Mektup, bir iletişim aracı olarak belki de en işlevsel dönemini 19. Yüzyıl’da yaşadı. Aydınlanma sonrası yeni bir oluş halindeki toplumsallaşmanın (Modernizm’in) izlerini mektuplarda bulabilirsiniz. Belli devrimlerin gerek düşünce ve gerekse hareket olarak rüşeym halinden tutun da sonrasına kadar izdüşümleri de birinci derecedeki aktörlerin kaleminden satırlara yansımıştır. Bu yüzden sonradan oluşturulmuş bir tarih bilgisi değil, sıcağı sıcağına, dönemin ruhunu da yansıtan en önemli tarih anlatılarıdır.

Sonradan ana akım olarak tarih sahnesinde yerini alacak Marxizm’in gelişimi içinde mektup haliyle önemli bir araçtı. Birçok önemli metin belki de son halini mektuplarda bulmuştur. Rus Narodnik militan Vera Zasuliç’in Marx’a yazdığı mektup tarihsel bir öneme sahiptir. Hakkında çok yazıldı ama her kesim kendi açısından yorumladı mektubu. Ve bir soruyu hep askıda bıraktı. Bugün Marksizm üzerine şekillenen tartışmaların odağında ,diğer konular kadar bu mektubun da önemi büyüktür. Marx’a dört taslak hazırlatıp; sonrasında kısa bir metin olarak olarak yazılan bu gönderilmemiş mektup(1) üzerinden yola çıkarak Marksizm’e dair iki temel yaklaşıma değineceğiz.

Bu yazının amacı rahatlıkla ulaşılabilecek bir tarih bilgisi paylaşmaktan ziyade bu tarihi olgu üzerinden temel bir konuya vurgu yapmaktır. Bu yüzden kısaca anımsayalım.

Marx’ın temel eseri Kapital’in yayınlandığı dönem(1867), 1848 Avrupa Devrimleri sonrası zamanlarıdır. Kapital Almanya’da yayınlandığında dar bir entelektüel işçi kesimi dışında ilgi görmez. Bilinir bin adet yapılan baskı altı yılda tükenmiş, Kapital’e esas teşkil eden verilerin alındığı İngiltere’de yirmi yıl sonra yayınlanmıştır. İlgi Rusya’dan gelir; Narodnik aydınların talebi olarak belli süreçlerden sonra çevirilip yayınlanır. Çevrildiği ilk yabancı dil olmuştur. Olağanüstü ilgi görür ve altı haftada, Almanya’da altı yılda ulaşılamayan rakamları geride bırakır. Rusya’da entelektüel mayaya ivme kazandırır ve tartışmaların merkezine oturur. Kapital’e bu ilgiyi bile bazı tarihçiler tarihsel sapma(!) olarak görmüşlerdir. Marx’da doğal olarak, son dönemlerinde özellikle Rusya üzerine yoğunlaşır.

Rusya’da ise A. Herzen ve N. Çernişevski’nin düşüncelerinden etkilenmiş, 1860lardan itibaren güçlenen Narodnik bir yapılanma vardır. Rus köy komünleri Obşinalara dayanarak, kapitalizmin lanetini yaşamadan doğrudan sosyalizme geçilebileceğine dair iyimser bir politika hakimdir. Kapital, tam da bu zamanda 1872’de Rusça’ya çevrilmiştir. Narodnikler ayrıca Marx ile de doğrudan yakın ilişki içindedirler. Teorisini dayandırdığı emekçi sınıf, toprağı kendi adlarına işleyen, komünal mülkiyete dayalı köylülüktür. Bu özel vasfından yola çıkarak, kapitalist aşamayı görmeden sosyalizme sıçrama düşüncesi temel tartışma konusudur.

Narodnik militan Vere Zasuliç, böyle bir zamanda, ‘’bilirkişi’’ olarak gördüğü Marx’a mektup yazar; ve tarihe geçen o ünlü soruyu sorar: ‘’köy komünümüzün olası yazgısı üzerine ve dünyanın tüm halklarının, tarihsel zorunluluk gereği kapitalist üretimin tüm aşamalarından geçmelerini zorunlu sayan teori üzerine görüşünüzü açıklamakla büyük bir hizmette bulunursuz…’’(2)

Bu soru Rusya özelinde sorulmuş olsa da aslında bugün Marxizm üzerine tartışmaların da merkezi sorularından birisidir. Asıl önemi de buradan gelmektedir. Marx’ın kendisi ile de doğrudan yüzleşmesidir bir yönüyle. Zasuliç’in ‘’tarihsel zorunluluklar gereği’’ vurgusu önemlidir; Komünist Manifesto’dan Kapital’e kadar Marx’ın temel anlayışının daha doğrusu tarih ve toplum anlayışının sade ve net bir ifadesidir.

Marx dört ayrı taslak hazırlayarak bu talep üzerinde durur. Bu metinlerden anlaşılacağı üzere yoğun bir düşünme ve değerlendirme süreci yaşamıştır. Bugüne kadar kendi sistematiği dışına çıkacağı için de zorlanmıştır belki de. Taslaklarda Kapital’in Batı’ya özgü bir değerlendirme olduğunu; dolayısıyla bütün ülkelerin aynı yoldan gitmeyeceğini belirttikten sonra (3)mektubunda dikkatli ve temkinli bir ifade ile konunun özüne ilişkin düşüncesini açıklar: ‘’Kapital’deki tahlil, tarım komünün yaşama yeteneği konusundane lehte, ne aleyhte nedenler ileri sürmektedirler; ancak orijinal kaynaklarda malzeme arayarak yapmış olduğum özel inceleme, bu komünün, Rusya’da toplumsal yeniden doğuşun dayanağı olduğuna beni inandırdı, ama komünün bu biçimde bir işlevi yerine getirebilmesi için, ilk önce onu her yandan kuşatan baltalayıcı etkilerden kurtarmak ve sonrada kendiliğinden gelme bir gelişmenin doğal koşullarını kendisine sağlamak gerekir.’’(4)

Tarihin cilvesine bakın ki Rusya’da :‘’nasıl bir yoldan gidilmeli’’ diye Marx’a soran Vera Zasuliç, Marks’ın yanıt olarak yazdığı ama göndermediği mektubu daha sonra eline geçtiğinde Plehanov’la paylaşmış ama suskun kalınmıştır. Marks’ın uzun taslaklar hazırladıktan sonra kuşa çevirip yollamadığı mektuba dair ‘’sus payı’’nın etkisi nedir bilinmez. Engels’in çabalarına rağmen Rusya’da da yayınlanmamıştır mektup. Marksizm’in Rusya’daki mimarı Plehanov, Marks’ın ölümünün ertesinde ‘’Marks’a rağmen Marksizm’i’’ savunmuştur çünkü. İçinden geldiği Narodniklere karşı girdiği sert polemiklerde, ayrıntıları bir kenara bırakıp, ‘’Ortodoks Marksizm’’’in de temelini atmıştır. Marks’ın Vera Zasuliç’e yazdığı mektup da Narodniklerin savını ‘’belli şartlar altında’’ desteklediği için görmezden gelinmiştir. Marks’a karşı uygulanan bir nevi ‘’sansür’’ üzerine şekillenen bu tavrın devamcısı Lenin olmuştur. Diğer bir tabirle Rusya’da Marksizm temsil düzeyinde kurulmuştur ve Marks bu temsile uymamaktadır.

İki farklı Marx’tan bahsedilebilir mi? Marx’ı tarihsel bir sabit bir düşünür olarak görmek isteyen anlayış ile bu yaklaşımın karşısında olanlar arasında sıkışıp kalmış, ikiye bölünmeye çalışılan alternatif bir Marks?

Marx’ın tarihe oturduğu baskın zemin, oryanyalist bir bakışla, Avrupa merkezci, ekonomik indirgemeciliğe yaslanan doğrusal, şematik tarih ve toplum anlayışıdır. Engels ile birlikte kaleme aldığı Komünist Manifesto’dan, New York Tribune’deki yazılarına ve olgun dönem eseri Kapital’e kadar birçok veri bu anlayışını onaylar. Ki bir ömür ortak hareket ettiği Engels’in eseri de bu yönünü tahkim eden bir anlamda sağlamasıdır Marks’ın.

Hatta öylesine hakim bir yaklaşımdır ki bu durum, örneğin G. Politzer’in ‘’Felsefenin Temel İlkeleri’’ ile ezber yapmış biri için sabit bir öykü ya da roman şablonu olarak bile görülebilir: tarih, yer ve kişi adlarını değiştirin; tüm toplumlar için,‘’beş adet ekonomik sosyal formasyonu’’diziverin art arda oldu bitti. Bolşevik Parti Tarihi’nden Politzer’e kadar uzanan tüm resmi anlatıların altında politik kaygılar hakimdir; ve Marx bir bütün olarak değil, politik uygunluğu ölçüsünde ele alınıp sahiplenilmiştir.

Diğer yaklaşım ise bu tutumun bir yanlış bir yorum olduğunu, toplumlara dair böyle bir kesinlemeyi Marx ile özdeşleştirilemeyeceğini savunur. Marx’ın gençlik dönemindeki düşüncelerinin zaman içinde değiştiğini, hatta Marx’ın tamamen terk ettiğini savunan iddialar vardır ki neredeyse Marx’ı tarihten iptal edecek yaklaşımlardır. Marks’ın tarih ve toplum anlayışı üretici güçler teorisine dayanır ki bunun geçersizliği temelinde yürütülecek tartışmalar Marx’ı yok hükmünde kılar. Neyse ki Marx 1883 de ölerek ‘’Marxsistlere’’ iyilik yapmıştır. Son olarak tuttuğu Etnolojik Not Defterleri’ne kadar tüm yapıtından ikinci, alternatif bir Marx yaratılamamıştır. En azından şimdilik…

Her iki yaklaşımda eksiklik barındırmaktadır. Neticede uzun yıllara yayılan düşünce ve yazı hayatında mutlaka değişimler olacaktır. Bunlar madalyonun iki yüzüdür. Politik olarak öncelenen Marx vardır sadece. Farklı düşünceler üretmesi onun zenginliğini gösterir, eksikliğini değil. Eserinden cımbızlama yöntemiyle yapılan alıntılar ayrı bütünlüğe sahip bir teori oluşturmamış, oluşturmayacak da.

Bugün sahada politik mücadele yürüten her Marxist örgüt, Lenin pratiği üzerinden yürüyor. Kimi siyasi yapı Lenin’in, kimi çevreler de Stalin’in ölüm tarihleriyle Ekim Devrimi’nin revizyonist bir yola kaydığını iddia ediyor. Bolşevik parti içi çekişmeleri, bugün ülkemizde, sınıf temelinde mücadele ettiğini iddia eden kendinden menkul örgütlerin yapısını da belirliyor. Tarihsel olarak dondurulmuş, eleştirel olmaktan uzak, bağnaz bir politik tutumdur ki son örneği 1990’da Arnavutluk Emek Partisi’nin sürecinde görüldü. Politik körlüğün tavan yaptığı bir süreç yaşanmıştı. Geniş ve bir kaç çevreyi kapsayan ve genelde o dönem ‘’Arnavutçu’’ olarak dillendirilen kesimlerin bu konuda öncesi ve sonrası anılmaya değer.

Arnavutluk’a 1989’da yapılan bir gezinin notlarında göklere çıkartılan Bir AEP ve uygulamaları anlatılıyor. O dönemki lideri ‘’Yoldaş Ramiz Alia’’ göklere çıkartılmış: ‘’Yaşayan sosyalizmin biricik kalesi ve özgürlüğün simgesi Arnavutluk!’’. 1990 Şubat ayında ‘’Yoldaş Ramiz’’, bir suskunluk döneminin ardından bir yıl sonra ‘’dönek Ramiz’’ oluvermiş. 1990’ların başından itibaren çöküş dönemine giren mevcut sosyalist blok ile başlayan anafor elbette bürokratik bir baskı rejimi olan Arnavutluk’a etkileyecekti. Son ana kadar fark edilmeyen ‘’bu hain yoldaş’’, yerden yere vuruluyor. Enver Hoca’nın sağ kolu bu hain, karda yürümüş izini belli etmemişti. Şartlar olgunlaşınca hançeri sokuverdi; bir yazıdan çıkan sonuç bu. (5)

Sona doğru gidişin nedenlerini kişilerde arayan, resmin tamamını görmeyen politik duruş. Aynı sistem gibi, kendi ürettiği suçu bireylere yıkarak kendini aklama çabası. İşte bu parti devlet anlayışının daha başından beri nasıl bir bürokratik diktatörlüğe dönüştüğünün görülmesini engelleyen, bilimsellik ardına sığınan bu kör inancın kırılması anlamında farklı Marx okumalarının genişlemesi sevindirici. Devlet ve devrim anlayışlarındaki yanılgının sonuçlarını tahlil etmekten uzak bir zihin sığlığından kurtulabilinir böylelikle. Devrimi,’’ iktidar olma’’ olarak algılayan, sonuç odaklı anlayışların elinde Marx, tarihsel kötü ününü her zaman koruyacaktır.

Marx, mevcut halinden yakayı sıyırma şansı zor bulacaktır. Çünkü konu devrim anlayışlarıyla doğru orantılıdır. Devrim, Marxist yapılanmalar için bir iktidar sorunu olarak görülür. Komünist olabilmenin en temel şartı budur. Sonuca odaklanmış bu teleolojik bakışın netliklere ihtiyacı vardır. Ara rengi yoktur. Dallanıp budaklanmaya ya da patika yollara tahammül göstermez. Teori olarak bilimsel olduğu iddasını taşıdığı yaşamasız, ölü programına sarılır ve her türlü eleştiri, dört elle sarıldığı ‘’tarihsel sabitlerine’’ yaslanılarak bertaraf edilir. Tarihi bir ‘’tekerrür’’ olarak görmenin diğer anlamıdır bu.

Kitlelerin insiyatifi kırılıp, onlar adına iktidar olunduğu gün yoldan çıkılmış, devrim bitirilmiştir. Devrim adına sürdürülen ise bir ‘’yenilgi tuzağından’’ başka bir şey olmamıştır; yüzleşme uzun bir dönem sonra yaşanmış olsa bile. ‘’Balığın baştan koktuğu’’, hala görülmek istenmeyen bir gerçek olarak ortada duruyor.

Evet, Marx deşelenmeli. Büyük bir cephanelik olarak herkesin faydalanacağı bir şeyler vardır mutlaka. Ondaki değişimin izlerini sürüp, yaşanmış olumlu ve olumsuz pratikler üzerinden yeniden okunmalı. Alternatif bir Marx yaratma çabasından ziyade eserinin bütünlüğü içinde anlaşılıp yorumlanmalı. Kendisinden sonra yaşanmış koca bir Marxist süreç var…

-_____________________________________

1) K. Marx, F. Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri, Sol Yayınları, Çev. Mihri Belli. Dördüncü taslak aşırı tekrarlardan dolayı kitaba konulmamıştır.

2) Aktaran Muammer Kaymak, Kapital’in Rusça Serüveni, s.25

3) Aktaran Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek, 2018

4) K.Marx, F.Engels, s.264

5) Özgürlük Dünyası Dergisi,11.,12.,13.,14.,16. Ve 30.sayılar