmayı öğretiyor.

[1] Hermann Hesse: Bozkırkurdu, çev. Kamuran Şipal, Yapı Kredi Yayınları, 2003, İstanbul.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl