Ana Sayfa Kritik Kaos Sevdalısı Beyaz Yakalılar: Uysallar

Kaos Sevdalısı Beyaz Yakalılar: Uysallar

Kaos Sevdalısı Beyaz Yakalılar: Uysallar

Netflix’in Uysallar dizisini seyrederken tekrar düşündüm orta sınıf ve sinema ilişkisini. Senaryosunu Hakan Günday’ın yazığı Onur Saylak’ın yönettiği dizi, Maslak plazalarından bir mimar, estetik ameliyatla eski güzelliğine kavuşmaya çalışan mutsuz işletme mühendisi eşi ve ailesi üzerinden, 80 doğumlu bir kuşağı ve orta yaş krizlerini anlatmaya çalışıyor. İlk bölümdeki ritm problemlerine rağmen diziyi sevdiğimi söylemeliyim. Günday, 1976 doğumlu ve Ankara rock ve anarşizan, öğrenci-bohem alemini yakından tanıyan bir yazar. Benim “Yeni Orta Sınıf-Sinik Stratejiler” kitabımda tanımlamaya çalıştığım 1967-1977 doğumlu 88 Kuşağı’nın son çeperinde. Dolayısıyla “Uysallar” yazarın çocukluğunun geçtiği 80’ler ve gençliğinin 1990’lardan zengin imgeler barındırıyor. (*)

Dizi bir kere adından ve afişlerindeki punk görselinden tavrını belli etmiş. 40’lı yaşlarında, ömrü plaza ve taksitlerle çevrelenmiş bir mimarın ansızın bir mektup bırakıp evden kaçmasıyla açılıyor dizi. Mimar Oktay Uysal’ın kaçarken kitaplığında karıştırdığı İş Kültür klasiklerinden Sophokles’în Odipus’u da dizinin ağır imgelerinden oluyor. Kıvrak, kurnaz, esnaf ve yabancı metresi olan babasıyla ilişkisini anlamak açısından da önemli bir imge. Çocukları ve estetik ameliyatlı maskesi eşinin hayaletleriyle Ankara’da gençliğinin geçtiği bir bara kapağı atıyor Oktay. “Fevri” gibi çok çağrışımlı bir isme sahip mekan, kayıp cenneti oluyor kahramanımızın. Yüksel Caddesi, Konur Sokak ve Olgunlar’da fink atan punk ve rock hayatının ve gençliğin hayali… Ben de hayatımdaki ilk punkları Yüksel’de görmüştüm 1991 yılında. Uysallar’a 1990’ların rock, heavy metal ve punk dünyasını yaşamış bir kesimin “olmamış”, punku evcilleştirmişsiniz eleştirilerinin geleceği de ortada.

Coşkun’un hayatına şirketine devletin ihale ettiği büyük bir hapishane projesi, ihaleyi denetleyen ve bürokrasiyi imgeleyen Ankara havalı Haluk Bilginer ve geceleri büründüğü punk kimliği giriyor birden. Çivili mont, arkadaki kaos yazısı, postallar ve pavyonda Ankara havasıyla parmak şıklatılan bir gece. Uyumlular etkileyici Maslak’ın ve bıkkın, sinik ve histerik plaza çalışanlarıyla anlayana etkileyici sekanslar sunuyor. Tabii “Bir Başkadır” dizisinde olduğu gibi bu dizi de kendi izleyicisini yani prekeryalaşma içindeki, sınıf düşme tehlikesi içindeki orta sınıfı gözetiyor. Hatta hapishane duvarına yazılan “sikerim hapishanenizi” ya da patronunun Youtuber karısına içten söylenen “sikerim vidoartını da sanatını da” gibi akılda kalıcı ikonik kadrajlar etkileyici. “Uysallar” dizisi 1980’leri yaşayan gençlikleri 1990’larda geçen bir kuşağın kırıklıklarını, hınçlarını ve “altın çağ” özlemlerini 1(970, 80 ve 90’lar), yeni orta sınıfın endişelerini ritim bozukluklarına rağmen başarılı şekilde veriyor diyebilirim. Dizi yeni orta sınıfı filme taşımak anlamında deneylerden biri olmuş. Şimdi başka yazılarımızda da vurguladığımız yeni orta sınıf sinema konusunda hızlıca bir döküm yapmak zorunlu görünüyor.

Hiç unutmam 2001 bankacılık krizi binlerce beyaz yakalıyı işsiz bıraktığında bir pastane zinciri “işsiz beyaz yakalı geldi biz büyüdük” demeci vermişti basına. Yani finans, bankacılık ve buna bağlı hizmet sektöründe işsiz kalan, göreli yüksek ücretli işsizler tekrar küçük esnaflığa dönüyordu. 1990’ların bütün dünyadaki “neşeli” yükselişi, hiç bitmeyecek gibi düşünülürken özgüvenli, iyi ücretli beyaz yakalılar “ağzında suşi tadıyla” kalakalmışlardı. Hatta o dönemin guru koçları bir de stres altındaki profesyonellere işyerlerinde suşi yapım tekniği öğretme kursları bile açmışlardı. Hatırlıyorum ben o dönem tv’lere dizi yazan bir arkadaşa, Maslak ve yeni orta sınıfı anlatan “ağzında suşi” adlı bir dizi önerisi bile yapmıştım. 2010’larda film festivallerini izler ve yazarken, yönetmenlerle konuşurken hep bu yeni orta sınıfın sineması nasıl olur, ya da romanı tartışmalarını da yapmıştım. Sevgili Tolga Karaçelik ile uzun uzun sohbetlerimiz de vardı.

Aslında neoliberal finans ve hizmetler dünyasının bu parlak beyaz vitrini ilk defa Bill Forsyth ‘in Local Hero (1983) ve  Oliver Stone ‘un Walt Street (1987) filmlerinde görünür olmuştu.

Tabii bu kahramanlar dönemin Yuppie denen acımasızlarıydı bir tarafıyla. Oysa neoliberalizmin kurumsallaştığı ve kriz yaşamaya başladığı 1990’larda bu figür eskimiş ve alt-orta sınıflardan devşirmiş iyimser ve ironik yeni orta sınıfa dönüşmüşlerdi. Bana göre bu sınıfın hala aşılamamış en önemli filmi 1999 tarihli Sam Mendes’in Amerikan Güzeli filmi oldu. İşsiz kalmış bir reklam yazarı, hırslı emlakçı eşi ve acımasız ironisiyle çökmeye başlayan 1990’ların dünyası. Bizim sinemamızda da bu yeni tip sinemaya girmeye çalıştı elbette. Zaten orta sınıfları görme konusunda belli bir kabızlığı olan sinemamız da bu yeni tipin önemini kavramaya çalışıyordu. Çağan Irmak bir külte dönüşen Issız Adam (2008) filmiyle seks ve şehir içinde devinen, kentin soylulaştırılmış mekanlarında dünya mutfağıyla hemhal bir ıssızlığı anlatmaya çalışmıştı, 1970’leri özleyen nostaljik 45’lik şarkılarıyla. Arkasından Seren Yüce’nin Çoğunluk (2010) daha öncesinden 2008’de Yeşim Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu bu alandaki ilk filmlerden sayılabilir. Zeki Demirkubuz’un Bulantı (2015) ve Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler (2006)’ini de başka bir bağlamda orta sınıfa bakan film örneklerimiz olarak sayabiliriz. Sağ bir ideoloji ile plaza ve mahalle arasındaki gerilimi, muhafazakarlık yönünde çözen Semih Kaplanoğlu’nun Bağlılık Aslı da yeni orta sınıf, mahalle-plaza ilişkisine dairdi. Yine 2020’de çok tartışılan “Bir Başkadır” dizisi de Issız Adam gibi altın çağ 1970’ler özlemi çerçevesinde (Ferdi Özbeğen), gittikçe muhafazakarlaşan bir mahalle ve plaza ilişkisine “bir başkadır”a bakıyordu.

Uysallar dizisi, emekleme dönemindeki (yeni) orta sınıf-sinema ilişkisi üzerine, sorunlarına rağmen dikkate değer bir dizi olmuş denilebilir. Yenileri de gelecektir…

NOTLAR:

(*) 88 Kuşağı kavramı, benim kitabımda 68, 78 Kuşağına göre 88 Kuşağı olarak adlandırdığım, üniversite dönemini 1990’larda geçiren, benim de içinde olduğum bir kuşağı tanımlanııyor. Ne tuhaftır, 88 Kuşağı 2004 yılından itibaren literatüre girmişken, bu yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan Nabi Kıbran’ın “Ne Geçmiş Tükendi Ne Yarınlar” kitabında “87 Kuşağı” tanımlanması kullanılıyor anlamsızca. Tekrar hatırlatalım; kuşak geleneği 68, 78 gidiyorsa o 8’in yanına 8 eklemek gerekiyor. Bir de şu var: 12 Eylül sonrası en büyük öğrenci hareketi 1989 tarihli İstanbul Üniversitesi Basın Yayın işgalidir. Ekleyeceksen 9 ekle, özgün olmak uğruna kafandan rakam ekleme. Anlamak mümkün değil!

https://www.ekdergi.com/bir-baskadir-bir-cukura-bakiyoruz-birlikte/

https://abcgazetesi.com/yazarlar/ali-simsek/semih-kaplanoglu-baglilik-asli-ve-orme-kazaga-geri-donus-44616

https://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/11/15/yeni-orta-siniflarin-turk-sinemasindaki-yansimalari

Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf-Sinik Stratejiler, Tekin Yayınları, 2020

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl