Ana Sayfa Art-izan SOSYAL GERÇEKÇİ YAKLAŞIMLA SANAT ANALİZİ

SOSYAL GERÇEKÇİ YAKLAŞIMLA SANAT ANALİZİ

SOSYAL GERÇEKÇİ YAKLAŞIMLA SANAT ANALİZİ

Tarihsel süreç içerisinde pek çok değişkenlerden etkilenmiş olan sanat, yeni yollar arama ve kendini ortaya koyma çabalarından ötürü toplumların kültürlerini, insanlığın izlerini geleceğe taşıyan önemli roller üstlenmektedir. Sanat, çok çeşitli etkenlerden tetiklenmekte, bazen tepki olarak kimi zamanda bu etkenlerin yanında yer alarak varlığını ortaya koymaktadır. Sanat, insanların duygularında, bilinçlerinde güzellik anlayışlarında etkili olan subjektif bir olgu olarak tanımlanabilmekte ve toplumsal bir üretim olup, oluşması için de mutlaka toplum gerekmektedir. Sanat, yaratıcılığın ve hayal gücünün bir ifadesi olmaktadır. Birçok sanat dalı ilk defa dinsel törenlerle ortaya çıkmıştır, doğa üstünde hakimiyet kuran insan, sadece beslenme, hayatta kalma, barınma gibi temel ihtiyaçlarının dışında estetik ihtiyacı karşılayacak olan şeyleri, yani sanatı aramıştım.  Farklı dünya görüşlerine sahip insanlar, sanatı farklı biçimlerde yorumlamışlardır.  Sanat, sürekli olarak bir arayış çabası olup, sanatçı, düşüncesi ile tinselliğini en ince şekilde işlemekte ve sanat yapıtını ortaya koymaktadır.

Kültür, bir toplumun düşünceye, kavrama bakış ve eyleme geçme durumlarını belirleyen değerler toplamı olarak düşünülebilir.

Kültür, direkt olarak toplum ve insanlarla ilgili bir süreç olup, inanç, din gibi kaynakları bulunmaktadır. Bu kaynakların insanlar tarafından yorumlanıp ortaya konulan temsilleri de kültürü teşkil etmektedir. Her bir sanat yapıtı, belli bir dünya görüşünü, inancını, belli bir algıyı ve yaşam tarzını açıklayan birer göstergedir.  Kültür ve medeniyet, toplumun yapı taşları olmaktadır. Medeniyet, toplumun gelişmişlik ifadesi, açık bir sunumudur, Toplumun dünya görüşü, yaşam biçimi düşünce tarzını göstermektedir. Sanat, kültür ve medeniyet, direkt olarak ilişki içerisindedir. Bu nedenle bir dünya sanatından konu edildiği gibi, toplumların her birinin kendi sanatları da önem taşımaktadır. Sanat, felsefi, psikolojik, estetik anlamların yanı sıra sosyolojik açıklamalarla da bağlantı halindedir. Sanatın estetik özünü ise, insanların toplumla olan ilişkileri oluşturmaktadır. Sanat ve toplum direkt olarak etkileşim halinde olup, toplum yaşamı sanatın gerçek kaynağıdır ve coğrafya, ekonomi, çevre, politika, din eğitim, gibi toplum yapısının önemli kurumları ile iletişim halindedir.  Her gelişme, toplumsal düzeyde sanatın aynasına yansımaktadır. Dolayısıyla kültür, düşünce, inanç, duygu yapısı sanat yapıtlarında da ortaya çıkmaktadır.

Goya-los chinchillas

 

Tarihin derinliklerinde üretilmiş bir betimleme, insanoğlunun aklını hep meşgul etmiştir. Bir sanat yapıtı, onu izleyen her insanın psikolojisini etkileyerek yola çıkmaktadır. Böylesi bir psikolojik hareketlenmede bir tarafta sanatçı, diğer tarafta ise izleyici bulunmaktadır.

Sonuç olarak aynı sosyolojik gelişmelerden etkilenmişlerdir. Sanat yapıtının yorumlanması bütünsel bir kültürü gerekli kılmaktadır. Belli bir döneme ait sanat yapıtının yorumu yapılacaksa, söz konusu dönemin gerisindeki dönem de incelenmektedir. Gerideki dönemin toplumsal statüleri, tinsel etkenleri vesaire diğer özellikleri de göz önünde bulundurulmalıdır.  Sanat eserinin yorumlanmasında, sosyoloji, estetik, felsefe, psikoloji hatta antropoloji ve teoloji alanlarının da önemi büyüktür. Bu alanlar birbirlerini etkilemektedir.

XVIII. yüzyılın ilk yarısını etkisi altına alan Rokoko’da saraylardaki ihtişamı, gösterişin XVIII. yüzyılda da Rubens, Velasquez gibi ressamlarla imlenen yanının daha da ileri bir düzeyde devam ettiği görülmektedir. Yüzyılın ikinci yarısını ise 1789’da patlak veren Fransız İhtilali çok etkilemiştir. Bu ihtilal, ulusların özgürlük temsilcisi olmuş, ihtilal sonrasında modern atılımlar gerçekleşmeye başlanmıştır. Bu devrim, sanat eserlerini yorumlayabilmek ihtimalin nedenlerini gelişmelerini ve sonucunu incelemekten geçmektedir

Avrupa’da özellikle bu devrimin Romantizm ve Realizm gibi sanat akımlarının ateşleyicisi olduğunu söylemek mümkündür. XVIII. yüzyılın son çeyreği, birçok yeni klasik romantik ve gerçekçi sanatçıların dünyaya geldiği zaman olarak görülmüştür. XIX. yüzyıl ile ilgili olan her şeyin başlangıcı 1830 yılı olmuştur. Bu yüzyılda ortaya çıkan Stendhal ve Balzac, meydana getirdikleri yapıtlarla adeta bu yüzyıl toplumlarının krokisini çizmişlerdir. 1789’larda Fransız İhtilali ile başlayan toplumun siyasallaşma süreci 1830’larda doruğa ulaşmıştır. Bu yüzyıl bir sanayi devrimine tanıklık etmiştir. Aslında XVII. yüzyıl sonrası ve XX. yüzyıl öncesinde sanatın yorumlanabilmesi demek, birçok toplumsal gelişmelerden haberdar olarak söz konusu gelişmeleri değerlendirmek anlamına gelmektedir. XVIII. yüzyıldan itibaren bu yüzyıl dahil toplumsal olayların daha çoğul bir dil kazanması, özellikle toplumsal sınıfların bilinçlenmesi ile işlerin değişmesi, sanatın boyutunu da ona göre farklılaştırmıştır. Empresyonizm, kentleşmenin beraberinde getirdiği bir sanat akımı olup, sanatçının bedeni burada doğaya tutsaktır ona bağlıdır. Bu noktadan hareketle gerek ekspresyon gerekse fovist duyarlılıkta   ise, sanatçının bedeni yine kendi ruhuna emanettir.  Burada kastedilen “ruh” kavramı, sonradan karşımıza ruhsallık olgusu olarak çıkmaktadır. 1. Dünya Savaşı’nda yenik düşen ülke toplumlarının üzerindeki olumsuz etkiyi Alman ekspresyonist sanatçılar eserlerinde sıkça işlemişlerdir. Bu noktada karşımıza sosyoloji çıkmaktadır. XVIII. yüzyıldan itibaren sanatın üretiminde sosyoloji kavramının etkisi büyük olmuştur. Avrupa, 1789’dan 1815’e kadar savaşın içerisinde olup Yakın çağ 1789 Fransız İhtilali ile başlamış ve XX. yüzyılı da içine almıştır.

Bu noktada ihtilal sonrasında yerleşmeye başlayan milliyetçi düşünceler ve sıkı bir demokratikleşmeye doğru yönelme, beraberinde birçok sanat akımını da getirmiştir. Bu akımlardan ilki Romantizm olmuştur.

“Neo Klasik anlayışın önemli bir yer edindiği Fransa ‘da romantik resim Almanya’dakinden farklı bir özellik göstermektedir. Almanlara göre renklere öncelik veren Fransız ressamlar, toplumsal konular ve insan unsuruna daha çok önem vermişlerdir. Bunda Fransa’nın XVIII. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başında geçirdiği tarihsel deneyimlerin de önemli bir rolü vardır. Fransız Romantizminin en önemli ismi, aynı zamanda dünya sanat tarihinin en önemli sanatçılarından biri olan, Eugene Delacroix’dir. (1798 – 1863)

Fransız İhtilali (1789 1799), Fransa’daki mutlak monarşinin devrilip, yerine Cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik kilisesinin ciddi reformlara gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve batı dünya tarihinde bir dönüm noktası olmuştur.

Aydınlanma düşünceleri ile birlikte Descartes, aklın ve özgür düşüncenin varlığına atıfta bulunmuş, Montesquieu ise, halkın yönetiminde vekiller aracılığıyla temsil edilmesi gerektiğini düşünmüştür. Aynı zamanda güçler ayrılığı fikrinin benimsendiği bir yönetime geçilmesi fikrini topluma aşılamaya çalışmıştır. Fransız İhtilalinde çok farklı kesimler bulunmuştur. Bunlardan yoksul halkı temsil eden grup, kendilerine Enragec (öfkeliler) adını vermişlerdir.

Devrimi bir halk hareketinden çok, toplumsal bir ilerleme olarak gören ayrıcalıklı kesim, Jakobenler (Radikal ilerlemesi) ve Jirodenler (liberal ve ılımlı ilerleyici) olarak iki sınıfa ayrılmışlardır. Meydana gelen özgürlükçü ve eşitlikçi düşünce yapısı zaman içerisinde bütün monarşilerin yıkılmasına sebep olmuş ve Fransız İhtilali tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Özgürlükçü ve eşitliği savunan düşünce yapısı, Avrupa’ya ve diğer devletlere yayılmaya başlamıştır. Fransızların yayınladığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi dünya çapında benimsenmiştir. 1789 Fransız İhtilali’nden sonra 1830 İhtilali meydana gelmiştir ve tüm Avrupa’yı etkilemiştir.

İhtilalin oluşmasında, Avrupa’da bulunan liberal kesimin Viyana Kongresi kanunlarına tepki göstermesi ve Fransa’da iş başına geçen X. Şarl’ın mutlak rejimi getirmek için parlamentoyu dağıtmak istemesi etkili olmuştur. X. Şarl’ın Fransa’da mutlakiyet kurmak istemesi üzerine gazeteciler, halk üniversite öğrencileri isyan etmişlerdir. X. Şarl, krallıktan çekilmek zorunda kalmış, Avrupa ülkelerinde liberal demokrasiler güçlenmiş ve parlamenter sisteme geçiş hızlanmıştır. Belçika Hollanda’dan ayrılmış hak ve özgürlükler genişletilmiştir.

Eugene Delacroix’in 1830’da yaptığı “Halka Yol Gösteren Özgürlük” isimli eseri müthiş bir romantik yükü ortaya koyarken, izleyicinin bir takım sosyal gerçeklerin de farkına varmasını sağlamıştır. Sanatçı, kimi zaman içinde bulunduğu topluma bağlı kalarak dinin, kimi zaman dünya toplumlarının büyük kesimlerini etkileyen savaşların, kimi zaman da doğal felaketlerin, bilimin, psikolojik ve kişisel güdümlerin etkisinde kalarak üretmiştir. Tarihsel eleştiri ve sosyolojik eleştiri, dış dünyaya ve topluma dönük eleştiri yöntemi içinde yer almaktadır. Dış dünyaya yönelik bir eleştiri yöntemi olan sosyolojik eleştiri, sanatın kendi başına var olmadığını, toplumun içinde doğup toplumun bir yansıması ve parçası olarak şekillendiğini göstermektedir. Bu görüşe göre, sosyolojik açıdan değerlendirilen resim, toplumsal koşullara bağlı olarak incelenmektedir. Toplumsal koşulları oluşturan iklim, yerel ya da ulusal değerler, coğrafi etkenler, siyaset, ekonomi sanatçının yaratımına ve biçimlenişine etki eden etkenler olarak sosyolojik eleştiride önem kazanmaktadır.

Alegorik bir figür olmasına rağmen elindeki tüfek ve bayrakla savaşın ortasında yer almakta ve soyut kimliğinden sıyrılıp seyircinin gözünde diğer figürlerle tek bedene bürünmektedir. Özgürlüğün üzerinde yükseldiği taş, moloz ve ölüler yığını, eserin ön planında yer almaktadır. Bu pramidal yığının iki kenarında yer alan ölülerden soldaki yeri çıplak beden özgürlük ve sosyal eşitliğin korunması adına veda edilenleri simgelerken, sağ kenardaki ölü asker ise yenik düşen despot X.Charles’ın hükümdarlığını temsil etmektedir. Her ikisinin de üzerinde kırmızı, beyaz ve mavi renklerin yer aldığını görmek mümkündür. Soldaki figürde ayaktaki çorabının mavisi, gömleğin beyaz ve üzerindeki kanın kırmızısının yine üç renk bayrağı yansıttığı öne sürülmektedir. Aynı üç rengin sergilenmesi, yığının üzerinde doğrulup Özgürlük’e bakan figürde de görülmektedir. Resimde yer alan diğer figürler halkın farklı sınıflarını simgelemektedir. En soldaki beyaz gömlekli figür, tipik bir fabrika işçisi görüntüsündedir. Bu çalışmada şapkalı figür, burjuvaziden gelen bir katılımı simgelemektedir. Üzerindeki geniş pantolonu, ceketi, kırmızı renkli flanel kemeri ile şehirli görünüm çizmektedir. Bu figürü Delacroix’ın kendisini model olarak oluşturduğu düşünülmektedir. Özgürlük’ün hemen sağında görülen genç asi üniversiteli, öğrencileri temsil etmektedir. Başındaki siyah kadife beresi, öğrenciler tarafından giyilen baş kaldırı simgesidir. Üzerinde açık renk bir fişeklik taşımakta ve elindeki silah ile ateş ederek savaş alanına atılmaktadır. Bu genç figürünün Victor Hugo’nun “Sefiller” (Les Miserables) eserindeki Gavroche karakterinden esinlenerek oluşturulduğu bilinmektedir. Bu şekilde halkın farklı sınıflarından figürleri eserde birleştiren Delacroix, halkın büyük kesiminin Devrimi desteklediğini ve sınıf ayrımı göz edilmediğini göstermektedir. Fransız Devriminin sonu ile birlikte Aydınlanma Çağı da sonlanmakta ve Romantizm dönemi başlamaktadır. Romantik dönemin en büyük ressamlarından olan Delacroix, bu eseriyle romantizmin yükselişine işaret etmektedir.

Özellikle özgürlük figürü olmak üzere klasik betimlemeden çok uzak bir biçim içeren eser, döneminde eleştirmenler tarafından beğenilmemiş ve alevlendirici politik mesajı sebebiyle yapılmasını takip eden uzun süre sergilenmemek üzere bir kenara kaldırılmıştır. Resim, o dönemin cesur haberciliğini akıllı ve anıtsal bir yolda birleştirmiştir.

Yer ve zaman gayet açıktır, uzaklarda Notre Dame görünmektedir. Kalabalıkla, ölen askerlerle çevrili Özgürlük, resimde ön plana çıkarılmıştır. Çıplak göğüsleri yeni Cumhuriyetin özgürlüğünü temsil etmiştir. New York’taki Özgürlük Anıtı, Delacroix’ın tablosundaki kadın örnek alınarak yapılmıştır. Fransa tarafından ABD’ye hediye edilmiştir. Ancak ABD’li yetkililer, kadının yarı çıplak vaziyette olmasını uygun bulamadıklarından, heykelde değişiklik yaparak, kadının açıkta kalan göğsünü kapatmışlardır.

Otuz üç yıl sonra sergilenmeye başlanan ve ancak 1874’te Louvre müzesine alınan eser, günümüzde en önemli devrim ve savaş ikonlarından birine dönüşmüş ve insanların belleklerinde Fransız devrimine dair en belirgin imge haline gelmiştir. Eser, modern resim sanatının ilk politik çalışması olarak kabul edilmektedir.

Sanat bir yandan içinde bulunduğu dönemde yaşanan ekonomik, toplumsal, politik, bilimsel, teknolojik etkileri yansıtırken, bir yandan da içinde bulunduğu çağa yön vermektedir.

Sanatçı merkezli yaklaşım biçimleri sanat yapıtına sanatçının yaratıcılığını öne çıkaran yaratma ilkesi açısından yaklaşmaktadır.

XVIII. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Romantizm akımıyla bağlantılıdır. Bu anlayış, insanın iç gerçekliğinin, duygularının, duyumlar, sezgiler, isyanlar, coşkular aracılığıyla aktarılması olarak tanımlanmaktadır.

Romantizm, aydınlanmanın özünde bulunan akıl vurgusuna, aklın yaratıcılık üzerindeki baskısına ilk eleştiri olmaktadır.

Herbert Read, “Art and Society” (Sanat ve toplum) da bireyin sanatın üretimini ve beğenisinin bireysel olduğunu, ancak toplumun böyle yaşantı birimlerini önemsediğinde toplumsal dokuya işlenmiş olabileceğini ifade etmiştir. Toplumsal içerikli sanat eserlerinin üretiminde toplumsal olgu ve değerler önemli bir etkendir. Genel olarak kaynaklarını toplumsal yaşamdan alarak topluma yönelik bir anlatım biçimi oluşturmuş sanat akımları, SSCB, ABD, Almanya, Meksika, İtalya ve Fransa’da etkili olmuş, politik ve ekonomik gelişmelerle güçlü bir etkileşime girmişlerdir. 1789 Fransız Devrimi ile sanatçılar eskiye oranla daha fazla toplumsal olaylara yönelmişler ve eserlerine yansıtmışlardır. Avrupa’da kentlerin giderek büyümesi, işçi sınıfının hareketliliği, otorite şekillerindeki değişiklikler gibi birtakım toplumsal olaylar, beraberinde 1989 Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimini de getirmiştir.

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl