Ana Sayfa Art-izan POSTMODERNİST SANATTA METİNSEL YÜCENİN KEŞFİ

POSTMODERNİST SANATTA METİNSEL YÜCENİN KEŞFİ

POSTMODERNİST SANATTA METİNSEL YÜCENİN KEŞFİ

Postmodern teriminin felsefeye girmesi ve insani bilimlerde popülerleşmesi, büyük ölçüde Lyotard sayesinde olmuştur. Lyotard’ın “Postmodern Durum” adlı kitabı, terimin felsefe alanında kullanıldığı ilk çalışmadır. Lyotard, her şeyden önce bütünleştirici ve evrenselleştirici kuramlara ve yöntemlere saldırırken tüm kuramsal düzlemlerde ve söylemlerde farklılık ve çoğunluğun bir numaralı yandaşı olarak ortaya çıkmıştır. Söylemlerin heterojenliğini vurgulayan Lyotard, Kant’ı izleyerek kuramsal pratik ve estetik yargı gibi alanların özerk olduklarını, kendilerine özgü kuralları ve ölçütleri olduğunu savunmuştur. Böylelikle evrenselci ve temelci kuram nosyonlarının yanı sıra felsefe, toplum kuramı ya da estetik gibi birbirinden ayrı alanlarda bir yöntemin ya da bir dizi kavramın imtiyazlı bir statüsü olabileceği doğrultusundaki iddiaları reddetmişti. Lyotard’ın felsefesi, estetik kaygılardan epeyce beslenmiş olup sanat ve estetik üzerine düşünceleri içermektedir.

Lyotard’ın düşüncesinde, özellikle 1980’li yıllardan itibaren ‘yüce’ kavramı merkezi bir yer edinmiştir. O kadar ki metinlerinin birçoğu Kant’ın yüce kavramı üzerine yapılan yorumlardan ibarettir ve postmodern olarak da aydınlanmanın akılcı felsefesinin arketipi olarak tanımlanan bir filozofa şaşırtıcı bir dönüşü işaret etmektedir.

Postmodernizm tartışmaları estetik teori alanda modernist sanat biçimleri ve pratiklerinden bir kopuşa işaret eden, mimari, edebiyat, plastik sanatlar gibi alanlarda ortaya çıkmış yeni işler, üretimler üzerinde sorunsallaşmayla başlamıştır. Sanatta postmodernizm, modernizmin tersine, bir şakacılık, ilgisizlik ve Andy Warhol’un Pop Art’ında olduğu gibi, bir serbestlik sergilemektedir. Bunun örneklerini Las Vegas tipi şehirlerin mimarisinde, Duchamp’ın “hazır nesneleri’nde” çağdaş sanatın enstalasyonlarında ve happeninglerinde, video sanatında görmekteyiz. Modernist sanatın estetik taleplerinin ve ince işçiliğinin tersine, postmodernist sanat “yüksek kültür” ve “popüler kültür” ayrımını bulanıklaştıran, estetik ölçütleri ise geçersizleştiren bir mecra yaratmıştır. Sanatın alanını görsel tasarım ve reklamcılık alanlarına doğru genişletmiş tüketim kültürüyle uyarlanmış bir mecrada seyretmektedir.

“Postmodernliğin” yarattığı ekonomik ve toplumsal değişimler, sanatsal üretimlerin üzerinde uzlaşılmış bir hedef olmadan çoğulcu bir kültürel inanç sistemi üretmiştir. Sanat nesneleri toplumsal veya estetik değerler için katalizör olmaktan ziyade, birer kültürel ürüne dönüşmüştür.

Postmodernist sanat, dilsel göstergelere gereksinim duyan ve sanat yapıtını bir metin gibi okumaya götüren yapısı ve işlerliği dilin doğası ve göstergeleri içinde doğrulama ya da yanlışlama gibi belirlenmeden uzak durmaya çalışmıştır. Postmodern’i inceleyen Jean François Lyotard, postmodernizmi avangard sanatçıların dünyayı bir oyun sahası olarak görüp değerlendirme uğraşlarının farklı bir biçemi olarak, her çeşit meşruluğun yıkımına zemin hazırlayan bir durumu meydana getirdiğini ifade etmiştir. Kuralsızlığı kural edinen, sabit söylemlerin inkarını içeren bu oyun, çeşitlilik ve farklılık bakımından sanatta merkezilik ve tek tiplilik ile mücadele etmiştir. Burada anlamın çoklu özellikleri vurgulanmıştır.

Sanat yapıtı, temsilin söylevi olarak “metnin” bir çeşidi gibi ele alınmaktadır. Postmodernizmde sanat teorisyenleri, sanat nesnesinin tekilliğine odaklanmak yerine, anlamın çoklu gücü ve metinlerarasılık gibi bağlamlar ile popüler kültür ilişkisi ile mücadele etmişlerdir.

Sanat teorisyenleri, sanatın içeriğini semiyoloji ve dil bilimsel psikanaliz, tarih, sosyoloji, feminizim, Marksizim’in çelişen perspektiflerinden analiz etmişlerdir.

Derrida tarafından oluşturulan yapı söküm (deconstruction), postmodernizmde her şeyin bir metin gibi okunması ve metnin dışında bir şeyin bulunmadığı noktada, postmodernist sanatın ve dilsel söylemin içinde ve dışındaki ayrımların ortadan kalkmasına zemin oluşturmuştur. Bu, aynı zamanda Wittgenstein tarafından Tractatus’ta belirtilen dil ve göstergelerin sabit olmamasına da işaret etmekte, postmodern sanatın dili bir oyun gibi değerlendirmesi, tutarsız yorumlara da sebep olmaktadır.

Lyotard, “Postmodern Durum” kitabında dildeki kural yitimlerinden yola çıkarak anlatısal bilginin gücünü yitirdiğinden bahsetmiştir. Lyotard, postmodern durumda dilin meşruluk zeminini pragmatik bir eşitsizliğe ve düzensizliğe dayandırarak, bilimsel bilginin geliştirdiği söylemler üzerinden teknolojinin yeni bir kapitalist dünya düzeninin habercisi olarak doğuşunu ifade etmiştir. Lyotard’a göre, postmodernizmdeki dil oyunları, toplumu bir arada tutan bağlardır. Toplumsal etkileşim, çeşitli dil oyunlarında yer alma temeli olarak nitelendirilir.

J.Derrida’nın “Yaşam-Ölüm” (la vicla mort) ‘unda, dilin sabit olmaması, ikili karşıtlıkta kendisini göstermiştir. Derrida’nın yaşam ve ölüm gibi, varlığı çevreleyen bu tanımlama, dekonstrüksiyon için bir ön çalışma olmuştur. Bir metinde yan yana konulan bu ikili karşıtlık durumu, sanki birmiş gibi gösterilerek var olan düşünme algısını tersine döndürmeye hedeflemiş gibidir. Tersine döndürme, dekonstrüksiyon için vazgeçilmez bir unsur dur.

Bu genelde temel postulalarından uzaklaşmak isteyen modernist sanatın, ikiliklere ya da marjinal terimlerdeki sabit olmayan ikili ilişkileri kurma amacıyla yararlandığını bir kanıtlamadır. Örneğin; “orjinallik (yaratıcılık) ve kopya“ ya da ikili terimler… Eğer orijinallik modernist sanatın merkezinde sayılırsa o zaman yapı sökümcüler kopyanın daha fazla önemli olduğunu iddia edeceklerdir.

Eğer orijinallik resim ile kopyada fotoğraf ile özdeşleştirilirse, sanatın yeniden üretimlerin de yapı sökümcüler, ilk sanat gibi fotoğraf ile resmi ters çevirme yasası ile değiştireceklerdir.

Böylelikle ters çevirme, orijinal bir değeri olan özgün modernist yaratımları yerinden etmekle kalmamış, onların figürsel değerlerini de tartışmaya açmıştır. Sanat yaratımları orijinallikten, biriciklikten ve özgünlükten yoksunlaştırılırken, her türlü metin, sanatsal yaratımın önünde gelmek suretiyle okunması gereken dilbilimsel bir gramere dönüştürülmüştür. Sanat yapıtında metnin giderek daha fazla önem kazanması, kuşkusuz kavramsal sanat ile gelişen bir eğilim olmuştur ve bu eğilim sanatsal bir sunumun analizinde metni ön plana çıkarmıştır.

Metin, hem yapıtı kuşatan anlamsal bütünlüğün bir göstergesi, hem de onun varlık olarak kodlarla ifşa edilmesi olmuştur. Metnin giderek artan şekilde, sanat yapıtını kuşatması ve onun varlığını bir kodlama sistemine dönüştürerek açığa çıkarmaya çalışması, sanat yapıtının bozulan statüsü ve ruhunun açık bir göstergesidir. Postmodern durumda benimsenen söylem çoğulluğu, sanat yapıtının ruhunu kaybetmesine sebep olan sürecin önünü açmıştır.

Sanatın büyülü doğasının yitirilmesine duyulan isyan ve yorumlamanın, sanat yapıtının önüne geçmesinden duyulan kaygılar dikkatleri çekmiştir. Derridacı  bir pratikle açıklamak gerekirse, “sanat artık yaşama herhangi bir şekilde iz çekebilecek gücü kendisinde bulamıyordu”

Sanat eleştirmeni Susan Sontag, “Sanat yapıtı, bir bildiri ya da bir soruya yanıt değil, bir yaşantıdır. Sanat, yalnızca bir şey hakkında değildir, kendisi de bir şeydir. Sanat yapıtı yalnızca dünya üzerinde bir metin ya da yorum değil, dünyanın içinde bir şeydir.” diye ifade etmiştir. Sanat yapıtının ontolojik statüsünün sorgulanmasına eşlik eden bu süreçte Marcel Duchamp’ın “Çeşme” ya da “Pisuvar” adıyla sergilenen Richard Mutt imzalı ready-made’i, dekonstrüksiyonun kökeninde yer almış ve sanat yapıtının ‘ne’liği üzerine olduğu kadar sanatçının imzasına da dikkatleri çekmiştir.

Kantçı güzelliğin amaç olmadan amaçlılığı gibi bir aydınlanmayı beraberinde getiren bu süreç, sanat yapıtlarının kavramsal bir vazifesi olup olmadığı ve onun kullanışlılık ya da kullanışsızlığından bağımsız ontolojik statüsünü ve sanatçının ya da dehanın kaybolan önemini işaret etmiştir. İşaret edilen sadece sanat yapıtının kaybedilen ontik varlığı, dehanın yitimi veya sanatçı yaratımının sonlanması değil, aynı zamanda dünya hayallerinin gerçeklik algısının hatta Baudrillard ve Nietzsche‘nin deyişiyle, bunlarla beraber görünümler dünyasının da sonlanmasıdır. Artık var olan dünyada hazır madde (ready-made) tarzından bir dünyaya döndürülmüştür. Hazır nesnenin, kendini imgesel olarak ortaya koyması ve bu anlamda kendi nesnel gerçekliğinden daha gerçek bir görmeye davet etmesi ile başlayan bu süreç, nesnenin kendi başına varlık değeri kazanmasına ve sanatta nesnenin öneminin giderek arttığı, soyutun ve soyutlamanın ise imaj olarak yeni sanat formlarına dönüştüğü Pop Art ile zirveye çıkmıştır.

Modernizm, adeta bir kültürel devrim, bir meydan okuma çağrısı olmuştur. Postmodernizm ise artık bu meydan okumanın zaman içinde kendi dekonstrüksiyonunu hazırladığına ve dolayısıyla miyadını doldurduğuna yönelik bir ironi yaratmıştır. Ancak ironi doğru kullanıldığı ölçüde hasmını dışarıda bırakacak bir zihinsel keskinlik ve kıvraklığa işaret etmektedir. Bu nedenle postmodernizmin meydan okuması da oldukça etkili ve kuvvetli olmuştur. Düşünür Schopenhaur, tam nesnellikle tam öznelliğin gerçekleşeceğine bizi inandırmak istemiştir. Buna göre özne iradeden kurtulunca saf nesnelliği ve saf estetik deneyimi yaşayabilir. Schopenhauer, bütün hoşnutsuzlukların köklerinden bizi serbest bırakma gerçeğini realist sanatlara başvurmakta görmüştür.

“Burada artık insanın özel ilgilerle hiç bağı kalmamıştır ve tamamen nesnellik başarılmıştır. Estetik nesnenin düşünülmesinde insan kendini kaybeder”. Schopenhauer örneği vermemizin nedeni, modern insanı ve modern sanatın deneyimini yeterince doğru şekilde ifade edebilmesidir. Modern sanatın elitist tavrı, estetik nesneyi sadece doğru zihinsel okumaları yapabilen ve bunun için en zor işlerden birini yani haz ve acı gibi insani ve iradi salınımlardan kendini ve bilincini sakınan güçlü ve meydan okuyan bir özneye havale edebilir.

Postmodern sanatın ve onun bilinç akışı, kırılmış öznesinin ise böyle seçkinci bir tavır yerine, duygulanımlarını sonuna kadar yaşamaya açık rahat tavrı dikkat çekicidir. Postmodernizm günümüzde bir kültürel geçerlilik kazanmıştır. Ancak anlamlar ve değerlerin çoğulluğu içinde bulanık kaldığını da belirtmek gerekir.

Bu nedenle postmodern sanatın kendine daha temel ve güvenilir ayaklar bulma çabası ile mimari gibi bir alanda ortaya çıkması modern sanatın daha genel ve kapsamlı mantığından uzaklaşıldığını ve postmodern sanatın daha ansal ve stilsel değer arayışı içerisinde olduğu olduğunu göstermektedir.

Örneğin; postmodern sanat, bu ansal ihtiyaçlara cevap vermek suretiyle kendi yabancılaşmasını yaşayamayan bir sanatçı profili oluşturur. Sanatçı, kendi yaşadığı çağın bir yansıtıcısıdır ama sanat ve yaşam arasındaki mesafenin ortadan bu denli kaldırılması, izleyen ve sanatçı arasında yapıtı ciddi bir şekilde değerlendirebileceği bir kriter ya da algılayıcının bu ilişki sonunda alabileceği estetik hazzın ortadan kalkmasına sebep olmaktadır. Nihayetinde haz ya da acı gibi duygulanımlardan ziyade izleyicinin kolayca tükettiği eserler bolluğu izlenmektedir. Sanatçı, ciddi biçimde toplumun gündelik değerlerinin istekli temsilcisi haline gelir. Kendi yabancılaşmasının bütünlüğünü kaybeder ve sonuçta sanat temsil estetik amacını hem gücünü yitirerek toplumsal aidiyetin simgelerinden biri olan toplumsal bütünleşmenin bir aracı haline gelir. Bu aslında postmodern sanatta “ready-made” sorununa da girmemize olanak sağlar. Ready-made’in sanat tarihine girişini sağlayan Marcel Duchamp, sanat eserinin anlaşılamazlığının altını çizer.

Aslında ready-made, izleyicinin görsel kayıtsızlığına dikkati çeken ve çevremizdeki nesneleri algılayışımızda fenomenolojinin ısrarla ortaya koymaya çalıştığı, şeylerin kendi işlerine geri dönüşü sağlamaya çalışan etkin bir sanatsal faaliyettir. Bu sanatsal faaliyet, kavramsal sanatın da temellerini atmıştır. Sanat eseri, artık bakıştan değil, düşünceden geçen bir nitelik olarak değerlendirilmelidir. Nesne bakılmaktan çok, düşünülmeye layık bir belirlenim olarak tüm estetik hazların ötesinde ve üstünde daha mutlak bir hakikatin açıklanmasına olanak tanıyabilmektedir. Bu sanatla uğraşmanın ve nesneyi anlamanın zorluğuna dikkat çeken Hegelvari bir bakıştır. Çünkü bunlar sıradan değildir, mutlak hakikatin bir açıklamasıdır. Ancak artık eylem yerine postmodern sanatta söylem artmıştır. Söylem ise, sanatın büyülü doğasını ya da aurasını olağanlaştıran ve insan ruhunu tatmin etme olanağı bulunmayan bir sürece göndermede bulunmaktadır. İnsan ruhu teknoloji ruhuyla tinselliğini kaybetmiş ve ağırlaşmıştır.

Lyotard, postmodernizmi Batı metafiğinin özelinde Hristiyan mesihçiliğinde, Aydınlanma aklı ve Marksist Hegelci diyalektiklerde ‘meta anlatılara yönelik bir kuşku’ olarak betimlenmiştir. Böyle toplanmış bir dünya bakışının yerine postmodernizm “küçük anlatıların” mütevazi ürünlerini, paradoks, çokluk farklı imajlar ve hikayelerin geçiciliğini uygun bulmuştur. Postmodernizmin içinde tamamıyla eklektik bir tarz bulunmasından dolayı bu seçmecilik yoğun şekilde eleştiriler almıştır. Farklı anlatımlarla, ötekileştirmelere, zıtlıklara açık olan postmodernizm aslında yaşamı tüm çeşitliliği ile kuşatmış bir şekilde görülmektedir. Ancak büyük anlatıların çöküşüne ve insanlık ideallerinin ortadan kaybolmasına sessiz kalamayan postmodernizm, artık her anlamda yeni bir dönemin başladığını şahitlik etmektedir.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl