Ana Sayfa Genel SANAT VE ESTETİK DENEYİM

SANAT VE ESTETİK DENEYİM

SANAT VE ESTETİK DENEYİM

Yunanca “aisthesis” sözünden türemiş olan “estetik” kelimesi, duyusal biliş ya da duyu algısı anlamlarını içermektedir. Bu terim, 18. yüzyılın ortalarında Alexander Baumgarten tarafından felsefi sanat çalışmaları için uyarlamıştır. Baumgarten, “estetik” kelimesini, sanat yapıtlarının esas olarak duyusal algıya yönelik olduğuna inandığını ifade etmiştir. Baumgarten, sanata algı yönünden bakmış, onu sanatın izleyiciye bağlı bakış açısı ile algılayıp değerlendirmiştir.

Estetik deneyim, estetik tavır ya da estetik algı, izleyicinin sanat yapısına yönelik sergilemiş olduğu ruhsal durumuna gönderme yapmaktadır. Estetik deneyimin yanında sanatsal nitelikler ve özellikler bulunmaktadır. Tüm estetik özellikler dışavurumcu özellikler olmamakla beraber, dışavurumcu özellikler estetik özelliklerin önemli bir alt sınıfını oluşturmaktadır.

Baumgarten’in tanımında sanat, bırakmış olduğu etki ile özdeşleştirilmektedir. Hegel için ise “estetik”, tümüyle duyunun, izlenimin bilimi anlamına gelmektedir. Hegel, “güzelin bilimi” (kallistik) adının da uygun olmadığını, bu bilimin genellikle güzeli değil, sadece sanattaki güzeli incelediğini belirtmiş, asıl deyimin sanat felsefesi ya da güzel sanat felsefesi olduğunu ifade etmiştir.

Franz von Kutschera, çağımız estetiğinde üç kaynak ileri sürmektedir. Hegel’den beri estetiğin her şeyden önce sanat felsefesi olarak anlaşılması, ikincisi ise, güzel kuramıdır. 18. yüzyıldan önce “yüce”, “muhteşem”, “ışık” ve aynı zamanda da “çirkin”, “grotesk” temalarını kapsayan estetik değerlerin yargılanımının bir kuralıdır. Üçüncüsü ise, ona adını veren Baumgarten’in estetiği duyusal bilgi olarak tanımlanmış olmasıdır. Kant’ın “Yargı Gücünün Eleştirisi”nde ortaya koyduğu görüşte, Baumgarten’in anlamındaki estetiğin duyusal bilgi kuramı olduğu yönünde olmuştur.

Estetik özellikler, tepkiye dayalı özellikler olduğu sürece tamamen nesnelerin algılanması ile bağlantılı olmaktadır. İlkesel olarak bir sanat kuramı, izleyiciye atıfta bulunmadan tasarlanabilir ve sanatı sadece sanat nesnesi ve onun işlevine bağlı olarak çözümleyebilir. Estetik araştırma sanat nesnelerine gönderme yapmadan da yapılabilmektedir. İlkesel olarak, ‘estetik’ ve ‘sanat’, iki farklı kuramsal araştırma alanı olarak görülebilmektedir.

Sanat, belirli nesnelerin sanatın temsili kuramının tanımlamaya çalıştığı doğanın kuramsal alanıdır. Estetik ise, temel olarak bir algısal deneyim alanının, belli bir anlayışın ya da biçimin ya da tepkiye bağlı özelliklerinin kuramsal alanını oluşturmaktadır. Sanat ve estetik, ilkesel olarak farklı bir temel odağa işaret etmektedirler. Estetik, algılama odaklı iken, sanat felsefesi nesne odaklıdır. Prensip olarak bu iki araştırma alanı kıyaslanabilmektedir. Estetik, doğayı da incelediğinden sanat felsefesinden daha kapsamlıdır.

Bir sanat felsefesi ‘sanat’ı izleyici algısı, estetik deneyim olmaksızın tanımlayabilmektedir. Bu çeşit bir sanat felsefesi estetik özellikleri ve estetik deneyimleri sanatta mutlak gerekli olarak görmeyecektir. Bununla birlikte sanat felsefesinde, sanatın tanımının estetik deneyimlerle ilgili kavramları mutlaka içermesi gerektiğini savunan görüşler de bulunmaktadır. Bu tür tanımlar ise, sanatın estetik tanımları olarak bilinmektedir. Bu görüşe göre, sanat eserleri, işlevleri estetik deneyimler ortaya çıkarmak olan nesnelerdir. Sanat yapıtları izleyicide estetik deneyimleri oluşturmak üzere kurgulanmış olaylar ve nesnelerdir. İzleyici, sanat yapıtları ile karşılaştığında dikkatini yapıtın duygusal biçimlerine tasarımlarına ve estetik özelliklerine vermektedir.

Estetik kurama göre, düşünsel durum estetik deneyim olarak adlandırılmaktadır ve sanat yapıtları bunu sağlayan araçlar durumundadır. İzleyiciler sanat yapıtlarını estetik deneyim kaynağı olarak kullanmaktadırlar. Sanat yapıtları estetik deneyimler oluşturma kapasitesine sahip olmak üzere üretilmiş olan şeylerdir. Estetik sanat tanımlaması da sanat yapıtının en akılcı tanımlaması olmaktadır. Bu, işlevci bir sanat kuramıdır. Sanatı tüm sanat yapıtlarının sahip olması gereken bir işleve göre tanımlamaktadır. Bu estetik sanat kuramıdır: hedeflenen işlevi, estetik deneyim sağlama kapasitesine göre tasarlamaktadır. Estetik sanat kuramı, temsili sanat kuramına, biçimciliğe ve dışavurumcu sanat kuramına karşı bir sanat kuramıdır. Sanatçının hedefi kuramın bir parçasını oluşturur ki, buna estetik amaç denilmektedir. Sanat yapıtının oluşturulmasında harekete geçiren etkenlerden birisi de sanat yapıtının bu estetik deneyim sağlama potansiyeli ile oluşturulmasıdır. Estetik kuram, estetik amacın tek bir amaç olmasını gerektirmediği gibi, baskın olmasını da gerektirmemektedir. Estetik amaç, yapıtın üretilmesinde etken olarak görülen amaçlardan yalnızca bir tanesi olmaktadır.

Estetik tanım, yalnızca estetik deneyim yaratma kapasitesinden söz etmemektedir. Aksi takdirde, kuram, yalnızca başarılı olan çalışmaları seçip sanat konumuna koyacak, o durumda yalnızca estetik deneyim yaratabilen eserler sanat sayılabilecektir. Oysaki estetik sanat kuramı, sanatsal niyete atıfta bulunarak başarıya ulaşmamış çalışmaları da (bir anlamda kötü sanatı) da kapsamaktadır. Bazı estetik kuramcıların Duchamp’ın “Çeşme” yapıtı gibi hazır yapıtları (ready-made) dışladıkları görülmektedir. Duchamp’ın sıradan bir pisuvar ile estetik deneyim sağlayacağı düşüncesine de olumsuz yaklaşmışlardır. Bununla birlikte “Çeşme”nin sanat olmadığını iddia etmişlerdir. Estetik sanat kuramı, sanat yapıtlarında eleştirel yönden sanat yapıtlarının iyi ya da kötü olarak değerlendirilme gerekçelerini ve sanatın insan eyleminin düzenlenmiş bir biçimi olarak ele aldığı bütünsel ve sistemli bir sanat programının temeli olarak görülebilmektedir.

Estetik deneyimin çok çeşitli algılama biçimleri bulunmaktadır. İki temel tanımı; içerik odaklı anlatımı ve etki odaklı anlatımıdır. Bir estetik deneyim, bir yapıtın estetik özelliklerinin deneyimlenmesidir. Estetik özellikler bir yapıtın anlatımsal özelliklerini (parlaklık, anıtsallık) gibi duyumsal özelliklerini ve biçimsel ilişkilerini kapsamaktadır. Bu özellikler çeşitlilik, yoğunluk ve bütünlük olarak önem kazanmıştır. İçerik odaklı tanımda bir yapıtın çeşitlilik, bütünlük ve yoğunluğuna odaklanmak, o yapıtın estetik deneyimiyle aynı anlama gelmektedir. Yapıtın parçaları iyi düzenlenmişse, bütünlük önem kazanmaktadır. Yapıtın bütünlüğü, biçimsel ilişkileriyle bağlantılıdır. Bir yapıtın bütünlüğünü oluşturan özelliklerine aralarındaki ilişkilere ve parçaya yönelen algımız, estetik deneyimin yani, bütünlüğün estetik deneyimini oluşturmaktadır. Dışavurumcu özellikleri yansıtmalarının dışında, çeşitlilik, sanat yapıtlarında sözcükler, müzikal yapılar, görsel biçimler vb. alanlarını genişleterek de uygulanabilmektedir.

Bütünlük ve çeşitlilik bir arada var olabilen şeyler olup, içerik odaklı tanıma göre estetik deneyim, bütünlük yoğunluk, çeşitlilik deneyimi olarak algılanmaktadır.

Etki odaklı sanat yapıtları ön yargısız ilgi ve düşünceyi çekme kapasitesi ile tasarlanmış yapıtlardır. Belli nesneler bilinçli olarak öyle şekillerde oluşturulurlar ki, ön yargısız, gönüllü düşünce ve ilgiyi çekmeye uygundurlar ve ilgi ve düşünceyi yönlendirilen. Estetik deneyimlerle insani güçlerin artması, estetik deneyimlerin doğasından gelmektedir.

Sanat yapıtlarına ilişkin estetik deneyimlerin en ayırt edici özellikleri ise, düşünce ve ilgiyi içermekte olmalarıdır. Estetik özellikler, tepkiye bağlıdır, ayırt edilebilmeleri duyarlılığa sahip varlıklar gerektirmektedir. Estetik nitelikler fizikçileri ilgilendiren niteliklerden farklı olup, fizikçiler nesnelerin niceliksel özellikleri ile ilgili iken, estetik boyut nitelikseldir. Estetik deneyim sanatsal bir tepkidir, bu tepkiyi sanat yapıtının estetik niteliklerini ayrıştırmaya, belirlemeye ya da sanat yapıtının biçiminin amacıyla ilişkisi üzerinde düşünmeyi sağlamaktadır. Estetik deneyim, sanatı deneyimlemeyen önemli bir boyuttur.

Estetiğin, sanat felsefesi kuramında esas konularından biri estetik nesnedir. Nesne hem bir sanat yapıtı hem bir doğa manzarası ya da insan bedeni gibi bir doğa ürünü olabilir.

Onu estetik nesne yapan, diğer nesnelerden ayıran özne ve öznenin tavrıdır. Estetik tavır, bir estetik duyum ve estetik yaşantıdır. Estetik nesne, öznenin estetik tavrıyla ilgili olup, estetik tavır alabilmesi için estetik bir beğeniye sahip olması gerekmektedir.

Baumgarten, duyuların sevk ve yönetime ihtiyaç duyduğunu, bunu da estetiğin üstlendiğini ifade etmiştir. Estetik beğeninin insandaki biyolojik temeli, doğal olarak hoşlanma duygusudur. Toplumların belirli zamanlarında belli estetik değerler, beğeniler egemen olmuştur. Beğenilerin toplumda zaman içerisinde gelişmesi, sanat anlayışının değişmesi ile ortaya çıkan olgudur. İnsan, temelde hoşlanma duygusu olan estetik beğenide, karşısına aldığını nesnelere “güzel” anlamını katarak estetik bir değer kazandırmış olmaktadır.

Temel estetik kategori olan “güzel”in yanında uyum, trajikomik, uyumsuz, çirkin vesaire birer değer olarak bulunmaktadırlar.” Güzel”in sorgulanması, Platon’dan beri filozofları çeşitli spekülasyonlara götürmüş, bunun da başlıca sebebi “güzel’in bağımsız, kendi başına bir varlık, söz olarak anlaşılması olmuştur. Özneye ilişkin bir kavram olan” güzel”in uyum (harmoni) kavramıyla ilişkisi bulunmaktadır.

Günümüzden 10.000-40.000 yıl önce mağaralarda yapılmış ve günümüzde bizim estetik zevkimizle değerlendirdiğimiz resimler, kendi dönemlerinde sanat yapıtı olarak yapılmamıştır. Günümüzde estetik değerler kazanmış olmaları, sanat görüşlerinin ilerlemiş olmasından kaynaklanmaktadır. “Güzel”, resmin bir özelliği değildir. Ancak onun bütününe bakarak, ona öznenin yüklemiş olduğu değerdir. Değeri nesneye yükleyen öznedir. Öznel olan estetik yargı, yani beğeni yargısı, öznenin nesne karşısında aldığı tavrın bir deyimi olup, estetik tavır alma, nesneye değer yüklemesi ile ortaya konulmaktadır. Bilgi kuramı (gnoseologie), ruhsal yaşamın dışavurumlarını (algıları, duyumları, tasarımları vesaire) birer imge olarak nitelemektedir. Filozof için imge, öncelikle çevre dünyasının zihinsel yansımasıdır. Sanatsal imge anlayışının temelinde bilimsel öğretinin bilgi kuramı vardır. Bu kurama göre insan bilinci, çevresel gerçekliğin bir simgesidir. Sanatta imge, estetik bir kategoridir. Sanatsal imge, pek çok yaşamın eş zamanlı özetlenmiş öyküsünü oluşturmakta ve belli bir durumu göstermektedir. Öznel, sanatçının duygu ve düşünceleriyle tasarımlanan olayların karşısındaki tavrı ile bunlara bakış tarzıyla ve değerlendirmesiyle ilgilidir. Biçimci estetik, maddeci yansıma kuramının aksine yaşamı yansıtmadığını, sanatçının egosunu dile getirdiğini (Ben) ileri sürmektedir.

Maddeci estetik, sanatın bu öznel ve idealist yorumunu kesinlikle reddetmektedir. Estetik kategoriler, genel haliyle insanla gerçeklik arasındaki estetik ilişkileri göstermekte, estetik duygular, insanın estetik yetileri, nesnel dünya ile yaptığı estetik değerlendirme, bu pratikler içinde oluşmaktadır.

Uyum, ölçü gibi genellikle estetik değerlendirme ölçütleri olarak görülen yapısal kategoriler bulunmaktadır ve “güzel”i oluşturmaktadır.

Estetik, olumsuz bakış açısından belirginleşen kategoriler de oluşturmaktadır, (çirkin gibi). Güzel” ve “Yüce”nin zıttı olarak estetik açıdan ilgi uyandırabilirler. Gerçeğin sanatsal özümlenmesinde, güzel, yüce, komik, trajik gibi geleneksel kategoriler değerlerini korumaktadır. Bilimsel estetik çözümlemenin zorunlu ve önde gelen temel ögeleridir. Maddeci estetik ile idealist estetik zıt görüşler ortaya koymaktadır.

Idealist estetiğe göre “güzel”, yalnızca manevi yaşama yergi bir durum olup, kaynağı bilincin derinliklerinde yatmakta ve hiçbir nesnel temeli de olmamaktadır. Maddeci estetik ise, “güzel”in değerlendirilmesinde öznel ögeye önemle yaklaşmaktadır ve güzelin nesnelliği ilkesine dayanır. Yani görüngülerin güzelliğinin insan bilincinden bağımsız olduğunu vurgulamaktadır.” Güzel” üzerine ilk öğretilerden birisi de antik dönemin büyük düşünürü Aristoteles’e aittir. Bu öğreti daha sonraları hem maddeci estetikte hem de idealist estetikte geliştirilmiştir. Aristotelesçi anlayışın gücü, güzelin nesnel özelliklerini bulma yolunda gösterdiği yaklaşımın ürünüdür. Aristoteles için “güzel”, orandan, uyumdan, ölçüden açık ve kesin yasalara uygunluktan temellenmektedir. Ona göre “güzel”in dayandığı koşul, belli bir büyüklük ve düzen olmaktadır. Bu nedenle bir canlı varlık son derece büyük, ya da ölçüsüz derecede küçükse” güzel” olamaz.

Aristotelesçi anlayış estetik durumun ölçütü olarak ölçü kavramını önemsemektedir. Ona göre, “güzel”in başlıca biçimleri düzen, oran ve açıklık ile dile getirilmiştir. Esas olarak anlaşılması gereken Aristoteles’e göre, “güzel”i belirleyen ölçü, insanın kendisi olmaktadır. İnsanın oranları, gerçekliği algılayışıdır. Burada Aristoteles’in estetiği ile antik toplum sanatının evrimi arasında organik bir bağ kurulmuştur.

İnsanı güzelin ölçüsü ve ölçütü sayma düşüncesi, eski Yunan toplumunun demokrat ve insancıl büyük sanatından kaynaklanmıştır. Bu sanat, oranlarını ve boyutunu insandan almıştır. “Güzel”i maddi dünya ile aynı özde gören oran, ölçü, uyum, simetri gibi özellikleri somut nesnelerin özünde yatan nesnel özelliklerle ifade eden bu öğretinin maddeci bir tarafı da bulunmaktadır.

Aristoteles anlayışından kaynaklanan” güzel” anlayışı, Rönesans döneminde, klasizm kuramcılarında ve aydınlanma yüzyılında çok yaygınlaşmıştır.

Rönesansın ve modern zamanların pek çok estetik öğretisine göre simetri ve ritim, parçalar ile bütünlük arasındaki uyumlu bağıntı, çokluk birlik yasaları ve doğanın kendisinin ortaya koyduğu “güzel”e ilişkin yasalar olmuştur.” Güzel”i, uyum, ölçü ve oran üzerine temellendiren kuramlar, gerçek nesneleri ve görüngülerin nesnel özelliklerini önemsemişlerdir. “Güzel” üzerine her idealist anlayış, genel olarak güzellik ile manevi öz arasındaki bağıntı ilkesine dayanmaktadır. Eğer görüntülerin maddi biçimi heyecanları duyguları, düşünceleri aktarabiliyorlarsa her görüngü güzel kabul edilmektedir. Buna karşılık nesnenin biçimi hiçbir manevi içeriği dile getiremiyorsa, düşünceleri somutlaştıramıyorsa, “güzel”den söz edilememektedir. Güzellik değer biçimidir. Aynı ilke çağdaş idealist estetiğin bilimsel ve anlam bilimsel anlayışlarının temelinde de bulunmaktadır. Güzellik değer biçimi şeklinde kendini göstermekte, sanat da bu değerin anlatımı olmaktadır. Değerin kendisi tinsel yaşamla ilgili olmaktadır.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl