Ana Sayfa Kritik İttihatçılar ve Muhalif Gazeteciler

İttihatçılar ve Muhalif Gazeteciler

İttihatçılar ve Muhalif Gazeteciler

KAYBOLAN BABIÂLİ’NİN ARDINDAN: 3

23 Temmuz 1908’de, beklenen gün geldi. Abdülhamit, Meşrutiyet’in ilanını kabul etti. Günümüzde, basın kuruluşları, bu tarihten bir gün sonrasını, yani 24 Temmuz 1908’in yıldönümünü, her yıl “sansürün kaldırılışı” olarak kutlarlar.

Hürriyet”, “Eşitlik” ve “Kardeşlik” sloganlarıyla yola çıkan İkinci Meşrutiyetçilerin estirdiği hava kısa sürede yazı ve söz olarak ortalığı kapladı. Her köşe başında; “Otuz üç yıllık İstibdat’ta…” diye söze başlayan nutukçular görülmeye; yüzlerce gazete ve dergi imtiyazı alan kişiler ne zaman çıkıp ne zaman battığı belli olmayan yayınlar ortaya çıkarmaya başladı.

Meşrutiyet’in ilânını izleyen ilk bir buçuk ay içinde 200 kişi gazete çıkarma imtiyazı almıştı. Dönem öncesinin önde gelen gazeteleri; Ahmet Midhat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat’ı, Ahmet Cevdet’in İkdam’ı ve Mihran Efendi’nin Sabah’ıydı Bunlara kısa süre sonra Yeni Gazete de eklenmişti…

Bunlardan İttihat ve Terakki yanlısı gazeteler “Şura-yı Ümmet”le “Tanin” kalıcı birer günlük gazete oldular. Muhalif basın organlarıyla çatışmaya başladılar.

Basının temel gücü gazetecidir. Peki gazeteci nedir ve kimdir? Tek gücü kalem ve kâğıt olan insan… Doğrularıyla, yanlışlarıyla içimizden herhangi biri; gören, duyan, düşünen ve yazan… Ne yasalardan aldığı emretme gücü vardır gazetecinin ne de orduları… Gazeteci ve gazete, genel olarak güçsüzlerin gücüdür bir bakıma. Ancak onu koruyan özel bir güç yoktur. O nedenle, dünyada en çok kızılan kişi gazetecidir. Güç, kudret ve erk sahipleri basına karşı çoğunlukla siyasal ya da ekonomik önlemler alırlar. Bunların yeterli olmadığı zamanda, işi, kaba kuvvete kadar vardırırlar.

Dinsel Gericilik İsyan Çıkarıyor…

23 Temmuz 1908’den sonra da toplumsal ve siyasal karmaşa sürüyordu ülkede. Bir yanda Meşrutiyetçiler, öte yanda da karşıtları vardı. Bu olgu basına da aynen yansımıştı. İttihatçılara muhalefet eden basının en önünde, Derviş Vahdetî’nin sahibi ve başyazarı olduğu “Volkan” gazetesi, İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin yayın organıydı. “Volkan” İttihatçılara şiddetle çatıyor, yönetime hitaben açık mektuplar yayımlıyordu. “Volkan”a göre; İttihatçılar yüzünden dinî inançlar sarsılmaya, ahlak bozulmaya başlamıştı. İttihatçılar bir Batılılaşma tutturmuşlardı ki, bu hiç şüphesiz bir şeytanlar devriydi. Çarşafı kaldıracaklar, önlerine gelen yerde meyhaneler açacaklardı… vb…vb… Kısacası Derviş Vahdetî ve arkasındaki güçler Meşrutiyet’ten rahatsızdılar. Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasını istiyorlardı.

Volkan” gazetesinin yayınına başlamasından 5 ay 4 gün sonra, 31 Mart 1909’da olaylar patlak verdi. “Din elden gidiyor!” kaygısı ve korkusuyla kışkırtılıp yönlendirilen toplumun bir kesimi, önce İttihatçı yayın organları “Şura-yı Ümmet” ve “Tanin” gazeteleri binalarına yöneldi. Yakıp yıktılar, yağma ettiler. Bu da yetmedi, en azılı İttihatçı Hüseyin Cahit’i (Yalçın) öldürmek için Meclis-i Mebusan binasına saldırdılar. Hüseyin Cahid’e benzettikleri bir başka mebusu öldürdüler. Ünlü “31 Mart Ayaklanması” başlamıştı.

Ayaklanma, İttihatçı subay ve sivillerden meydana getirilen “Hareket Ordusu”nun Selanik’ten İstanbul’a gelip şehre el koymasıyla bastırıldı. Derviş Vahdetî başta olmak üzere pek çok asi idam edildi. İkinci Meşrutiyet kadroları yönetimi tekrar yerine yerleştirdi.

İttihatçı Fedaileri Gazeteci Kurşunluyor…

Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda, siyasal iktidar olarak, gazeteci öldürtme puştluğu, İttihat ve Terakki yönetimi zamanında başlamıştır.

Mevlanzâde Rıfat’ın yayımladığı “Serbestî” gazetesinin yönetimini ve yazı işlerini, Paris’teki sürgününden dönen Hasan Fehmi Bey üstlenmişti. Hasan Fehmi Bey, başyazılarında İttihat ve Terakki iktidarını sert bir biçimde eleştiriyor ve gazetesi çok satılıyordu. Bunun üzerine Hasan Fehmi Bey’e tehdit mektupları gelmeye başlamıştı. Bir tanesinde şöyle deniyordu:

İttihat ve Terakki’nin fenalığı açlıktan da, koleradan da fazla tahribat yapmaktadır diyorsun, bu tahribatı aziz milletimizin dimağında asıl sen yapmaktasın…”

Nihayet 6 Nisan 1909 günü akşamı, Hasan Fehmi Bey, mülkiye kaymakamı arkadaşı Ertuğrul Şakir’le Beyoğlu’ndan dönerken Galata Köprüsü’nün Eminönü’ne bitişik olan tarafında tabancayla vurularak öldürüldü. Arkadaşı Ertuğrul Şevket yaralandı.

Ertesi gün öğrenci gençlik öfke ile ayağa kalktı. Babıâli bahçesini doldurarak, “Katili isteriz!” diye bağırdılar. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, katili ya da katilleri bulacağına söz verdi. Ancak Hasan Fehmi Bey’in katilleri hiçbir zaman bulunamadı.

Bu Kez Sıra Ahmet Samim Bey’deydi…

Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinden sonra; bir başka genç ve gözü pek gazeteci Ahmet Samim Bey, “Sedâ-yı Millet” gazetesinde, İttihat ve Terakki yönetimine karşı sert bir muhalefet yürütmeye başladı. Ahmet Samim Bey, sadece yönetimi eleştirmekle yetinmiyor, iktidarın yolsuzluklarını da belgeleriyle kanıtlıyordu. İttihat ve Terakki yönetimi, Ahmet Samim Bey’in de susturulması için fedailerini harekete geçirdi.

9 Haziran 1910 Perşembe akşamı geceye evrilirken, gazetesinin yönetim binasından, yanında yazar arkadaşı Fazıl Ahmet Bey’le (Aykaç) çıkıp Eminönü’ne doğru yürürken, Bahçekapı’da arkasından açılan tabanca ateşiyle Ahmet Samim Bey de öldürüldü. Fazıl Ahmet Bey ise yara almadan kurtuldu.

Dönemin gazetecilerinden Ref’i Cevad (Ulunay) tanıklığından Ahmet Samim Bey’in öldürülüşü olayının ayrıntısı şöyle:

Ben o zaman Ahmet Cevdet’in İkdam gazetesinde çalışıyordum. Yunus Nadi merhum Sekreter, ben de Muavini (yardımcısı) idim. Karşılıklı gazeteyi hazırlarken muhabirlerden biri, merdivenleri yıkar gibi gürültü ile çıkarak odaya girdi:

-Ahmet Samim’i vurdular!

Yunus Nadi kıpkırmızı oldu. Koşuşan mütercimler, muharrirler odaya doldular. Sual mitralyözü başladı:

-Nerede?

-Nasıl?

-Kim vurdu?

Muhabir cevap veriyordu:

-Bahçekapı’da, tam fırının önünde… Katil yakalanmadı.

Yunus Nadi bana:

-Haydi bakalım, dedi, bu işi sen başarabilirsin.

Matbaadan çıktım, sür’atli adımlarla vak’a yerine geldim, o zamanlar Emniyet-i Umumiye Müdürü olan Miralay Galip Bey yeni gelmişti. Bir elektrik lambasının ziyasından (aydınlığından) faydalanarak yerde bir şey arıyordu.

-Ne arıyorsunuz beyefendi? dedim.

Beni görünce:

-Siz misiniz?, dedi. Efendim, bazen ufak bir emare, ufak bir iz zabıtayı katile götürebilir. Mesela bir düğme veyahut başka bir şey…

Pek tabii olarak aranılan emare, düğme veyahut o başka bir şey bulunamadı.

Galip Bey sordu:

-Nereye kaldırdınız?

-Gümrük Camii’nin avlusunda…

Beraber cami avlusuna gittik. Ortaya bir teneşir konmuş, Samim çırçıplak bu teneşire uzatılmıştı, önüne ufak bir çuval parçası örtülmüştü. Başında, doktor olduğu anlaşılan orta yaşlı bir adam duruyordu.

Samim’in yüzünde kan yoktu, gözleri aralık uyuyor gibiydi. Elimi vücuduna dokundurdum… Daha soğumamıştı.

Doktor Emniyet-i Umumiye Müdürü’ne, kurşunun seyrini göstermek için Samim’in başını kaldırdı, elindeki teli maktulün ensesinin biraz üzerindeki bir delikten soktu ve burnunun sol tarafındaki bir delikten çıkardı.

Galip Bey orada da bazı tetkikatta bulundu. Birlikte Eminönü merkezine gittik. Karakolda, hâlâ kendine gelemeyen Fazıl Ahmet (Aykaç) büyük bir heyecan içinde vak’ayı anlatıyordu.

Fazıl Ahmet beni görünce, ağlayan bir seda ile sordu:

-Öldü değil mi?

Tasdik makamında başımı salladım. Fazıl’ın vak’a hakkında anlattığına bir isticvap (sorgu) şekli verilmiyordu, verilemezdi de… O, sadece cinayetin şahidi, fakat hiçbir şey görmeyen bir şahidi olmuştu.

Galip Bey:

-Fazıl Ahmet Bey, nasıl oldu? dedi. Ne kadar zahmetse, bütün ayrıntıları ile anlatır mısınız?

-Arz edeyim efendim: Bu akşam “Sedây-ı Millet”e uğradım. Samim gazete ile meşgul oluyordu, beni görünce, gazetenin Sekreteri, Şahabettin Süleyman için “Çapkın bırakıp gitmiş, dedi, bütün iş benim üzerime kaldı. Biraz bekle beraber çıkalım. Gider onu buluruz.” Gazetenin işi bitti. Beraber kol kola Hamidiye Türbesi tarafından tramvay yoluna çıktık. İkimiz de Şahabettin Süleyman’dan bahsediyor, gülüşüyorduk. Bahçekapısı’na geldik, tam fırının önündeydik, kepenkleri kapanmış, yalnız ufak kapısı açık kalmıştı. Samim, “Onu bulacağız ve… burnundan yakalayacağım ve…” Sözün tam bu noktasında arkamdan ve pek yakınımdan bir tabanca patladı. Samim olduğu yerde döndü, ben şuursuz bir halde kendimi fırının açık duran ufak kapısından içeriye attım. Fırındakiler hemen kapıyı kapadılar. Ne olmuştu? Bilmiyorum. Fakat kepenklerin aralığından dışarıya baktım. Ahmet Samim arka üstü uzanmış, inleyerek başını iki tarafa sallıyordu. Fırıncılar da ne olduğunun farkında değillerdi. Onlar bir ok gibi içeriye atılanın taarruza uğradığını ve canını kurtarmak için buraya sığındığını zannediyorlardı. Dışarıda koşuşanlar oldu, polisler geldi. Samim’i gördükleri zaman daha ölmemişti.

Galip Bey, samimi olduğunda şüphe etmediğim bir eda ile:

-Yazık oldu, dedi, çok değerli bir muharrirdi.”

Ahmet Samim Bey İçin “Özel Sayı” Gazete…

Refik Halid Bey; “Tanıdıklarım” kitabında, Ahmet Samim Bey’in İttihatçı fedailer tarafından vurulduktan sonra yakın arkadaşlarının onu anacak bir gazete çıkarmaya çalıştıklarını anlatıyor:

İttihatçılar Ahmet Samim’i vurdukları zaman arkadaşları, muazzez hatırasını ve bu menfur cinayeti halkın dimağına kayıt için bir gazete, bir nüsha çıkarmak arzusuna düşmüşlerdi. Bunun içine resimleri, vasiyetnamesi ve bazı makaleleri, mektupları konacaktı. Son saatte herkes korktu ve bu gazete fikrinin etrafından kaçıştı. Yalnız Kıbrıslı Şevket ve Halit beylerle ben kalmıştım. Biz sebat ediyor ve bunu dercedebilecek (yayımlayabilecek) bir gazete ve basabilecek bir matbaa arıyorduk. Bu esnada İştirakçi karşımıza çıktı:

-Hazırlayın siz yazıları, verin bana, bizim “İştirak” ne güne duruyor, basarız! dedi ve ilave etti:

-Cepte metelik kalmadı!

O zamanki teşkilatlı ve gözü açık hükümetin bütün tedbirlerine rağmen “İştirak” basıldı, akşamüzeri vapura girdiğim zaman, bütün salonlarda herkesin elinde bir “İştirak” vardı, halbuki hükümet toplanması ve faillerinin tevkifi için emir vermişti. Nitekim Şevket Bey’le İştirakçi Hilmi Bey tevkif olundu.

İştirakçi:

-Hepsini ben yazdım, ben bastım, fail yalnız benim!

diye bağırıyordu.”

Şehrah” Başyazarı Zeki Bey’i Bakırköy’de Vurdular…

İki gazeteci cinayetinin üzerinden 14 ay geçmişti.

Esas olarak “Mizan” gazetesinin yazarı olan Zeki Bey, “Şehrah” (Büyük Yol) gazetesinde de başyazılar yazıyordu. Kalemine yolsuzlukları dolamıştı. Açıklıyor ve yöneticileri suçlayıcı sorular yöneltiyordu. En çok üzerinde durduğu konular suiistimaller ve dış borçlardı.

Zeki Bey’in susturulmasına ve kaleminin kırılmasına karar verilen tarih 10 Temmuz 1911 idi. Zeki Bey’i de bu tarihte, aynı yöntemle, arkasından ateş ederek Makrıköy’de (Günümüzdeki Bakırköy) öldürdüler.

Bütün Muhalifler Sinop’a Sürüldü…

Bütün bunlarla yetinmeyen İttihat ve Terakki yönetimi; bir ara uzaklaştırıldığı siyasi iktidarı, Babıâli Baskını’yla tekrar eline geçirip, Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya 11 Haziran 1913’te yapılan suikastten sonra tümüyle pekiştirince, tüm muhaliflerini tasfiyeye yöneldi.

Gerçek iktidar İttihatçı şefler Talat-Enver-Cemal üçlüsünde toplanmıştı. Merkez Kumandanı Cemal Paşa’nın inisiyatifiyle, Mahmut Şevket Paşa suikastıyla ilgisi olsun olmasın, en başta gazeteci-yazarlar olmak üzere bin kişi Sinop’a sürülmüştü.

Bunların içinde; İttihat ve Terakki yönetiminin hışmını en çok üzerine çekenlerden, ünlü gazeteci-yazar Refik Halid (Karay) de vardı. Refik Halid Bey bir yazısında; “Posta Telgraf Müdürlüğü’nden gelip, ilk kez Nazır (Bakan) koltuğuna oturarak ikbal gören” şeklinde tanımladığı Talat Paşa için; “Hırkaya alışanlar, birden bire frak giyerlerse gülünç olurlar.” cümlesi yüzünden; haziran 1913’te sürüldüğü Sinop’tan sonra Bâlâ, Ankara ve Bilecik’te 1918’e kadar beş buçuk yıl dolaştırılmış ve Ziya Gökalp’in şefaatiyle affettirilebilmişti.

Refik Halid Bey’den başka daha kimler yoktu ki Sinop sürgünleri arasında?

Ref’i Cevad Ulunay, sonraki yılların “şeyh-ül muharririn”i Burhan Felek, halk yazarı Osman Cemal (Kaygılı), o sıralarda “İfham” (Anlatma, Bildirme) gazetesinde yazarlık yapan, 1920’lerin başında Türkiye Komünist Partisi’ni kurup, partinin ilk lideri olacak olan Mustafa Suphi… Ve daha onlarca gazeteci ve yazar…

29 Ekim 1923’teki Cumhuriyet’e işte böyle varıldı…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl