Ana Sayfa Litera Kara (Öykü)

Kara (Öykü)

Kara (Öykü)

O bölgede kış ayları çok soğuk geçerdi. Kuru ve soğuk. Yazlar ise kuru ve sıcak. Yıllardır ülkenin güneydoğusunda idim. Çünkü petrol oradaydı. Günlerim, sorumluluğu bana verilmiş olan “atbaşı” petrol pompalarını denetleyerek geçiyordu. Çalışıyor durumda olmalıydılar. Uluslararası dev bir şirket olarak ya kendimizi kandırıyorduk ya da başkalarını. Aynı rezervin üstüne onlarca pompa kuruluyordu. Araştırmalar sonuçsuz çıkıyordu. Yeni bir yatak bulunamıyordu. Kim bilir, belki yeni yatak yoktu, belki… Her neyse, söylentilere girmemeliyim. Çöl ikliminde, bana verdikleri arazi aracı ile sürekli devinim hâlinde idim. Toz toprak içinde günlük işleri bitirip, akşam kızıllığında kampa dönerken, atbaşları uzaktan canlı yaratıklar gibi gözükür, bir aşağı, bir yukarı iniş, çıkışlarına devam ederdi. Kampta ayrı barakalarda yaşayan üç kişi idik. Biri kamp ile, kampın düzeni ile ilgileniyordu. Yeme, içme ve temizlik işlerine bakıyordu. Ben ona “Kaptan” derdim. Severdi bunu. Duyduğunda, gülümsemesinden anlıyordum. Diğeri benimle aynı işi yapıyordu. Pek konuşmuyorduk. Konular tükenmişti. Su tankerlerle geliyordu. Kimi günler yıkanmayı unutuyordum. Traş da olmuyordum. Belki on beş günde bir. Çölde, sabahları güneşin doğuşu ve akşamlar muhteşem olurdu. Akşam saatlerinde yıldızlar ve varsa ay, başka parlar, sanki yeryüzüne iyice yaklaşırlardı. Yaz aylarında katlanır yatakta dışarıda uyurdum, ağustos böceklerinin bitmeyen senfonileri eşliğinde gökyüzü ışıl ışıl üstümü örterdi.

 

Kış gündüzleri çabuk biterdi. O günlerden birinde arazideki turumu bitirip kampa dönmüştüm. Karanlık bastırmıştı. Araçtan iniyordum ki, alışık olmadığım bir ses ile irkildim. Ortak kullandığımız barakanın, yemekhanenin yanından geliyordu ses, o korkunç havlama, böğürtü gibi ve zincir şakırtısı. İlgilenmeden yemekhaneye girdiğimde, parkamı asarken Kaptan sordu: “Gördün mü onu?” Görmediğimi söyledim. Sadece duymuştum. Durmaksızın anlatmaya başladı: Köpeği gündüz getirmişler, bir vekilinmiş. Tam bir canavarmış. Adam, daha enikliğinden konağın bodrumunda tutmuş. Karanlıkta, kanlı et ile beslemiş. Arada inip, bağlı hayvanı dövüyormuş, saldırganlığı artsın diye. Hayvanın yeterince büyüdüğüne inandığı geçen gün, yukarı getirmesini söylemiş kâhyasına. Bir tek onu sürekli besleyen kâhya yaklaşabiliyormuş hayvana. Kâhya, hayvanı avluya getirip, zorlukla tutarken zincirini, adam: “Sal!” diye buyurmuş. Kâhya, şaşkınlıkla bakarken, adam bağırarak tekrarlamış: “Sal dedim sana, salsana len!” Çaresizce çözmüş zinciri kâhya koca hayvanın boynundan. Karanlıktan henüz çıkmış hayvan, alışık olmadığı ışıktan dolayı saldırganlaşmış iken, serbest kalınca önce bocalamış, sonra nereye gittiğini bilmeden coşku ile sağa sola koşturmuş kapalı, geniş avluda. Adam mutluluk içinde kahkahalar atarken, köpek aniden geri koşup adamın son aldığı genç kadının üzerine çullanıp boynunu kapmış hiddetle. Korumalar, dipçik ve sopalarla köpeği zorlukla uzaklaştırıp, kurtarmışlar kanlar içindeki kadını. Sonra… sonrası köpeği apar topar bizim kampa göndermişler. Bizim gibi sürgüne. Kâhya, bir kamyonet ile getirip, barakanın yanına zincirlemiş. Ayrılırken söylemiş: “Aman ha, sakın yanaşmayın.” Sordum Kaptan’a: “Ne yapacak burada?” Durdu biraz, cevap verdi: “Hiç, öyle duracak işte. Görsen, simsiyah bi’ şey. Heyula gibi.” Sonra bakarım diye düşündüm, çok yorgundum.

 

Kışın zor, soğuk günleri geçiyordu. Yağmurlar yerleşmiş, arazi koşulları daha da ağırlaşmıştı. Toprak ara yollar çamura batmıştı. Sabah, gün ağarmadan çıkıp, hava karardıktan sonra dönüyordum. Köpeği neredeyse unutmuştum. Kaptan ilgileniyordu.

 

Bir akşam, barakamda uyumaya çalışırken dışarıdan gelen sesleri duydum. Birisi sanki çok yakında ağlıyordu. Giyinip el feneri ile dışarı çıktım. Bata çıka ilerleyip, sesin geldiği yöne feneri tutunca, bir çift göz parladı. Ses değişti, kısık havlamalara dönüştü. Koca siyah kurt, yağmurun altında kuyruk sallayarak bana bakıyordu. Kulübesi yoktu. Demek günlerdir açıkta kalmıştı. Bağırtıyla küfür ettim Kaptan’a. Ayazda, sağanak altında öylece kalakalmıştık kurt ile karşılıklı. Göz göze. Sordum: “Güvenebilir miyim sana?” Belki denk geldi, havaya sıçradı, zincirlerini umursamadan. Bir adım attım ona doğru, durdum. Bir adım, bir adım daha, yanındaydım. Usulca kafasına dokundum. Belirsiz okşadım. Beni ürkütmemek için kıpırdatmadı gövdesini ama kuyruğu şiddetle sağa sola sallanıyordu. Bir anda, hiç düşünmeden çıkardım zinciri boynundan. Uzun uzun silkindi. O gece sabaha kadar çalışıp, ona yakışıklı bir kulübe yaptım. Ben uğraşırken anlamıştı, coşku ile koşturuyordu etrafımda.

 

O geceden sonra kış boyunca ayrılmadık. Araziye beraber çıkıyor, akşam leş gibi dönüyorduk. Yağmursuz gecelerde ateşin karşısında dinleniyorduk. Bahar geliyordu, günler geçtikçe siyah kurt gürbüzleşti, kasları güçlendi koşmaktan. Tüyleri pırıl pırıldı, kulakları dimdik. O günlerden birinde, ülkenin diğer ucuna uçmam gerekti. Kara ile vedalaştım, sadece beş gün için.

 

Şehirdeki son günümde, aradılar. Almaya gitmişti vekil onu. Adamlarıyla götürmüştü. Götürdüğü gün Kara, vekilin elini parçalayınca, onu öldürmüşlerdi, tüfeklerle.

Bir daha oraya dönmedim, dönemezdim.

 

 

Kapak: Edvard Munch

 

_____

 

NOT

ELEŞTİREL KÜLTÜR (EK Dergi) sitesinin edebiyat editörü Erkan Karakiraz’ın seçtiği eserler, sitenin edebiyat bölümü Litera’da yayımlanıyor. Matbu ya da dijital herhangi bir ortamda yayımlanmamış öykü ve şiirlerinizi, literaoykusiir@gmail.com e-posta adresine gönderebilirsiniz.

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl