Ana Sayfa Genel Sıvadık Fanzin 31. Sayıya Yakın Bakış

Sıvadık Fanzin 31. Sayıya Yakın Bakış

Sıvadık Fanzin 31. Sayıya Yakın Bakış

Hem adıyla hem tasarımıyla hem de içinde barındırdığı; insanı derinliklere sürükleyen, kimi zaman ışık tutan, kimi zaman karanlıkta bırakan bir fanzin olan Sıvadık ile karşınızdayım. Yola çıkmanın sorumluluğunu taşıyan ve yolda olmanın bilinciyle her daim üretmeye çalışan bir ekiple 31 sayıyı da geçtiğimiz günlerde çıkarttılar. Yavaştan başlayalım, durakta yolcu kalmasın!

Karalayanlar koltuğunda Aylin Ulaba, Nil Göksel, Yiğit Ergün, Gökhan Toker, Serkan Üstündağ, Köksal Erdenoğlu, Efe Elmastaş, LyubomirLevcev (Göktürk Yaşar çevirisi ile), Fatih Yamantepe ve Zeynep Yıldırım var. Onlara görselleriyle eşlik eden isimler ise Zeynep Yıldırım, Efe Elmastaş, Furkan Arsan Doulay, Gamze Aydın ve Aylin Ulaba’dır.

İlk yazı “Yol Haritası” başlığıyla Aylin Ulaba’ ya ait. İnsanın var oluş problemini ayrıntılı bir şekilde kaleme almış. Okurken üzerine bolca düşündüm ve kendi varoluş problemim üzerinden baktım yazıya. İçimdeki karanlık yerleri aydınlığa nasıl kavuşturduğumu, aynı zamanda da aydınlık yerleri karanlığa nasıl mahkûm ettiğimi, hangi evrede sıkışıp kaldığımı düşündüm. Düşündükçe çıkmazlara girdim, tam çıkmazları çözüp düzlüğe ulaştığım yerde yazarın da söylediği gibi -yeni kapıları açtıkça ulaştığım yerin aynı olduğunu- düzlüklerin çıkmazları doğurduğunu ve kısır bir döngü olduğunu fark ettim.

İkinci yazı “Acı Bilgi” başlığıyla Nil Göksel’e ait. Öldürmeyen acının bizleri güçlendirmesini, acıyla koyun koyuna yaşamayı öğrenmemiz gerektiğini söylüyor. Başımıza gelen sineklerin konmasına izin verirsek yaşamla aramızdaki bağın kopacağını söylüyor. Acıya karşı neden yenildiğimizi kavramlar üzerinden irdeliyor. Bu kavramların ilki, unutmaktır. Yaşamamızı idame ettirebilmek için geliştirdiğimiz benliğin her şeyi hatırlamasının ölümcül olacağını ve bazı şeyleri unutmamız gerektiğini söylüyor. Unutmak, becerebilsek aslında acılara rağmen yaşamanın en temel yollarından biri gibi duruyor. İkincisi ise yüceltme kavramı etrafında oluşturulmuş. Yani evvela şu sözü bir kenara bırakmalıyız, acı çekmek ruhun fiyakası değildir. Antinatalistler gibi düşünecek olursak doğmanın getirdiği bir olgudur sadece. Bu olguyla baş edebilmek için empati yapmayı, hayatımızı iyileştirmek ve dönüştürmek adına enerji harcamalıyız. Üçüncü kavramımız bağımlılıktır; bağımlılığın her türlüsü acıyı doğururken, acıya karşı duyduğumuz bağımlılık ise bizi onun var ettiğini düşünmemize yol açıyor. Yana yakıla acıyı arıyoruz, yazarın da söylediği gibi her seferinde var olduğumuzun idraki için. Dördüncü kavram ise, doğallaştırma eylemidir. Topluma genel olarak baktığımızda bu eylemin fazlaca yapıldığını görmekteyim. Her şeye Eyüp sabrı göstermenin, her hale şükretmek gerektiğinin, tanrının acıyı sevdiği kullarına vererek onları imtihan ettiğinin ve bu dünyada olmazsa bile diğer dünyada mutluluk vaat ettiğine inanıyoruz. Yazar diğer bir kavramın rutinleştirme olduğunu ve acının her zaman kapımızdaymış algısının yarattığı bilinçsizlikle görünmez hale geldiğini söyler. Bastırma ile onu belleğimizin ulaşılmayacak yerlere attığımızı, yok sayma yöntemi ile görmezden geldiğimizi söylüyor. Yazarın üzerinde durduğu buraya yazmadığım birçok kavram daha var.

Diğer sayfada ise bir kolaj çalışması var, imzasını ise Efe Elmastaş atmış. Adı üstünde kolaj olduğu için birbirleriyle ilişkisiz figürlerin birbirleriyle ilişkili gibi görünmesini istemekten ve yeni bir ‘şey’ yaratma arzusundan doğduğunu görüyoruz. Açıkçası ne anlamam gerektiğini net bir şekilde anlamış değilim, bir şey anlamam gerekiyor mu onu da bilmiyorum. Ulus Baker’in “Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz” sözünü hatırlayarak en azından anlamaya çalışmayı bırakıyorum.

Aşağıya indiğimizde karşımıza “Telaşlı Cenaze” başlıklı, Yiğit Ergün imzası taşıyan bir şiir çıkıyor. Okurken keyif aldığım bir şiirdi. Kendi kavrayışım doğrultusunda içime sindirdim ve yeni bir masal arayışına çıktım.

Diğer sayfada ise çok güzel ve özenle seçilip oluşturulduğunu düşündüğüm bir playlist var. Bu playlist Gökhan Toker tarafından hazırlanmış ve neden dinlememiz gerektiğini kısa ve öz bir şekilde yazmış. İlk defa duyduğum bir isim, ShePastAway ve zihnime kazındı diyebilirim. İnsanın içindeki en yüce duyguları hissettiren yahut ifade eden bir başka deyişle insan üstüne geçmenin kutsal aracı olan müziğin, başka bir şekliyle karşılaştığım için mutlu oldum. Teşekkürler playlist için, gerçekten de pişman olmadım.

Arka fonda bu güzel playlist çalarken devam ediyorum okumaya. Bizi karşılayan “Ölümünle Hayat Ver” başlıklı yazısıyla Serkan Üstündağ oluyor. İğneleyici ve dramatik bir anlatımı benimsemiş ve gerçekten de çok güzel bir eleştiri kaleme almış yazar. Günümüzün ve geleceğin en büyük sorunu olarak görülen su sorununa politik meseleler ve dini meseleler doğrultusunda alıştığımın dışında bir bakış açısıyla bakıyor. Açıkça söylemek gerekirse ilginç bir yazıydı, tebrikler.

Diğer bir yazı “Yüzyüze mi tüketsek, mesafeli mi?” başlıklı yazısıyla Köksal Erdenoğlu’na ait. Başlıkla bizlere ilk sorusunu sormuş. Ben üzerine biraz düşündükten ve kendimce cevapladıktan sonra yazıya geçtim. Dilerseniz siz de öyle yapabilirsiniz. Yazar artık eğitimin de tüketim haline dönüştüğünü söylüyor. Haz ve hız çağı diye tanımladığımız bu yüzyılın bizi ileti bombardımanına tuttuğunu ve her şeyimizin yaşantılarımız da dâhil, bir tüketim modeline dönüştüğünü çarpıcı bir şekilde vurguluyor. Okurken çoğu yerde ‘evet evet kesinlikle böyle oluyor’ diye tanımladığım birçok konuyu anlaşılır ama etkileyici bir dille kaleme almış. Erdenoğlu’nun üzerine düşünüp yazdığı bu düzen, esneklik kavramıyla, kişinin daha da özgürleşebileceği iddiasıyla oluştu ve genelde okunaksız bir iktidar rejimine dönüştü.

Devam ettiğimizde ise diğer sayfada Gamze Aydın imzası taşıyan bir çizim olduğunu görüyoruz. Bu çizimin bana hatırlattığı ilk şey sıvılar oldu. Belki de çizen kişinin anlatmak istediği şey çok farklı, hatta belki de benim bu düşüncem bile saçma ama olsun. Bildiğimiz üzere konulduğu kaba göre şekil alan ve kimi zaman taşan bir haldir sıvı. Akışkan ve bazen yapış yapış. Çizimde de nedense akışkanlığı, şekillenme çabasını gördüm. Bir de siz bakın bakalım, siz neler göreceksiniz.

Arkalara doğru ilerlemeye devam ettiğimizde “Şeytana Sarılmak” başlıklı yazısıyla Efe Elmastaş’ı görüyoruz. Bu yazıyı, Canavar Sohbetleri adlı zoom üzerinden yaptığımız sohbet programlarına katılıp okumuş olmak açıkçası avantaj sağladı diyebilirim. Sohbet sürecinde de insanların şeytana yükledikleri uç anlamları konuştuk. Ama hiç bu açıdan ele almamıştık. Söylemek istediklerimin söylendiği bir yazı olmuş diyebilirim. Dinler, anlatılar ve öğretiler temelde bozuk bir empati anlayışına sahipler. Kendinden olmayanı şeytan imgesiyle tanımlama ve sürekli LutKavmi’nin başına gelenlerin anlatılarak onlardan olmamayı vurgulayan, korku üzerine inşa edilmiş hastalıklı bir düşünce sistemi bu. Yazar bu sistemi iyileştirme noktasında şu tavsiyede bulunuyor; şeytan olarak bildiklerine söz hakkı tanı! Lütfen tanıyalım.

Diğer iki sayfada, biri Efe imzası taşıyan kolaj çalışması, diğeri ise Zeynep Yıldırım’a ait bir çizim görmekteyiz. Kolajda dikkatimi çeken şey kulakların üstündeki yazılar oldu. Herkesi dinler ve her şeyi duyar diye tanımladığı şey Tanrı olsa gerek. Neyse hızlıca çevirelim sayfayı.

Hemen ardından çevrisini Göktürk Yaşar’ın yaptığı, Lyubomi̇rLevçev’e ait “Bayram” şiiri var. Bu işi sevdiğimi belirtmek isterim. Bu şekilde çeviri yapan insanlar sayesinde belki de yaşamımız boyunca hiç karşılaşmayacağımız insanların dimağlarından kâğıtlara dökülenleri okuma fırsatı yakalıyoruz ve bir kez daha zenginleşiyoruz. Teşekkürler Göktürk Yaşar.

Yazarın edebiyatı, “Kendi dâhil herkesten vazgeçmeyi keşfeden ilk insan bunun hayati bir buluş olduğunun farkına varır. Avladığı hayvanın taze kemiklerini etinden ayırır, bu kemikleri keskin dişleriyle biler ve zihninde birdenbire beliren kıvılcımların kapalı gözlerinin uzay kadar siyah zemininde oluşturduğu işaretleri bulduğu en uzak ve sessiz zemine işlemeye başlar” diye tanımladığı ve kendisinde bunu iyi bir şekilde yaptığını hissettiğim bir yazı var sırada. “Tetik Bach Anestezi” başlıklı Fatih Yamantepe imzası taşıyan bu yazı son zamanlarda okuduğum en iyi yazılardan biriydi gerçekten. Gerek kelimeleri özenli bir şekilde seçmesi gerek seçtiği kelimeleri işleyiş biçimiyle ve etkileyici anlatımıyla okumaktan memnun kaldığımı dönüp tekrar okumak istediğim etkileyici bir yazı kaleme almış yazar.

Sonlara gelirken iki tane çizim ve bir yazıyla karşılaşıyoruz. Çizimin bir tanesi Furkan Arsan Doulay imzası taşırken diğeri Aylin Ulaba’ya ait. Her ikisi de oldukça etkileyici çizimler. Fatih Yamantepe’nin deyimiyle söyleyecek olursam bulduğu en temiz ve pürüzsüz zemine kendi tanrısallıklarının kanıtı olan çizgileri işlemişler, tebrikler gerçekten.

Ve kaçınılmaz son. Bir yandan fanzindeki bütün eserleri okuyup anlamaya çalışmanın ve zenginleşmenin verdiği sevinç diğer tarafta ise güzel şeylerin sonlu olmasının verdiği üzüntü. Kapanışı Zeynep Yıldırım’ın “Benim Kendimle Söyleştiğimdir” başlıklı yazısıyla yapıyor Sıvadık. Yazarın kendi kendisiyle konuştuğu, sorular sorduğu ve yine kendisinin cevapladığı otoröportaj diye tanımlasak pek de yanlış olmayacak bir yazı var karşımızda. Edebiyata, sanata, harekete, paraya, sömürüye ve fanzinler üzerine kendisiyle yaptığı bir söyleyişi, oldukça ilginç ve akıcı bir dil. Kendisini ve fanzinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Aşağıya PDF’yi bıraktım, üzerine tıklamanız yeterli. Keyifli okumalar, fanzinlerle kalın.

Sıvadık Fanzin Sayı 31 PDF İNDİR

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl