Bakmak hiçte masum bir eylem değil ve sanırım hiçte öyle olmadı..

Uygarlık tarihi mülkiyetin tekelleştirilmesi, hiyerarşilerin organizasyonu, toplumların disipline,insanların köle edilmesi yanında insan bedenin de tahakküm altına alınmasının da tarihiydi.

Bedene dair tahakkümün merkezinde hep erk’in gözü vardır.Sınıflı/sınırlı toplumlarda kadın erkeklerin gözbebeklerinde büyür, erkeklerin mülkiyetindeki dünyada gözetlene gözetlene büyür; serpilir, bir çocuktan kadına dönüşür- sonsuz gözetim altında.

Sürekli bedenine yönelen erkeğin gözü, aynı zamanda kadının da sürekli kendi bedenini izlemesine, incelemesine, öz denetime tabi tutmasına da sebep olur. Erkeklerin gözleri, kendi gözleri, onu izleyen diğer kadınların gözleri; sonsuz sayıda aynanın çoğalttığı bakış ya da devasa bir gözetim hapishanesi. Foucault’a nazire ile kadının bedenine dikilmiş bitimsiz bir panoptikon…

Daha batı uygarlığının gen havuzu döneminde, milattan önceki eski Yunanistan’da ideal beden cetvelle ölçüldü, kalemle çizildi. MiloVenüsü’nden, LeniRiefenstahl’ın faşist estetiğine değin gelen atletik, kıvrımlı, ince ve alımlı beden imgesi üzerinden bir tahakküm oluşturuldu.

Kadının imgeleştirilmesinin tarihi aynı zamanda onun nesneleştirilmesinin de tarihidir. Modellikten mankenliğe, güzellik yarışmalarından sıfır bedene erkek dünyasınca bir güzellik rejimi oluşturuldu ve bu yapay estetik o dünyaca ödüllendirildi; teşvik edildi.

Güzellikle ilgili “beğeni” otoritesi kurmak, güzeli çirkinden ayrı istiflemeye çalışmak insan bedenini sürekli gözetim ve baskı altında tutmak demekti. Bu “bio-politik” hamle aynı zamanda bedenler arasında hiyerarşi yaratmak ve insan ruhunu bedeni üzerinden tahakküm altına almak demekti.

Düşünsenize tüm estetik, güzellik, seksepalite ve hatta eros algımız yüzyıllardır süregelen bu komplonun esaretinde.

 

(Sabah: Tarih Koca bir yalandır.. Önce, Sophia vardı, onun inayetiyle yaşam başladı. Sonra asi kız Lilith, Lucy anne, Amazonlar ve sonsuz ağaçlar altında kurtlarla koşan kadınlar..)

 

Hotanto Vakkası

Sarah Baartman; Cape Town’daki Khoisan kabilesinin bir üyesi bir kadın. Ailesini sömürgeci güçlerin kabileler arası çıkarttığı bir iç savaşta kaybediyor. Bir tüccarın yanında hizmetçi olarak çalışırken, Batılı beden rejimine göre tuhaf ya da ucube bulunan bir fiziğiyle dikkat çekiyor. Yukarı doğru yükselen devasa bir kalça, neredeyse bir penis iriliğinde klitoris ve iri göğüsler..

1810 yılında bir İngiliz subay tarafından “onu zengin yapacağı” vaadiyle kandırılıp Avrupa’ya getiriliyor. Dönemin müzelerinde, sanat salonlarında ve hatta sirklerinde ideal kadın bedeni algısını alt üst eden bedeni şeytani ve yabani bir form olarak teşhir ediliyor.

Ve ona “Hotanto Venüsü” adı takılıyor, batının uygar Milo Venüs’ünün tezat; sanki evrimin bir alt basamağının temsilcisi gibi. Onun vücudunu inceleyen sözde bilim adamları, onun bedeni üzerinden Avrupa ırklarının üstünlüğünü öven makaleler yazarlar.

Tüm bu vahşet tiyatrosuna ancak altı sene dayanabilir, Sarah’ın örselenmiş bedeni ve ruhu. Fahişelik yaptırıldı Paris sokaklarında ölür ve ölümünün hemen ardından vücudunun içi doldurularak; sanki nesli tükenmiş bir hayvan gibi Musee de I’Homme’da (İnsanlık Müzesi) sergilenir. Ölü bedeni bile vahşice parçalanarak, özel olarak çıkartılmış beyni ve cinsel organları da ayrı ayrı teşhir edilerek..

(Karanlık:

Tüm öğretile gelen tarih yırtılıp atılmalıdır..

Ruhlarımız ana karnındaki saflığına geri dönene değin..)

 

Yaban Olanın Uyanışı

Batının; dünyanın yaban diyarlarına kanlı bir “aydınlanma ve hümanizm” ile uygarlık götürdüğü sömürgecilik dönemi aynı zamanda batı dünyasında kadın bedeninin disipline edilmesini de “modernize” edildiği tarihlerdir. Kapitalizmin kent yaşamı ve teknik üzerinden gelişmişlik ideali 19. Yüzyılın başlarında bu gün “moda” diye adlandırdığımız sektörü doğurur. Peşi sıra mankenlik mesleği 1850’lerde oluşur, fit beden tanımı ise 1883 yılında Francis Galton tarafından yapılır. Hotanto Venüsü’nün hayaleti karşısına ince bel, çıtkırıldımlık, narinlik, yağsız beden, şekilli vücut ilekentsoylu ve eğitimli “yeni kadın” inşa edilir.

Batı toplumunun ve onun erk hâkimiyetindeki imgeleminin vahşet sergileri 20. Yüzyıla değin sürer gider. İlk kez 1931 yılında Gerçeküstücü hareket sömürge yaşamını konu alan büyük “Kolonyal Sergiye”ye karşı başkaldırır. Sürrealistler; “Kolonilerle ile Gerçekler” başlığında bir karşı sergi ve zehir zemberek bir toplu bildiri hazırlarlar.

Bildiride; “bizim sapkın âdetlerimizin (bu niteleme hiç de abartılı değil!) yanında gayet masum gelenek ve görenekleri olan; insan bilgisi, mutluluğu ve sevgisi söz konusu olduğunda bizim tersimize insan türünün sahici amaçlarının ne olduğu hakkında çok daha derin bir anlayışı olan; sadece beyazlığımızla ayrıldığımız bu halklara” saygılarını sunar ve Batı toplumunun sömürgeci politikaları mahkûm ederler. 

Aynı tarihler sutyenin seri üretime geçtiği ve kadın hareketinin yükselişe geçtiği yıllardır. Kadınlar seçme yanında seçilme hakkı içinde sokaklara dökülmüşler ve örgütlenmeye başlamışlardır. Kuşkusuz toplumsal kırılmanın öncüsü politika alanı yanında kültür savaşlardır. Feminist hareketin bir ileri kolu pop kültür içinde can bulur; Afrika kökenli Jazz müziği ve kültürü tüm ezilenlerin,hâkim beyaz kültüre karşı cevabıdır aynı zamanda.

1930’ların ırkçı ve ayrımcı Amerika’sında cennet sesli cesur kadın Billie Holiday kulüplerde şarkı söyleme başlar; Afrika kökenli halkların ve tüm kadınların sözcüsü olur.

(Alacakaranlık:

Bizim tarihimiz, salt hafızadır.

Unutmamaktır, bizi yarın için uyanık kılan ve geçmişin o yitik parıltılarını canlı tutan.)

Hotanto Venüsü’nün İntikamı

Kültürel başkaldırı bir kez başlasın hiç durmaz; yerin altında, izbe sokak köşelerinde, mezbelelerde, işgal edilmiş mekânların gizliliğinde içten içe büyür. 60’lı yıllarda yeni bir özgürlük hareketi tüm küreyi sarar. Onurla büyüyen ikinci dalga feminist hareketin ilk hedefi kadına biçilen çağdaş pranga olarak güzellik ideali ve onun simgesi güzellik yarışmalarıdır. Kişisel olan politiktir- şiarıyla yola çıkan Redstockings hareketi” kadınlar, zenciler ve işçiler gibi artık ‘yanlışlıklar’ için kendimizi suçlama” vaktinin bittiğini deklare eder. Artık eksik ya da kusur aranması gereken tek yer cinsiyetçi sınıfsal sistem ve onun doğurduğu kültürdür.

Dünya hızlı alt üst oluşlara gebedir bu süreçte; Andy Warhol’un Fabrikası kadın, travesti, sokak insanı ve ucube süperstar’larını ardı ardına patlatarak hâkim kültürel iklimi ciddi bir şekilde liberalleştirir. Sinema da, pop müzikte ve moda da öne çıkan kadın figürler kendilerine dayatılan “kadınlık” normlarını sorgulayan ve yıkan tavırlarıyla büyük toplumsal kırılmanın da parçası olurlar.

1994 yılında ırkçı rejimin çöküşü ertesi Nelson Mandela, Sarah Baartman’ın vücudundan kalanların Afrika’ya iadesini talep eder. Fransa’nın ancak 2002 yılında iade ettiği naaş resmi bir törenle, kabilesinin göreneklerine göre bir ot yatak üzerinde yakılar; sonsuzluğa uğurlanır.

Aynı tarihlerde Hotanto’nun hayaleti; Jenifer Lopez’in Kim Kardashian’ın, Nicki Minaj’ın, İggy Azela’nın bedeninde yeniden canlanıp, köhnemiş batı kültürünün tüm güzellik ve çekicilik algısını alt üst eder. Artık özlenen, gıpta edilen, hayranlık uyandırana beden ölçüsü artık “Hotanto bedeni” olmuştur; flaşlar sürekli onun devasa kalçası ve bereketli memelerinde patlamaktadır.

(Şafak: Kardeşler, kız kardeşler, tüm cinsiyetlerden kardeşler anımsayın!

Çok eski hikâyedir. Doğa ile yaşam, emek ile umut; en yabanında yaşamın ‘Bir’iken kadınlar gezegenin sonsuz çayırlarında kurtlarla koşarlardı.

Ve tüm kardeşlerine özgürlüğü ve karşılıksız sevgiyi öğretirlerdi.

Anımsayın; hala ödenen bedeller ve dökülecek çok emek var.

Güneş tam doğmadı, ama Hotanto’nun ışığı karanlığa karşı yükseliyor..)

 

R.A/ Temmuz 2015-Dünya gezegeni