Ana Sayfa Kritik OLDURULANLAR  ÖLDÜRÜLENLER

OLDURULANLAR  ÖLDÜRÜLENLER

OLDURULANLAR  ÖLDÜRÜLENLER

Cenah cenahız.  Bu arada,  son zamanlarda dilimi eleştirenler çoğalıyor.  Onlar bunu yaptıkça ve ben yaş aldıkça,  en azından bir süre, lise yıllarıma dönmek, orada kalmak  istiyorum.  Sanki geçmişte  beni besleyen onca  şeyi hiç anlamamış, onlara  karşı  artan vefa borcumu   ödememiş olduğum    hissine  kapılıyorum.  Çağrışımsız duru  ve steril dil,  beni ne  geçmişe ne de geleceğe bağlıyor.  Çöl ortasında kalmış  gibi…   Belki sonra ilkokula döner,    öğleye     norta,  anahtara    açar  diyebilirim…  Kirlilik yaratıyor mu bu?  Tabii ki hayır!  Bir kısım kalem erbabının, kültür-sanat ortamının bozulmasında  gösterdikleri olağanüstü gayreti  görünce…  Yeri gelmişken söyleyeyim;  sanat alanındaki bu çürümenin, çoraklaşmanın,  intihâlin  nedeni ile ilgili bir sıralama yapılacak olursa;  birinci sıraya    basını ve kalem erbabını, ikinci sıraya akademiyi,  üçüncü sıraya ise sanatçıyı koyuyorum.  Sonrasında  da  diğerleri geliyor.  Uzayıp giden  bu listede  isteyen bu sıralamayı  tek tek detaylandırabilir, açabilir…  Ülke aydınının,  Cumhuriyet öncesinden günümüze sorumluluklarını, angajmanlarını, yapıp ettiklerini nesnel bir şekilde masaya yatırarak birinci sıra  temellendirilebilir sanat alanı ile ilgili.    Ben şimdilik burada bırakayım.  Bugün hava çok yağmurlu!..

 

Ah Çekirge!  Mini minnacıktın  ilk elime aldığımda.   Zaman nasıl da geçiyor!  “Kerameti” olan  bir “tasavvuf ehline” dönüşme hikayeni   şaşkınlıkla izliyorum…

 

Canım sıkılıyor.  Can’ımız sıkılıyor.  Nedenini biliyor veya bilmiyoruz. Belki  “imkânsız” olanın kasveti çökmüş  bir ‘yaralı’  ruhuz.   Bu  “imkânsız”,  ölüm dışında hiçbir şeydir aslında.  Lâkin,  gel de anlat!

 

İnsan asıl uğraş alanından  kopamıyor. Kimi “sanatçıların” “mürşit” arayışları ise, çetrefilli konulardan  bu memlekette.   Çok yazılıp çizilmesi gereken apayrı bir şey.  Geçenlerde bir grup arkadaşla    otururken  içlerinden birisi   “Olmuş!  sanatçı  da  bir mürşit  değil midir?”  diye sordu.  Tuhaf   gelmişti  sorusu.    Cevaplamadan önce  kısa bir tereddüt yaşadım.

 

Ama piyasaya iş  yapan, satan   yani  zanaatçı  olan,  imge dünyasını  müşterisinin  taleplerine göre eğip büken bir tipoloji değil bu bahsedilen  ‘sanatçı’. Ve burada “sanatçı”  ne kadar donanımlıysa,   “müşterisinin”  düzeyi  de  öyle olacaktır  doğal olarak.  Veya tersi.  Bütün  olup biten  akıllara ziyan  şarlatanlıklarla  karşılaşınca,  bu rahatlıkla söylenebilir  diye açıkladım.

 

Didaktik  bir arkadaşım da;    “Bu ‘mürşit sanatçı’,   kalabalığa fazla karışmaz!”  Sonra da  “Buralardan çıkar mı?” diye  ekledi.

 

Neden olmasın? dedim.  Dünya koca bir köy değil mi?  “Ehil”  olduğunu  iddia edenler tarafından    görülebilir belki!  “Ehil” olan da  bir “mürşit” ise  tabii ki!

 

“Sanatçı” etrafında temelsiz  ve gizemli bir sis perdesi yaratılınca   böylesi konuşmalar  yapılabiliyor, yazılabiliyor.  Biz de  Billûr tuz reklamı gibi; yazar, yazar, yazarız…  Okuruz bazen de. Kendimiz hariç.

 

Yalnız,  artık rahat bıraksalar  artık hayatta olmayan  bazı  sanatçıları.  Abartılı  değerlendirmeler yapılıp , neredeyse  bir “peygamber”  yaratılıyor  onlarla  ilgili.  Evet! Kuramsal altyapıları bugünkü  çoğu sanatçıyla  kıyaslanamazdı.  Ama bu yüzyılda,  artık aynı şehir efsanelerine inanacak kadar naif kalmamalıyız!  Hele hele akım başlattıkları iddia edilen  “sanatçılar” ile ilgili, genel geçer şeylere inanmak rahatlatıyor hepimizi. Tıpkı günümüzde olduğu gibi, belli açılardan ‘olgun’ olduklarını söyleyemeyiz  onların çoğunun da.   Dolayısıyla “büyük”  sıfatını da yerli yersiz kullanmaktayız.  Kulağa  hoş geliyor büyük filozof-sanatçı.  Ama dönemin  “ünlü” filozofu bile yararlandığı kişinin adını anmıyor ve  onun fikirleri ile öne çıkıyorken;  sanatçının   bu kadar “büyük” olmasına  imkân yok!  Bir ömre sığabilecek okuma, araştırma,  yazma, çizme faaliyetlerinin, algılandığı şekilde,  bu mükemmellikte  yapılabilmesi,  bir “sanatçının”   gücünü  fazlasıyla aşar!    Hele hele  boya ve tiner kokularına yoğun olarak maruz kalmak, doğal yoldan “yeşil periler” bile gördürebilir.  Böylesi “pratikler”  sıklıkla büyüklenmeci kendiliği  ortaya çıkarabilir ama  “büyük sanatçıyı”  biraz zor!

 

Tanrı-sanatçı mitine bir son vermek gerekmez mi? Nokta konmuş şeyleri “yeniden canlandırma”  da nedir?  Kafelerde bohem takılan, sadece bu şekilde bir yaşam tarzının yaratıcılık için verimli bir alan açacağı  zannına kapılan  hangi “büyük sanatçı”  konfor alanı atölyesinden çıkıp,    çığır açıcı başarılara imza atabilmiştir?   İnsanlığın kurtarıcısı  gözüyle bakılıyor neredeyse birçoklarına. Böyle bir şey yok!  Boyutları  aşırtıp,  öte öte alemlere hangi dayanaklarla zıplatıyorlar onları,  anlamak mümkün değil!

 

Başka düşünürlerin temellendirdiği, kuramını oluşturduğu  görüşleri, kendi kuramıymış gibi aşıran  “ünlü”  filozof-lar  bizi şaşkına çeviriyor iken;  bilim de yapan bir işçi-sanatçıydı birileri de…

 

Yaşanan bunca vahşet var! Hangisinde  öne çıktı büyük, ünlü sanatçı?    Yâni  Kiefer hariç,  rahmetlilerin  niyeti  hiç de sandığımız gibi olmayabilir!  Kiefer konusu  apayrı bir şey.  Bizzat tanıdıktan sonra karar verilebilir sanatı ile ilgili.  Eğer özgün bir sentez yapma iddiası var ise.  Yaşıyor çünkü. Ve yaşayan bir sanatçıyı,   sadece yapıt   odaklı  veya hakkında çıkan haberlerle,  yazılarla, kitaplarla değerlendirmek eksik kalabilir.  Değil mi yoksa? Külliyen yalan, dolan, saçma ile mi oyalandırıldık şimdiye dek?  Bir sır size: çok büyük değişimler olacak!  Ortalık şarlatan kaynarken,  “kâhinim!”  diyenlere sormayın ama!

 

Her neyse.  Yukarıda andığım sanatçılar  dışında  Mevlana,      Şahmaran,    hatta  Şeytanları da rahat bıraksalar fena olmaz!  Kibele  de çok rahatsız ayrıca.  Bunların hiçbiri,  gerçekten anlaşılmaları dışında,   belki de  “sanatımıza”  hapsedip,  dilimize pelesenk ettiğimiz  gibi popüler olmak istemezlerdi.  Masalları ve sözlü  geleneği daha çok sevdiklerini söylüyorlar bana rüyalarımda:)

 

Şimdilerde ise  “şaman”  olduğu zannına kapılan, kaptırılan  “sanatçılar”, “şifacılar”  pazarlanmaya çalışılıyor.  Bütün bunlar;   çoğu  fazla esinlenilmiş, apartılmış,  dekoratif  işlerin   satışı için  cazip ve kullanışlı geliyor.    Bir magazin çeşnisi ve dolgu malzemesi yapılıyor ne yazık ki.  Bilmiyor iseler   öğrenmeleri gerekiyor artık bazılarının;    saygıyı, tevâzuyu,  zarâfeti.  Ve de empatiyi.   İnsanları kandırarak, pişkince  son noktayı “işte budur!”  diye koyabiliyorlarsa,  türlü  manipülasyonlar  devam ettiği sürece  bu gerçekleri   yazanlar  da olacaktır…   Sürekli ninni söylenerek,  uyku öncesi modda tutulan   toplumda  birlikte yaşıyoruz çünkü.

 

Dahası bu tür ‘tradisyonlarda’  “ehil olma” diye bir şey vardır.   Son derece yaratıcı  olan halkımızın kullandığı gibi;   “ehil” değil, “cehil”  olunduğundan  gaipten  alındığı iddia edilen birtakım  bilgiler  ne  şimdi,  ne de sonra  gelmeyebilir.  Ne de  “şaman”  vd. olunur!   Yapmacık  bir vecd haline  girmiş olarak, işlerinin  etrafında döndürtüldükleri törensel performanslar da     iyi sonuçlar vermeyebilir.  Geçmiş hayatlarımızda  Osmanlı torunu, Mısır prensesi  falan da olmayıverelim ayrıca.  Evet  özgürüz! Lâkin  uyuşukluk ve kafa karışıklığı yaratan  her şey   bertaraf edilebilmeli.  Etiketlerin  cazibesinden kurtulamıyoruz bir türlü.  Burjuva “sanatçı”, aristokrat müzeci,   oligark   koleksiyoner  vb.  olarak tanımlanmak  için özel  bir çaba harcıyoruz.

 

Niye  anlatıyorum biliyor musunuz?   Sadede gelip, işimizi yapalım artık!  “Ehil olmak” ne demektir?    Gidip mağaraya mı kapanılır? Kırk gün çilehanede  kalıp  erbaîn mi çıkarılır? Bu  hayat pahalılığında, Himalayalar’a mı,  başka yerlere mi gidilir?      Halvete-riyâzete   mi girilir?  Bilemem!  Ama kesinlikle bir arınma şart!   Adamakıllı!    Belki  böylece  nefisler  köreltilip,  sahte şaman,   guru,   mentör, arzuhalci, terapist;   çakma   Picasso,  Miro, Dali, falan  olunmaz!  İçe dönüp, yani  uzun bir içsel yolculuğa çıkıp  arınıldığı  için,  yaratım süreci başlar! Kim bilir?  O zaman,   ister kendi yörüngesinde,  isterse tuvallerin, heykellerin etrafında  dönüp,  en vahşi yerli kabileleri bile kıskandırabilir kimileri!

 

Ancak; kendilerini zorla “oldurttuklarında”,  “oldurtan” kişilere de asla güvenilmemesinde fayda var!  Onlar aynı zamanda   “öldüren”  kişiler de olabilir!  Unutulmamalıdır ki  ikisi arasındaki mesafe, sadece “iki noktadan” ibarettir!

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl