Ana Sayfa Kritik Ceplerimizdeki Taş Yığınları: Modernitenin Karanlık Yüzü

Ceplerimizdeki Taş Yığınları: Modernitenin Karanlık Yüzü

Ceplerimizdeki Taş Yığınları: Modernitenin Karanlık Yüzü

Modernite, postmodernite, avangard ne de çok duyduğumuz kavramlar! Sanayi Devriminden bu yana yaşanan devasa gelişmeler ve köklü değişimler bu kavramları kılıf etti kendine ve girdi ceplerimize. Bizler yaşamın içinde –suyun içinde– ilerlerken ağırlaştıkça ağırlaştı. Başlangıçta yeni bir oyuncağımız, yeni bir kutsalımız ve doğa üzerinde iktidarımız olmuştu. Ama şimdi su derinleşti, batıyoruz: Tanrı’dan sonra şimdi de İnsan öldü! Belki de kendi ellerimizle kurduğumuz bu yeni dünyada usulca intihar ettik. Birçok sosyal teorisyene göre beş yüz yıla dayanan bu hikâye ve kavramların müthiş bir panoraması var elimizde: Huzursuz Modernite: Avrupa Entelektüel Tarihi Üzerine Makaleler.

Yayın Yönetmenliğini Hikmet Akyüz’ün yaptığı Beyoğlu Kitabevi, Hasan Aksakal’ın bu kitabını henüz birkaç ay önce yayınladı. On yedi makaleden oluşan eser henüz giriş bölümünde okura, modernitenin küçük bir atlasını sunuyor ve genel hatlarıyla 19. ve 20. yüzyılın kültürel, politik ve toplumsal tarihine farklı bir bakış açısı getiriyor. Modernitenin aydınlanmış, şehirleşmiş, okur-yazar ve ilerlemeci yapısından ziyade huzursuz, çelişkili, tehlikeli ve anksiyeteli yapısını merceğine alıyor Aksakal ve bilhassa Klasik Modernite (1780’ler-1960’lar) döneminin karanlık yüzüne bakmayı yeğliyor.

Hasan Aksal’ın bir önceki kitabı Dünyayı Yeniden Büyülemek: Avrupa Romantizminden Portreler Beyoğlu Kitabevi tarafından Şubat 2021’de yayınlanmıştı. Avrupa Romantizmini literatüre taşımak isteyen yazar; edebiyat tarihi, sanat tarihi, siyasi tarih, felsefe tarihi ve müzik tarihi gibi pek çok disiplini okuru için harmanlamıştı. Bu son kitabına da açıkça yansıdığı üzere, Aksakal’ın tüm eserlerinde gözle görülür bir kültürel birikim söz konusu. [Yeri gelmişken eserlerini burada anmakta fayda var: Türk Politik Kültüründe Romantizm (İletişim Yayınları 2015, 2019), Türk Muhafazakârlığı: Terennüm, Tereddüt, Tahakküm (Alfa 2017), “Aydınlanma” Çağından “Karanlık” Yüzyıla: Politik Romantizm ve Modernite Eleştirileri (Kadim 2011, Alfa 2015) ve Türk Cogitosu ve Modern Türkiye’de Politik Yaşam (Kitabevi 2013)]. Yazarın entelektüel birikimini sadece Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler hocalığı yapan bir akademisyen olmasıyla değil, genç yaşlardan itibaren çeşitli yayınevlerinde editörlük, redaktörlük, çevirmenlik ve yayın müdürlüğü yapmasıyla da ilişkilendirebiliriz.

 

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku…” diyen Charles Dickens’ın alıntısına da bir yerde başvuran Aksakal, çok güzel özetlemiş moderniteyi. Yazar, insanoğlunun iyiliği ile başlayan bu yolun zamanların en kötüsü olduğunu anlatmakta. Metnin giriş bölümünden sonra pek çok entelektüelin, Romantizm ve Oryantalizmin etkisiyle moderniteden nasıl kaçtığını okuyoruz. “Doğuya tutun!” diyen Lord Byron üzerinden Avrupa’daki mutsuz bilinçlerin Doğu egzotizminde yeni bir nefes araması söz konusu. Bu dönemde entelektüelleri kendine çeken farklı Oryantalist arayışlar ve keşifler, Doğudan Batıya doğru bir kültür aktarımına sebep olmuş. Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi gibi modernleştirici olayların neticesinde hareketin, şehre yığılan kalabalıkların ve hatta her yana yayılan fabrika bacalarının insanlığa neler kaybettireceğini çok erken keşfetmiş Romantikler ve moderniteden peri masallarının, özgür ruhlu “soylu vahşi”lerin egzotik dünyalarına yönelmiş. Aksakal, bu yönüyle Oryantalizmin Batılı İmparatorlukların emperyalizm siyasetinde kullanılmadan önce Romantizmin estetik devrimi içinde çok önemli bir konumda olduğunu sade bir dille aktarıyor. Modernitenin Avrupalı insanı boğan ve onu huzursuz eden, hatta özgürlük isteyen bir çocuk gibi, kendinden kaçmasına yol açan ilk krizini cebimize ilk taşımız olarak atıyoruz. Modern dünyanın insanlara bahşettiği tüm iyilikler müstesna tabii.

Aksakal’ın bir sonraki durağı, sanayileşen dünyada insanın hayatının hiçe sayılması oluyor. Elbette bunun kıtalarla ya da milletlerle ilgisi yok. Bu durumu maalesef hepimiz yaşıyoruz. Sadece sanayileşme döneminin değil, çağımızın da abc’si olmuş bu durum. Romantizm avcısı yazar bu konuyu da elbette politik bir şiirle aktarmış: “Silezyalı Dokumacılar” ve şair Heinrich Heine. Bu şiirle birlikte ezilen insanın isyankâr ve gür sesini ikinci bir taş olarak cebimize koyuyoruz. Britanya’da doğan makine ve fabrika güneşiyle modernitenin karanlık yüzü böylece biraz daha netleşiyor. Küresel pazarların oluşumu, sosyal sorunlar ve krizler Aksakal tarafından geniş bir perspektifle anlatılmış. İlgili sayfalar yalnızca kapitalizmin ortaya çıkardığı meselelerden bahsetmemiş, aynı zamanda dönemin ruhunu yansıtan edebiyat dünyasının odaklandığı konulara da yer vermiş. Özgür yaşamın parayla takas edildiği, çocuk işçilerin çalıştırıldığı ve kuralların daha sert kuralları doğurduğu bu acımasız çağla birlikte birçok ülkede güneşler batmış. Karanlıkta kalan bu ülkeler için de bir taş alıyoruz.

Kitabın takip eden bölümlerinde, 19. yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreğinin edebi ve entelektüel tarihinde yabancı ve yıkık insanlarla dolu eserlerin örnekleriyle karşılaşıyoruz. Giacomo Leopardi, Max Stirner, Soren Kierkegard, Arthur Schopenhauer ve daha birçok ismin yabancılaşma ve kültürel karamsarlık çerçevesinde verdiği eserleri detaylı bir şekilde anıyoruz. Bu fasıl da Aksakal’ın bize yazar-eser-yıl örnekleri vermesiyle ve bilgi deryası dipnotlarıyla devam ediyor. Karamsarlık konusunun ehemmiyetine dikkat çekmek için yazardan bir alıntı yapmak istiyorum:

“Modern sanayi toplumunun biri toplumu (sosyoloji), biri bireyi (psikoloji) çözümlemeyi ve boğulmaktan korumayı amaçlayan bu iki bilim dalının da, Yüksek Emperyalizm, İkinci Sanayi Devrimi ve Uzun Depresyon (1873-1896) sırasında ortaya çıkmış olması tesadüfi değildi.” (s.79)

Bireyin ve toplumun sağlığı söz konusu olduğunda, modernitenin büyüsü çoktan bozulmuş, yerine huzursuzluğu baki kalmıştı. Kitlesel huzursuzluklardan toplumun her kesimi payını alıyordu elbette. Sanatçıların eserlerinde görülen depresyon, kendine yabancılaşma ve intihar temaları metinde panoramik olarak izlenebiliyor. Bu bağlamda Huzursuz Modernite’de bolca altı çizilecek cümleler görmek mümkün. Sosyolojinin kurucuları ve onların geniş hayat hikâyeleri, entelektüel kişilikler ve onların çalışmalarının Türkçe çeviri örneklerine kadar detaylı bir bilgi hazinesi var. Yalnız benim de bu cümlemin altını çizmemde fayda var; tüm bu bilgilerde modernitenin karanlık yüzü mevzu-u bahis.

Eserin ilerleyen kısımlarında “Çorak Ülke”nin yer aldığı bölüm (s. 177 v.d.) moderniteden nasibini almış insanlığın sesi olarak aktarılıyor. Aksakal’ın şiiri anlatışını oldukça başarılı bulmamın yanı sıra T. S. Eliot’ın şiirinin Türkçe çevirilerine birden fazla kaynak göstermesi yazarın bu metne ne kadar titizlendiğini ortaya koyuyor. Savaşın, yorgunluğun, mutsuzluğun ve depresyonun gölgesinde yazılan bu uzun şiir, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki dünyanın aslında bir cehennem olduğunu anlatıyor. Birçok olay ve kişiye yer verilen şiirde nihai olarak yitik bir insanlık görüyoruz. Yani kendimizi! Cebimize bir taş daha atalım, bu defa en ağırından olsun.

Buraya kadar mutsuzluk ve yabancılıkla dolu olan yolculuğumuz bu mutsuz düzene karşı çıkan birtakım avangard anlayışlarla devam ediyor. Edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe bilgisinin yanı sıra Aksakal, modernizmin türevlerini üreten resim sanatı üzerine de bir dizi bakış açısı sunuyor ve çağın ruhunu ya da çağa tanıklık eden sanatçıların ruh halini isabetle anlatıyor. Ayrıca kitap genelinde yerli yerinde kullanılmış birçok görsel bulunmakta ve yazarın anlatımına eşlik ediyor. Bütün bunlar Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki o cinnet dolu otuz yılın psikolojisini anlamamızı da mümkün kılıyor. Naziler ve modernitenin topyekün yıkımı değinisinin ardından, Aksakal son egzotik arayışlar çağına yöneliyor. Yazar, 1960’lara, Çiçek Çocuklara ve dönemin müzik kültürüne kapsamlıca değinerek yeni bir karşı-kültür ve yeni bir moderniteden kaçış arayışını yansıtıyor ve Soğuk Savaş döneminin bu sıradışı yönüne de ışık tutuyor ve postmodernitenin eşiğinde duruyor. Böylece okur olarak elimizde bir cilde sığmış bir halde gerçek manada bir Avrupa entelektüel tarihi tutuyoruz.

1780’lerden 1960’lara kadar uzanan Klasik Modernite deneyimine dair ortak bir ritimde, oldukça akıcı bir Türkçeyle ve çok fazla kaynağa atıf yaparak ilerlediğimiz bu yolculuk bittiğinde elimizde ne kaldı? Pamuklu kıyafet giyenler, pamuklu kıyafet giyemeyenler ve de hayatı pamuk ipliğine bağlı olanlar. Tüm taşlarımız nehrin dibinde: İnsanlık öldü!

 

 

Nur Ergelen, Yeni Türk Edebiyatı bilim uzmanı, editör, şair, yazar. nurergelen@outlook.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl