Yönetmen Yasujirō Ozu’nun, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından, yaşlı bir çiftin çocuklarını görmek üzere yaptığı seyahate odaklandığı Tokyo Story filmi, modernleşme eğilimlerin politik olarak güç kazandığı; fakat toplumsal düzlemine aynı biçimde yansımayan bir ülkenin sancılarını içermesi bakımından oldukça önemli.

Filmde, babalar ve oğullar arasında fazlaca açılmış bir mesafe oluğu göze çarpıyor. Tokyo Story; taşrada, erdemli ve sakin bir hayat sürmüş olan çiftin çocukları, savaşla birlikte, büyük güç olma projesi yaralanmış bu ülkenin, yeniden ayağa kalkma çabalarının resmine dönüşüyor. Bu resim ise, söz konusu ailenin olmaktan çıkıp Tokyo’nun bir panoramasına evriliyor.

Yaşlı çift, çocuklarının evinde, sadece onları görmek ve mutlu olmak için bulunurken, değer yargıları sadece on yılda değişen çocuklar ise, anne ve babalarını iyi ağırlamanın yolunun onları gezdirmek olduğunu düşünüyor. Kaybettikleri oğullarının eski eşinin bu görevi üstlendiği sahneler ise, yeni sürecin eski kuşaklardaki tesirini dikkat çekici biçimde seyirciye aktarıyor.

Tokyo, görkemli bir imparatorluk bakiyesi ve geç kapitalizmin yeni sembolü olarak, yaşlı çiftte hayranlık ve şaşkınlık, ayrıca kaybolma duygusu yaratıyor. Bu büyük kentte, çocuklarının yaşama uğraşı içinde küçülmüş olmaları ise, özellikle babada ciddi bir hayal kırıklığı oluşturuyor. Yeni Japonya’da ve evlatlarındaki bu çarpıcı değişim, çifti bir hayli etkiliyor.

Evlerine dönüşlerinin akabinde, anne, yaşamını yitiriyor. Yıllardır, büyüdükleri eve gelmeyen çocuklar, mecburen eski, küçük şehirlerine geliyorlar. Tabii, bir an evvel geri dönmek istekleriyle… Baba ise, sevgiden ziyade toplumsal ödev kaygısıyla yapılan bu ziyaretten, yine de memnun oluyor.

Ailenin küçük kızları ise, bu denklemde farklı bir kişiliği temsil ediyor. Kardeşlerinin bu denli bencilleşmesi, aile bağlarından kendilerini soyutlayıp para kazanma telaşına düşmeleri, onda tahammül edilemez bir şeye dönüşüyor. Onun bu öfkesi, babada ise, bir karşılık bulmuyor. Bundan böyle yaşamına yalnız, tek başına devam edecek olmanın hüzünlü gölgesinde, elinde yelpazesiyle serinlemeye çalışıyor. Zira zamana meydan okumanın anlamsızlığını, hayat tecrübesi ile, çoktan idrak etmiş bulunuyor.

TEILEN
Önceki İçerik1984 ÜZERİNE…
Sonraki İçerikMuhsin Ertuğrul’un kayıp filmi Tamilla
1985, Beyoğlu doğumlu. Isparta Milli Piyango Anadolu Lisesi’nden 2003’te, KTÜ, Türkçe Öğretmenliği bölümünden 2008’de mezun oldu. AÜ, AÖF, Felsefe ve SDÜ, İF, Radyo Tv ve Sinema bölümlerinde öğrenmeye devam ediyor. 2006’dan bu yana, çeşitli gazete, dergi ve internet sitelerinde makaleler kaleme alıyor.