Bir sabah
Gümüş ışıklarında ormanın
Yüzüne tünemiş uzaklıklarla çıkagel
Göğsümde gölgesine uluyan bir yumru
Gül kurusu
Göğ dolusu kuşlarla
Çırpınıp dursun zaman
Yaydan çıkmış hakikat
O porselen yüzüne eğreti
Kırmızı ruj
Aynalara yabancı
Çatlatıp da rüyayı
Öpüşsün aşkta tecrübesiz
Belki o zaman
Soyunur bedeninden ciğerleri
Sırtında
İki kanat
Kanatır kartalın telini
Valhalla’dasın
Tanrıların sofrasında
Bilerek sallandığını
Darağacında gecenin
Ağırlığını uyuttuğu
Adında Neşe
Adında Ay
Işığın çölün kalbi
Gücü tanıyor karanlıkta
_____
ERKAN KARAKİRAZ’IN YORUMU
Şair, hangi kipte yazarsa yazsın hangi şahıs ekini kullanırsa kullansın, hangi görseli, ikonu, boşluğu seçerse seçsin, dil içre dillendirdiği her şey, biriktirdiği bilgilerin dibe çöken tortusuyla zuhur eder. Bilgilerden süzülenlerden mürekkep o tortu, kimi zaman deneyimleyerek, kimi zaman gözlemleyerek, kimi zaman da okuyup araştırarak, algılarını sonuna dek açarak ya da gidip yerinde görerek edinilir. Görsel/yazınsal, ‘metin’ içre her türden öge, şairde bulunanlardan ya da bulunduğunu düşündüklerimizden çoğalan ya da eksilenlerdir. Şiir yazmak, sonsuz bir öğrencilikle dirsek çürütmektir ve o öğrenciliğin uğradığı yer, hep ‘içerik’, hep ‘biçim’dir. ‘İçerik’siz ya da ‘biçim’siz olduğunu düşündüğünüz her ‘metnin’ içeriği ve biçimi vardır; ‘biçem’ ırmağı, tercihlerle yatağını bulur. Şiirin içinde, gökyüzü olarak varlık göstermesi gerekmez; porselen, tecrübesiz, kanatlı mitolojik bir figür ya da ışık… Ne olmak isterse o olur, ne olmak istemezse de olmaz. ‘Çölün Kalbi’nde İlah da kul da inanan/inanmayan da ‘O’dur: Şair. Bu söylediklerimde, terminolojiden yararlanılıyorsa da, kutsiyet, dinsellik yok.
Ayşen Sarıbaş, ‘Çölün Kalbi’ şiirinde, deneyimlerinin sesine kulak vererek başkalaşıyor. ‘Çölün Kalbi’, onun, orada bulunduğunu düşündüğümüz her dizede orada bulunmayarak gizlendiği, türlü olasılıklara açık, serap gördüren, kumluk, geniş bir mekânın tam merkezi. İçeriğin uğultusunu, gürültüsünü, gizilgücünü, araftan uluyan gizdökümcülüğünü, sesini, sessizliğini, uzağını, kalbe en yakınını, kendi olmayan nesneleşmiş bir varlığın tözünden, kendisinin şiirdeki aksinden, gölgesinden, yer değiştirip duran göze görünmez ama sezilip duyulan rüzgârından ünlüyor. ‘O’ dediği, hem öteki hem ta kendisi olarak çıkageliyor. O, hem neşe belirtisi, hem ay: Ayşen! Son savaşa cesur savaşçılar toplayıp Valhalla’ya bırakıyor; aynı zamanda bırakılan savaşçılardan biri de ‘O’. ‘Çölün Kalbi’nde her birim, kendine dönük öznenin dert yandığı birer ‘mesele’yle kurulan içerikle, çoğalıp katlanarak karanlığın içinde ışığı doğuruyor. Şair ve şiir, saklandıkları yerden, karanlıkta ortaya çıkıyor.