Ana Sayfa Kritik KAOSU DÜZENE DÖNÜŞTÜRME SÜRECİNDE SANATIN ROLÜ: ANLATILARIN ÇOCUKLAR İÇİN YORUMLAYICI GÜCÜ

KAOSU DÜZENE DÖNÜŞTÜRME SÜRECİNDE SANATIN ROLÜ: ANLATILARIN ÇOCUKLAR İÇİN YORUMLAYICI GÜCÜ

KAOSU DÜZENE DÖNÜŞTÜRME SÜRECİNDE SANATIN ROLÜ: ANLATILARIN ÇOCUKLAR İÇİN YORUMLAYICI GÜCÜ

“Evren, atomlardan değil hikayelerden oluşur.” – Muriel Rukeyser

 

Dünya akıl süzgecinden geçirilemeyen fenomenlerle doludur. Her ne kadar günümüz dünyasında birçok olguyu açıklayabilecek bilimsel donanımlara sahip olunsa da, bilimin henüz kuramsal ve pratik düzlemde gelişmediği zamanlarda insanlar söz konusu fenomenlere açıklık getirebilmek için farklı yollara başvurmuşlardır. Bilimin henüz günümüz boyutuna evrilmediği tarihsel süreçte anlamlandırılamayan ve konseptleştirilemeyen olayları çoğunlukla deprem, gök gürültüsü, şimşek, toprak kayması vb. gibi doğal felaketler teşkil etmiştir. Yorum getiremediği ve gerekçelendiremediği olaylar karşısında korkan, anksiyetik ve kaotik bir duygu haline bürünen insanlar karşı karşıya oldukları belirsizlikler bütününe ancak açıklık getirdikleri zaman rahatlamaktadırlar. Antik dönemde söz konusu belirsizlikler bütününe getirilen açıklamalar her zaman için doğru olmaması ve yoruma dayalı yaklaşımların hayali durumlarla desteklenmesinden ötürü mit/efsane gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Lakin antik çağlarda insanlar belirsizlik karşısında doğrunun değil belirsizliğe ilişkin bir açıklamanın, onu kavramsallaştırmanın peşindedir. Ona göre vuku bulan olayın bir nedeni ve anlamı olmalıdır. Tsunaminin bir doğa olayı olduğunu tespit etmekten ziyade onun deniz tanrısı Poseidon tarafından oluşturulduğu inancı insanı rahatlatmasına ve karşı karşıya olduğu olgunun en azından ne olduğunu kendince yorumlayabilmesine olanak tanımıştır.  İfade edilen bu ve benzeri durumları gerekçelendirmek noktasında bilimsel dayanağı henüz oluşmayan insanoğlu ise din, mit ve rüyalar gibi kavramlardan beslenmiş ve yorum kapasitesini aşan olayları bu kavramlarla açıklığa kavuşturmaya çalışmışlardır. Mark’ın ifade ettiği gibi (2018)

 

Mitler bilim öncesi dönemin bilimidir. Böylece mitler insanların, hayvanların ve sembollerin yaratılışını anlatır. Herhangi bir hayvanın, örneğin bir yarasının neden sadece geceleri uçtuğunu ve gündüz kör olduğunu; herhangi bir doğa olayının, örneğin gökkuşağının neden oluştuğunu; belli kültürel ritüellerin neden ve nasıl ortaya çıktığını açıklarlar.

Bireylerin yorumlama süreçlerini mitler ve rüyalar ile gerekçelendirmeleri yanlış varsayımlara yöneltebilecek bir teşebbüs olarak görülebilse de esasında bu gelenek insanları diğer canlılardan ayıran en temel farklılıklardan birini oluşturmaktadır. Birçok diğer canlının aksine insan çıkarımlarda bulunabilmek ve anlama sürecini gerçekleştirebilmek için mutlak suretle söz konusu olan deneyimi yaşamaya ihtiyaç duymamaktadır. Keza insanın çıkarımlarda bulunabilmesi için söz konusu olayı alımlaması çoğu zaman için yeterlidir. Antik çağlarda akıl-üstü fenomenleri açıklayabilmek için başvurulan yöntemler bugünün bilimsel ve edebi külliyatından yararlanma sürecinin girizgahı olmuştur. Yüzyıllardır süregelen insan deneyimlerinin birikimi yazıyla beraber kayda alınmış ve günümüze aktarılarak müşterek bir külliyatın oluşturulmasına olanak sağlamıştır. Bu noktada kitaplar, hikayeler, filmler vb. gibi yazılı-görsel işitsel araçlar, insanların diğer insanların yaşamış olduğu deneyimleri akıl süzgeçlerinden geçirebilmeleri ve kendi hayatlarına uyarlamak üzere işleyebildikleri önemli araçlar haline gelmişlerdir. Bireyler bizatihi kendi yaşadığı deneyimlerin yetersizliğini farklı hayatlar üzerinden resmedilen deneyimlerle desteklemeye çalışmaktadırlar. Belirtmekte fayda vardır ki sanat yalnızca edebi zevkin tesis edilmesine yönelik bir uğraş değildir. Edebiyatı, müziği, sinemayı, tiyatroyu ve sözlü-yazılı anlatının dahil olduğu pek çok alanı sanat kapsamına dahil edersek, sanatın insanın sahip olduğu yorum yetilerini geliştirmek, havzalarında yeni ufuklar açmak ve deneyimlerine kendisinden önce gelen insanların kolektif tecrübelerini dahil etmek gibi kapsamlı bir amacı olduğu belirtilebilir. Bir insan ömrünün dünyaya dair tüm duyguları, kavramları ve deneyimleri kapsaması mümkün değildir. Keza her insan ömrü birbiriyle değişkenlik göstermekte ve herkes hayatı farklı yönüyle yaşamakta ve deneyimlemektedir. Bu nedenle bireylerin hayatları boyunca deneyimledikleri olgular farklılık göstermekte, bilgi birikimleri farklı düzlemde yer almaktadır.

Yetişkin bireylerin dahi dünyayı anlamlandırma noktasında yıllara yayılan deneyimlerinin yetersiz kaldığı göz önüne alındığında, hayat tecrübesi henüz oluşmamış çocukların dünyada vuku bulan olayları açıklayabilme kapasitelerinin çok daha az olduğu ve yetişkinlere göre çok daha dezavantajlı bir noktada yer aldıkları aşikardır. Keza yorumlama yetilerinin büyük bir kısmını teşkil eden hayat tecrübeleri henüz oluşmamıştır ve etrafını saran pek çok olgu onun için bir gizden ibarettir. John Locke’nin ifade ettiği gibi “tabula rasa”, yani henüz boş bir levhadır. Lock’a göre bilgi deneyimdir ve yaşandıkça edinir. Bu nedenle çocukluğun ilk evrelerinde ona kötü örnek oluşturabilecek birçok davranıştan kaçınmak gerektiği sık sık vurgulanmaktadır. Bilinci adeta “sünger” mahiyetinde olan çocuk, iyiyi ve kötüyü ayırt etmeksizin maruz kaldığı birçok davranışı benimseyecek ve edindiği girdileri hayatına entegre edecektir. Bu erken evrenin verimsiz ve yanlış bir şekilde gerçekleşmesi çocukluğun kötü bir yetişkinlikle bitmesine yol açabilirken aynı dönemin faydalı kullanımı ise çocukluk ve yetişkinlik için elzem olabilmektedir. Lakin tıpkı yetişkin insanların hayatı açıklama noktasında başvurduğu gibi, çocukların da etrafını saran giz ve kaosu aydınlık ve düzene döndürmeye yarayan şey anlatılar olmuştur. Psikoloji biliminin en önde gelen isimlerinden biri olan Jung’un belirttiği gibi mit, kaotik bir dünyada anlam ve düzen bulması gereken insan ruhunun gerekli bir yönüdür (1992).

Keza yine Jung perspektifinden incelendiği zaman Leilani (2016) anlatıların çocuklar üzerindeki etkisini şu şekilde irdelemektedir:

Jung’un yorumuna göre, masallar çocuklara temel insan çatışmaları, arzular ve ilişkilerle sağlıklı bir şekilde başa çıkmayı öğretir; bu becerileri kazanmak sonunda bir çocuğun sağlığına, yaşam kalitesine veya gelecekteki değerlerine ve inançlarına etki edebilir.

Yalnızca okuma yazma becerilerinin edindiği dönemde okunan kitaplar değil, aynı zamanda ebeveynlerin sözlü olarak anlattığı hikayeler ve masallar da aynı işlevi görmektedir. Dışarıdan gözlemlendiğinde çocuklar için tasarlanmış oldukça basit bir dil aktarımı olarak görünen masal ve hikaye anlatıları esasında içerisinde hayata dair kahramanlık, hayal kırıklığı, endişe, cesaret, iyi-kötü ve aldatmak gibi birçok motifi de ihtiva ederler. Alberts’in ifade ettiği gibi (2016):

Hikayeler sadece çocukların okuryazarlığını geliştirmekle kalmaz; aynı zamanda değerleri, inançları, tutumları ve sosyal normları ileten araçlardır ki bunlar da çocukların gerçeklik algılarını şekillendirir.

Kendilerine anlatılan öykü ve masallarda, izledikleri görsel-işitsel ürünlerde alımladıkları olgularla beraber çocuklar günlük hayattaki sorunlarla nasıl başa çıkıldığını, kahramanlığa yolculukta insanoğlunun geçtiği zorlu evreleri görmekte ve hayatın esasında zannettiği gibi yalnıza olumlu ve zararsız içeriklerden oluşmadığını görür.

Yaşanmışlıklarının yetemediği yerde , etrafını saran karanlık ve kaosu aydınlık ve düzene döndürme sürecinde çocuklar gerek okuma gerek dinleme yoluyla edindikleri bilgileri kullanmaktadırlar. En nihayetinde, hayata ilişkin birçok ilk gözlem ve çıkarımları okudukları, dinledikleri ve izledikleri anlatılar yoluyla gerçekleşmektedir. Çocuğun soyut düşünebilmesi sadece yaşantıları sonucu değil aynı zamanda edebî eserleri okuyup anlamlandırmasıyla da sağlanmaktadır. Bu nedenle çocukların zihinlerindeki soyut kavramların anlam çerçevesinin oluşturulmasında edebî türler katkıda bulunmaktadır (İşnas, 2011, 63).

Bu nedenle modern dünyada birçok ebeveyn çocuklarına masal anlatma/hikaye okuma gibi alışkanlıklar edinmeye çalışmaktadır. Tsitsani ve arkadaşlarının 470 çift ile gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre (2011) çocuklar hayatı algılamaya başlarken masallardan ve anlatılardan faydalanmakta, iyi ve kötü gibi kavramları öğrenmekte, kötü karakterlerin cezalandırıldığı zaman rahatlama duygusu hissetmektedirler.

Anlatıların çocuk psikolojisi ve onların hayatı anlamlandırması üzerine birçok çalışma devam etmekte ve söz konusu çalışmalar edebiyat, dilbilim ve çeviribilim gibi interdisipliner alanlar kapsamında sürdürülmektedir. Herkesin bir dönemler çocuk olduğu göz önüne alındığında, yetişkinlerin büyük oranda şekillendiği evre olan çocukluk evresinin tüm hatlarıyla irdelenmesi bu bakımdan önem arz etmektedir.

 

Kaynakça

 

Jung, C. G. (edited by Joseph Campbell). The Portable Jung. Penguin Classics, 1992.

 

https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-427/mitoloji/

Tsitsani, Pelagia & Psyllidou, S & Batzios, Spyros & Livas, Sotirios & Ouranos, M & Cassimos, Dimitrios. (2011). Fairy tales: A compass for children’s healthy development – a qualitative study in a Greek island. Child: care, health and development. 38. 266-72. 10.1111/j.1365-2214.2011.01216.x.

 

https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11630/2745/402027.pdf?sequence=1&isAllowed=y

 

https://acikerisim.aku.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11630/2745/402027.pdf?sequence=1&isAllowed=y

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl