Ana Sayfa Kritik Tutkuların Filozofisine Giriş

Tutkuların Filozofisine Giriş

Tutkuların Filozofisine Giriş

Charles Fourier; sıralamayı, bölümlemeyi, haritalamayı çok sever. Çünkü o tüm evreni bütünsel bir senfoni olarak tasarlamıştır. Bu senfoniyi bedeninin ve ruhunun tüm algıları ile hissetmiş; işitmiştir.

Bütün tutkuların en başına; hepsini kapsayan ve çağıran Birlikçiliği koyması tesadüf değildir. Aksine çabası, uygarlığın dağıttığı birliği, yani insan yaşamının da dâhil olduğu evrensel birliği yeniden tanzim etmeye çalışmaktır. Tüm ihtimalleri düşünmek, her şeye kafa yormak, ayrıntıları hesaplamak, alternatif modeller üretmek ister. Tutkuların filozofu bu yüzden en azından 3000 yıllık bir gelişim haritası çizmekten çekinmez.

Bu haritayı çizerken de felsefi geleneğe ya da modern dünyanın kaosuna doğurduğu bilgilere tamah etmez. O ‘insanın idrak gücünü yeniden oluşturma’ peşindedir. Şemaları, planları asla iktidar istencine ya da pozitivizme dayanmaz. Fourier; tikelin filozofudur, özneden kozmosun birliğine giden ışıltılı yolu yeniden inşa etme çabasındadır.

Başta; ahlak ile toplum ve kurallarıyla köprüleri atar. Çoğunluğun boğucu sesini kısıp, birer tutkulu özne olarak, insanın melodisini öne çıkarır. Ve tek tek öznelerden yola çıkıp tüm yaşamı kapsayacak yeni bir dünyanın imgesini kurar. Mimari, kadın hakları, kolektif ekonomi, cinsel özgürlük, sanatın hayat haline gelmesi, işin oyun haline getirilmesi, çocuk eğitimi, doğa ile barışma, teknik ile barışmaya dek.

Bir kum tanesinde evreni görebilen bir derviş tavrıyla. Okulsuz, kilisesiz, polissiz, yasaksız bir dünyaya değin.

Her şeyin başında zevk olan; kıtlığın değil bolluğun dünyası.

Can sıkıntısının değil, şenliğin hâkim olduğu bir dünya. Yaşamın tümünü ele geçirmeye soyunan devrimci bir çaba.

Tutkuların Metafiziği…

Fourier tüm evrene; matematik ile sevgi ile musiki ile tutku ile bağlı bir felsefe ortaya koyar. Kuşkusuz metafiziktir bu kavrayış, ama farklı türde bir metafizik. W. Benjamin’in ‘dindışı aydınlanma’ olarak adlandırdığı biçimde bir metafizik. Akla karşı tutkuyu ve çekimin simyasını koyan, ama bunu yaparken de azizlere, kiliselere ihtiyaç duymayan bir metafizik. Simgelere, matematiğe, şansa, armoniye açık bu metafizik ile Gnostik inanç, Kabala, Heretik gelenek ya da İslam inancındaki Bâtınilik ile köprüler kurmak mümkündür.

Sadece oyun, kutsallığı ortadan kaldırabilir, tam özgürlüğe giden yolu açabilir. Bu yıkım ilkesi, iktidara hizmet eden her şeyin anlamını değiştirme özgürlüğüdür: Örneğin, Chartes Katedrali’ni bir lunaparka, bir labirente, bir atış kulübüne, hayali bir manzaraya dönüştürme özgürlüğüdür.’

RaoulVaneigem/Gündelik Hayatta Devrim (Ayrıntı Yayınları)

Çilekeş, tefekküre ya da beklentilere dayalı değil; pratik bir felsefedir Fourier’in öne sürdüğü. Şimdiden, hatta gündelikten yola çıkıp tüm hayatı ele geçirmeye soyunan bir tutku felsefesi. Bir yanıyla Marx’tan, Kroppotkin’den ya da Nietzsche’den önce ortaya konmuş bir eylem felsefesi.

Çünkü insan çoktan düşmüş-düşkünleşmiş; dünyasını da yalanlar ve baskılar üzerine kurmuştur. Eğitim ile aile ile ahlak ile yasak ile zehirlenmiştir. Kendini baskılamaya hayat demiş; zincirlenmeye toplum kuralları adına sessiz kalmıştır. Fourier’in yalvaç sezisi ile bütünlüğü bozulmuş, varlığı yarılmıştır. Bu durumda var olan düşün geleneğinin peşinden gitmek, sadece insan doğası üstüne düşünce üretmek yalanlar dünyasının ortağı olmak demekti. Ama kuşkusuz Fourier silme dürüst ve cüretkâr bir adamdı. Hep yek kalmak pahasına inandığını; doğruyu söyledi. Onun için bu dünya bir ‘sefalet ve sahtelik labirentiydi’.

Uygarlığın zamanına kadar yapılmış en köktenci eleştirisidir Fourier, ki bu eleştirinin yıkıcılığı bu gün bile gücünden çok fazla şey kaybetmemiştir. Bilimin putlaştırılmasına, ilerleme felsefesine, sanayileşme yalanlarına karnı toktur: Fakirlik, bolluk uygarlığında doğmuştur. Endüstriyel gelişmeler bile bahtsızlık tohumlarıdır…

Uygarlıkla, toplumla, gelenek ile arasına koyduğu bu mutlak mesafe, felsefesinin eylemci yanını ufaltmaktan çok büyütmüştür. Ama burada modernliğin hâkim kodlarının düşünce ufkunda açtığı bir yanılgıya düşmeyelim. Fourier eylem felsefesi bir çeşit politikaya açılmaz. Tam tersine sonuna dek anti-politik kalmayı tercih eder. Hiçbir ideolojiyi ya da politik hareketi düşüncesine dayanak yapmaz, hatta onlara göndermede de bulunmaz. Bütün felsefesi büyük bir reddiye üzerine kurulmuştur.

Bu yüzden Fourier’yi, orta sınıf hayalci, felsefesini de salt hedonizm olarak ilan edip kenara atmak, uygarlığın rasyonalitesine uygundur. Burada tek sorun ise, hücre gibi konutlarda yaşayan, işe teslim olmuş, çoğunluğun sapkınlığını ahlak olarak benimsemiş, yasakları çiğnemeyen, gülmeyen, oyunun sihrinden, aşkın o sarsıcı yüceliğinden uzaklaşmış ve gerçeklik terörüne teslim olmuş yığınların varlığıdır. Çünkü son tahlilde felsefenin tek amacı insanların mutluluğudur. Herkesin kişisel tamlığına, bütünselliğine ulaştığı, yani kendi olduğu olası bir dünya; hedonist bir dünya olacaktır. Özgürlük, zorunluluğun önüne geçebilirse, baştan çıkarmanın büyüsü tüm hayatın yeniden şiir olarak yaşanacağı bir dünya muştulayacaktır.

Elimizdeki tek şey zevktir ve bu her şeyin üzerindedir. Zevk ölçülemez, sayılması da mümkün değildir, aslında doğası gereği aşırıdır. (Sandığımızın aksine yanlış olan fazla zevk almak değil, yeterince zevk almamaktır.)’

Roland Barthes-Sade / Fourier / Loyola(çev: Gözde Genç)

Sihrini kaybetmiş, tüketime adanmış, ruhsal olanı çoktan dışlamış bir dünyada Fourier’in tutkulu düşlerinden bahsetmek anlamsız görülebilir. Ama hala hayata, evrene ve aşka inanıyorsak Fourier’in iki yüzyıl önce söylediklerine geri dönmek kaçınılmazdır.

Lautreamont’un herkesçe yazılacak şiirine ya da Debord’un ayrılığın eleştirisine gireceksek, kat edeceğimiz ilk geçit kuşkusuz Fourier’in birlikçi idealidir.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl