Ana Sayfa Kritik Geçmişi Kurtarma ve Geleceği Düşleme Olasılıkları Olarak Ütopya Taslakları

Geçmişi Kurtarma ve Geleceği Düşleme Olasılıkları Olarak Ütopya Taslakları

Geçmişi Kurtarma ve Geleceği Düşleme Olasılıkları Olarak Ütopya Taslakları

1

“Geçmiş, gizli bir zaman dizini taşır; ona kurtulma kapısını açan budur” Walter Benjamin (Tarih Kavramanı Üzerine, Metis yayın)

Yaşamanın tatsız olduğu; yoksul ya da zengin kimsenin yaşamdan tam bir tat almadığı bir çağdayız. Ferrari’sini satıp bilgeliği uzak Doğu’da arayan CEO’dan, küresel varoşun her hangi bir köşesindeki sokaktaki adama değin.

İnsan ömrü sınırlı, dünyanın bir yerinde gözümüzü zamana açıyoruz, önce nüfus kâğıdımız çıkarılıyor; bir anne babanın evladı, bir devletin yurttaşı, bir toplumun vatandaşıyız. Nüfus kâğıdımızdaki uyruk ya da inanç hanesi ya da bireysel geleceğimizi belirleyecek sosyal statü biz bilinçli bir varlık haline gelmemişken hanemize kazınıyor. Ardından bize ait olduğunu düşündüğümüz yaşamları, doğduğumuz koşullara göre yaşayarak hayatımıza anlam katmaya çalışıyoruz. İyi bir çocuk, iyi bir öğrenci, iyi bir eş, iyi bir çalışan, iyi bir yurttaş, iyi bir tüketici olarak kendimizi kurguluyoruz.  Yaşam kısa, yaşadığımız anın tadını çıkartamaya ve bundan dolayı şükretmeye çalışarak varlığımızı sürdürüyoruz. Biz ne olacağını seçememiş, daha çocukluk çağının hastalıklarını aşamamış bir uygarlığın son nesilleriyiz.

Şimdi; insan türünün gezegen üzerinde varlığının devamının kapıya dayanmış bir risk olarak yaşandığı bir çağdayız. Artık enerji kaynaklarının hâkimiyeti uğruna çıkarılan bölgesel savaşların ve onların yaratığı büyük göçlerin sisi altında içilebilecek su kaynaklarının kaç yıl ömrü kaldığını hesaplamaya çalışıyoruz.

Kapısına kıyamet dayanmış bu zamanda doğmayı biz seçmedik ama kuşkusuz bu deliliğin içinde işleyen bir sistem var; farkında mıyız?

Oysa “yıl 2000” hedefi bizim kuşağımız için bir ütopya olarak etiketlenmiş ve pazarlanmıştı. Dünya yapay sınırların tahakkümünden kurtulacak, bilgi temelli ve küresel yeni bir toplum inşa edilecekti. İnternetin gündelik hayata inişi ve bilginin artık sınırsız ulaşılabilir oluşu, totaliter Doğu bloğunun çatırdaması, Güney Afrika’daki ırk ayrımcısı rejimin çöküşü ve 400 yıllık sömürgeciliğin sorgulanmaya başlanması ile kapanan bin yıl ile yeni bir çağın başlayabileceği umudu at başı ilerliyordu.

Kısa sürede yaşanan bölgesel ve küresel felaketlerle anladık ki, bizler kefareti ödenmemiş ve zehirlenmiş bir geçmişin bakiyesini yaşamaya mahkûm bırakılmış kuşaklarız. Yarın ise önümüzde uzanan koskoca ve karanlık bir boşluk.

Kelebek etkisi sadece bir bilimsel kavram değil; bu dünyada her şey bir birine bağlı ve artık bunu reddetmenin imkânsız olduğu zaman bu.  Evren sadece dünyadan ibaret değildir, dünya sadece yaşadığımız şehir, kasaba ya da ülkeden ibaret değildir, doğa da canlı yaşam sadece homosapiens’ten ibaret değildir. Her zaman başka düşünüşler, yaşayışlar, yollar ve yolculuklar vardı.

Bundan tam 600 yıl önce, 1516 yılında İngiliz hümanist hukukçu Thomas More “Ütopya” adlı kitabı yazdı. Ütopya; hayali bir ada ülkesindeki barışçı, etik, insani ve bölüşümcü yaşayan bir toplumun tasviri olduğu kadar geçmişin yeniden ve farklı bir bilinç ile gözden geçirilmesi, yaşanılan zamanın yoğun bir eleştirisi ve geleceğin yaşanılır olması içinde bir tahayyüldü aynı zamanda.

Zaman içinde Ütopya bir yazın türü olduğu kadar, bir düşünce tarzı olaraktan negatif ve pozitif ufuklarda gelişti. Bu 500 yıl içinde geçmişte kurgulanmış birçok ütopya farklı zaman ve adlar ile hayata geçti ve sonuç genelde felaket oldu. Şimdi tarihin bir ilerleme olduğu, insan bilincinin de teknik-bilim ile gelişeceği, toplumların olgunlaşacağına dair inancın çöktüğü bir zamandayız. Artık, görüyoruz ki insanlığın evrensel bilinci daha bir arpa boyu yol kat edememiş.

21. yüzyılın hemen arifesinde ütopyacı düşünür Paul Ricoeur şöyle yazıyordu: “Elbette temel ütopya, randıman ilkesinin yönetmediği, ihtiyaçlara dayanan bir dünya ekonomisidir. Bu bir sonraki yüzyılın problemi olabilir- Pazar yasalarının yönettiği bir ekonomiden insanların gerçek ihtiyaçlarında temellenen bir ekonomiye nasıl geçilebilir. Şimdi pazarın egemen ve yegâne üretim/verimlilik kaynağı olduğu aşamadayız; fakat bu verimlilik paylaşılmıyor; çünkü verimliliğin başarısı eşitsizliği arttırıyor. Buna yöneleceğiz. Ve ayrıca politik egemenlikler hiyerarşisi problemi var- küresel kıtalar ölçeğinde(Avrupa, Amerika, Afrika vb.) ulusal ve bölgesel.” (Çağdaş Filozoflar ile Söyleşiler, Paradigma yayıncılık)

Ricoeur; Thomas More’un Ütopya kitabında en önemli sorun olarak altını çizdiği şeyleri yeniden dile getiriyor, yaklaşık 500 yıl sonra. Kuşkusuz zaman yanlış akıyor, bir yerlerde atlatamadığımız bir lanetin içine düşmüşüz ve o bir döngü hali ilerlemiyor; düşüyor –düşüyor- peşine binlerce yaşanamamış hayatın yükünü, milyonlarca masum ruhun kefaretini takarak.

Şimdi; yaşanabilecek bir geleceği düşünmek ve kurgulamak istiyorsak önce tarihi yeni bir göz ile okumalıyız. İlerleme safsatasının ötesinde evrende her şeyin bir birine bağlı olduğu; “işlenen her suçun, yapılan her iyiliğin geleceği belirlediğini” idrak eden bir bilinç ile.

2

“Sanırım Bilimkurgunun güzelliği her zaman rahatsız edici olmasındandır.” Ursula K. Le Guin

Bilimkurgu; Ütopyanın sürgün filizi, 20. Ve 21. Yüzyıldaki kaotik yüzü/dili oldu.

Uçuk ve ucuz tüketim nesnesi olan çeşitlerini bir yana bırakırsak, gerçek Bilimkurgu eseri bizi öteki ile yüzleştirir, sürekli farklılığın hayati değerini bizlere anımsatır. Bize başka dünyaların da mümkün olduğunu yorulmak bilmez ve delişmen bir hayal gücü ile hatırlatır. İnsan tahayyülünün sınırı, sınırsızlığıdır ve Bilimkurgu sanatı daimi bir sınır ihlalcisi olarak bizi dünyaya, evrene, insana ve doğaya daha geniş, daha derin, daha tam bakmamız yönünde kışkırtır, teşvik eder.

Bilişsel bir sanat olarak bilimkurgu insan aklına dair gelecek tahayyülü kadar yaşanan anın eleştirisi ve yaşanmış geçmişe dair alternatif projeksiyonları da sunar. Bilimkurgunun geçmişe yönelik alternatif tarih senaryoları, bizleri insanın zaman ve uzam içinde tarihsel bir varlık olduğunu, uygarlık denen şeyin bu akış içinde her şeyiyle birbirine bağlı olduğunu sorgulatır.

Tarih; insanlığın en parlak anları yanında en karanlık, vahşi ve çıldırmış anlarını da homosapiens’in genetik hafızası içinde kuşaktan kuşağa taşımış, umut ve nefretin, yaratı ve yıkımın at başı gittiği ve her şeyin bir olduğu, içi içe geçtiği bir bellek bırakmıştır. Geçmişteki bir güzellik gelecekteki güzelliğin ebesi, geçmişteki bir kıyım ise gelecekteki kıyımların ebesidir. Leonardo ve Engizisyon, Babil ve Sodom şehri, İskenderiye Kütüphanesi ve Haçlı Seferleri, Aydınlanma Çağı ve Kolonyalizm, Dada ve Dünya Savaşı… Bu açıdan Bilimkurgu bize geleceği yaşanılır kılmak (ve hatta kurtarmak için) tarihi iyi bilmemizi, okumamızı öğütler.

Geleceği yaşanılır kılmak için geçmişi kurtarmak gerekir kavrayışı Terry Gilliam’ın 12 Maymun filminde ve Philip K. Dick’in Doktor Gelecek romanında felaketi önlemek için zamanda geriye, yıkıma sebep olan olayın kıvılcımına gidip onu durdurmak isteyen kahramanların hikâyeleriyle aktarılır. Wachowski kardeşlerin Bulut Atlası filmi ise geçmişteki tek bir olayın insan türünün içine düştüğü karanlık döngüyü kırmakta yetmeyeceğini, insanın evrenin bir parçası olduğunu, doğanın ve tarihin bir parçası olduğu gerçeğini en çıplak göstergeler ile izleyicisine düşündürür.

Geçmiş değiştirilemez belki ama geçmiş tedavi edilerek; geleceğin var olmasına imkân verilebilir.

3

“…bizimle geçmiş kuşaklar arasında gizli bir anlaşma var… Bu dünyada bekleniyorduk biz.” Walter Benjamin

Bulut Atlası, 2004 yılında David Mitchell tarafından yazılmış(roman dilimize kazandırılmıştır), 2012 yılında ise sinemaya uyarlanmış bir çağdaş Bilimkurgu klasiği. Bulut Atlası; birbirine bağlı 6 hikâyenin iç içe geçmesi ile kurulmuş destansı bir romandır. Bu hikâyelerin ikisi uzak gelecekte, biri 1850 yılında; diğer üçü ise 20 yüzyılda geçer.

Hikâyenin ana konusu zamandır ama bu kronolojik, her şeyin matematiğe indirgendiği, vakaların, tanınmış şahsiyetlerin, güçlülerin, kazananların ve başarıların imzasını attığını natürel zamandan öte; mağlupların ya da unutulmuş yaşamların öznesi olduğu, farkındalığın gözüyle yeniden okunmuş zamandır. Paul Ricoeur’un deyişiyle “insani zaman”. Bulut Atlası da okuyucusu/izleyicisi için gelecekte yaşanacak çöküşleri ve örülecek umutları tahayyül ederken; bizleri varlığımızı ve tarihimizi yeni bir göz ile okumaya davet eder.

Bulut Atlası tarihi yeniden ele alırken, eski düşmanlıkları, kinleri diri tutan ve bu yüzden hapishane olan, insanın bakışını geriye götüren bir tarihsel hafızanın tuzağına düşmez. Bundan öte, bir çeşit sivil tarih, insan merkezli uygarlık güncesi olarak tarih anlayışını gündeme getirir.

Hikayede 1930’lu yıllarda yaşayan besteci 1850 yılında yaşayan avukatın güncesini, 1973 yılında yaşayan gazeteci ise bestecinin ve aşığının mektuplarını, 2144 yılında yaşayan klonlamış kadın işçi 60’lı yılların İngiltere’sinde yaşamış yayıncının hayatını bir sitcom dizisini, en uzak yıkımdan sonraki dünyada köylü ise klon kadının sözlerini bir mit olarak tekrar okuyarak, o insanların özlem ve umutlarının yeniden hafızada canlandırılmasını sağlar. Yani insanın en öznel varlığına dair hafızayı canlandırarak onu geleceğe döndürürler, farklı ve özgürleştirici bir anlamda tarihselleştirirler.

Bulut Atlası’ndaki bakış açısı Ricoeur Ütopya ile tarih arasında muhayyile kavramı ile kurduğu ilişkiyi anımsatır. Ricoeur’a göre “tarihi bu yeniden-keşif-projeksiyonunun etik ve politik imaları vardır. Gelecekle ilgili farklı politik projeler mütemadiyen geçmişin farklı yorumlarını gerektirir. Sözün gelişi ütopyacı projeler tarihsel geçmişin yerine getirilmemiş vaatleri hakkındadır, kaybedilmiş fırsatların, gerçekleştirilememiş, gözden kaçırılmış imkânları gerçekleştirebilecek daha iyi bir geleceğe göre yeniden yansıtan, yeniden canlandırılan tarihsel geçmişin tutulmamış vaatleri hakkında. Nitekim burada geçmiş ile geleceği hatıra ve beklenti arasında mübadele dâhilinde birbirine bağlamak zorundayız.”

Kuşkusuz Ricoeur’un de bakışı, öncesinde Walter Benjamin’in tarihe dönük dün, bugün ve yarının tek bir felaket ve kurtuluş imgesinde birleşen bakışı ve sonrasındaki Bulut Atlası’nın kuantum ve karma felsefesiyle birleşen bakışı ile birleşir.

1850de köle ve efendi vardır.

20.yüzyılda güçlü ve kurban vardır.

2144de kolan ve safkan vardır.

Daha ötesi zamansız çağlarda köylü ve kadim vardır.

İnsan türü hep bölünmüştür ve yüzyıllardır insan toplumlarını bölen, güdüleyen, birbirine kırdıran büyük sözlerin altından hep sonsuz güç istenci çıkar- bize kader olarak belletilen. Bilinen-aktarılan tarih, insan ruhundaki kötülüğün tarihidir. Erk’in, kinin, öfkenin, nefretin, kibir, erkeklik, kontrol ve düşmanlığın tarihidir. Varlığı için sürekli şüphe, endişe, korku ve güdülenmeye ihtiyaç duyan; sürekli toplumları, ulusları, insanları atomuna dek bölen; ayrılığın tarihidir. Buna “kalpteki açlık” der, Bulut Atlas’ının kahramanı, ben ise bunu “ruhtaki açlık” olarak da görmekteyim milattan sonraki 2016 yılında.

Kalp ve ruh aç bırakılmalıdır ki, kişi bilginin aynasından, hafızanın uyarıcılığından, hakikatin ağırlığından ve sorumluluğundan uzak dursun. Özgür iradesi ile değil ona manipüle edilen “sanal bilgi” ile yetişsin, hayatını zincirsiz bir köle olarak devam etsin diye.  “İnsan doğası değiştirilemez” diye buyurur büyük engizisyoncu ve gelenek adı verilen duvarlar ile örer bireyin özgür iradesini; hakikati göremesin; idrak edemesin diye.

Oysa insana kader diye dayatılan bu döngü dışında başka hayat/hayatlar var âlemde. Düşünün sonsuz olasılıklar âlemindeyiz, düşünün ebediyet içinde bir kum tanesi nefesimiz; düşünün hayatlarımız sadece bize ait değil; beşikten mezara birbirine, zamana ve evrene bağlı. Düşünün işlenen her suç, yapılan her iyilik geleceğin resmini çizmekte..

Düşünün..

4

“bireylerin ya da toplumların temel bir varoluş krizi/ontolojik bunalım geçirdiği-savaş, acı, suç, ölüm vb gibi- bazı sınır durumlar vardır. Böyle zamanlarda komünitenin/toplumun tümü sorgulanır. Çünkü toplum yalnızca, içeriden ya da dışarıdan yıkımla tehdit edildiğinde kimliğinin köklerine, nihai noktada kendisini kuran ve belirleyen mitik çekirdeğe dönmeye zorlanır. Mevcut krizin çözümü artık bütünüyle teknik ya da politik sorun değildir, bizden kendi kendimize kökler ve amaçlarla ilgili cevap verilemez sorular yöneltmemizi talep eder. Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Bu şekilde, temel hayatta kalma, olduğumuz şey olma, olduğumuz şey olarak devam etme yetilerimizin ve nedenlerimizin bilincine varırız.” Paul Ricoeur (Çağdaş Filozoflar ile Söyleşiler, Paradigma yayıncılık)

Eğer bir gelecek olacaksa, 21. Yüzyıl insanı, önce kendi hakikatinin farkına varmalı, farkında olmalı ki; daha sonra tüm insanlık, tarih ve evrenle olan kopmaz bağlarının ayırdına varabilsin. Önce bağımsız düşünce ve yaşamını seçim hakkı; ardından bu özne oluşun evrensel birlik ile buluşması; öznelliğin çok’laşması, bir olma halini deneyimlesin.

Yaşamı yeniden bir oyun olarak kavramak, cehennemin ortasında insan kalmak; salt şefkate, vicdana ve izana sığınmak- sarılmak..

Düşünün!

Nisan 2016-Dünya Gezegeni

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl