Ana Sayfa Manşet OLMAYACAK DUALARA…

OLMAYACAK DUALARA…

OLMAYACAK DUALARA…

Bu sefer olmayacak dualara “ÂMİN” demiş Karakiraz. Açıkçası yine şaşırttı. Şaşırmayı elbet bekliyordum. Her seferinde çıtayı daha da yükseğe çıkardığını göz önüne alarak tersten basılmış (evet, ters) kitabı, (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)’ı okumaya durdum. Okudukça içimdeki sorular arttı. Bu soruların cevabınıysa elbet eser sahibinden başkası sağlıklı cevaplayamazdı.

***

Hakan Unutmaz: Girişte kitabın ters basılmasından bahsettim. Oradan başlamak istiyorum. Malum, sorularımı sorarken öncelikle eserin içeriğinden ziyade yayım serüveninden konuşmak hoşuma gidiyor. Açıkçası Gürült.’ten sonra uzun zaman senden bir kitap beklemiyordum. Ha, arasında benim de olduğum video serisiyle ipuçlarını vermiştin belki ama… Nasıl oluştu (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)? Oluşum ve yayım sürecinden biraz bahsedelim mi?

Erkan Karakiraz: Elbette… ama biraz başa sarmam gerekecek galiba… (gülüyor) İlk kitabım İçgeçit (Nisan 2016) kendi kendime ispat çabası içinde olduğum bir dönemde, geçmişte yazdıklarımdan da yararlanarak görece kısa sürede yazılmış, daha en baştan üç farklı kitap olarak tasarladığım, ancak tek dosyada toplayıp yayımlamak zorunda kaldığım güçlü bir kitaptı. Birbirini bütünleyen, konu, tema ve üslup olarak birbirini gerektiren bir üçleme olarak art arda yayımlansınlar istiyordum; olmadı. Tek kitapta topladım o üç dosyayı bu yüzden. İkinci kitap Gürült. (Aralık 2018) ise İçgeçit’ten çok daha önce yazılıp hazırda bekleyen bir dosyaydı; o da benzer sebeplerle art arda yayımlayacağım bir üçlemenin ilk kitabıydı. Haziran 2021’de Pikaresk Yayınevi tarafından yayımlanan (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz) başlıklı kitabım, Gürült.’le başlayan üçlemenin ikinci ayağı. Her üç kitapta da genç kafada yayıncılarla çalıştım. Kitaplarımın, zorlayıcı, yeniliklere açık fikirlerine, belirli bir bakış açısıyla çatılmış içeriklerine, bölümleme ve biçemlerine ılımlı yaklaşabilecek kafası açık yayıncılara ihtiyacı vardı. Her üçü de, olumlu anlamda söylüyorum, karşılığını fazlasıyla buldu. Mizanpajlarından bölümlemelerine, başlıklarından kapaklarına varıncaya dek her üçünün de -bazen defalarca üzerinden geçmemiz gerekmişse de- tam istediğim gibi yayımlanmaları benim şansım olsa gerek. Evet, şimdi (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)’dan bahsedebiliriz…

H. U.: Pekâlâ… “şiiri şiirden kurtarmalı ikinci şiiri tırnağa almadan” ya da lirizmi çıkarıp ekmek koydum heybeme” dizelerinin şiir anlayışını ortaya koyan parçalar olduğunu düşünüyorum. Anlayış, derken; belki de Erkan Karakiraz’ın bir “şiir anlayışı” yoktur, savımda yanılıyorumdur. Şiirin, suçu ve gücü perilere yüklenmiş bir ilhamla değil de daha çok çalışmayla ortaya çıktığı görüşündeyim. Senin de şiire iyi çalıştığını, bazı eserleri orijinal dilinden okuyup karşılaştırmalar yaptığını seziyorum. Soruya varana dek cümleler uzadıkça uzadı. Bir şiir anlayışın var mı? Varsa nasıl bir bakış açısı?..

E. K.: Bir şiir anlayışım var. Özgürlüğünü, kendine çizdiği biraz muğlak sınırlarla deneyimleyen, farklı türleri/disiplinleri şiir kılmaya/yapmaya yönelik bir şiir anlayışı bu. Şiirin kendi doğası, belirsizlikleri, yalpalamaları, şaşırmaları/şaşırtmaları, kırk bin defa sözler verip kırk bin birinci defa o sözlerden dönmeyi bünyesinde barındırıyor. Ne şairin kendi sesiyle konuşabildiği ne de şiirin şiirliğinden ayrı bir sesi duyurmadığı bir habitatın canavarlarından biriyim ben de. Bana öyle geliyor ki şiiri şiirden kurtarmalı ikinci şiiri tırnağa almadan (“dalgaları” şiirinde; s. 10) derken bunu kastediyorum biraz da. Şiir, önemli; ancak tırnak içine alınmayı reddediyor. Şiirin yazımını/yapımını tetikleyen, başlatan, sürdüren faktörleri ulvi nedenlere dayandırmama eğiliminde olmakla birlikte, o kendiliğindenlik, o sürükleniş, o akış yine de var şiirimde, diye düşünüyorum. Bazı eserleri orijinal dilinden okuyup karşılaştırmalar yapmak gibi bir kaygım hiçbir zaman olmadı. Yazılan her şeyi ya sırf okuma keyfi ya başka kafaların çalışma şeklini uzaktan bir bakışla gözlemlemek ya da bilgi/görgü edinmek için okuyorum. Not alarak okumamın bir sebebi de şu: o metinlere bulaşmamak, onların dışında bir alanda var olmak, onları oldukları hâlleriyle muhafaza etmek. Bunu dile getirmeni, şiir kitapları incelemeleri de yazan bir şairin birkaç şiirime bakıp -biraz da içine giremediğini belli edercesine- senin söylediğinin yakınından geçen bir yakıştırma yapma çabasına bağlıyorum. Üst üste binen konuşmalar, varlıklar, varoluşlar, boşluklar, birlikte yan yana durabilen zıtlıklar, benzerlikler, tutarsızlıklar, dünyanın perişan hâlleri, içinde yaşadığım yerin coğrafi, ekonomik, sosyo-politik unsurlarının zorlayıcılığı ve tüm bunların bireylere etkileri benim ilgimi çeken (daha çok). Başka unsurlar da var tabii.

H. U.: Yine farklı türleri şiirleştirmişsin. İkinci kitabın Gürült. üzerine yazmış olduğum bir yazıda da onun bir tiyatro, bir “şiir oyunu” olduğunu söylemiştim. Bu üçüncü kitapta da öyküye yakınlaşma var sanki. Zor bir şiir, yalan değil. Sadece sayfa altlarındaki bkz.”lar bile şiiri bambaşka anlamlara yönlendiriyor ve aynı sayfalara defalarca dönme durumunda kalıyoruz. Bu bağıntılar alışık olmadığımız bir okuma şekli. Yani senin şiirin hemen tüketilmiyor. Bir defada okunup köşeye atılacak üç formalık kitaplardan değil bu. Neden bizi bu kadar zorluyor, yoruyorsun? ☺

E. K.: Niyet, okuru zorlamak, yormak, yıldırmak değil tabii. Kitabın yapısında barındırdığı o çeşitkenar alicengiz oyunlarına, dayattığı okuma biçimine okuru da buyur etmek. Oyun sözcüğünü burada tiyatro terimi anlamıyla kullanmıyorum; insanın oyun oynamayı seven tarafına vurgu yapmak amacıyla zikrediyorum. Oyuna katılındığında en verimli okumanın gerçekleşeceğine inancım sonsuz. Bu yaklaşımla okumalar yapan okurların çok daha içselleştirilmiş dönütlerle ses verdiklerine şahidim; ancak şunu da eklemem gerekir ki (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz), kitap oylumundaki karmaşık trafiğine, dizilişine karşın şiirler ölçeğinde dile gelenin en somut, yalın, açık biçimde ifade edildiği şiirlerimi barındırıyor. Örneğin, önceki kitaplarıma daha mesafeli yaklaşan şair Mehmet Mümtaz Tuzcu, üçüncü kitabımı okuduğu gecenin sabahında beni arayıp, kitabı çok iyi bulduğunu, yazdıklarımın metinsel anlamda çok berrak ve yaratıcı olduğunu, uykusunun kaçmasının da etkisiyle defalarca sabaha kadar döne döne okuduğunu söyleyip tebrik etti. Tabii senin saptamalarına hak verecek olursak, herkes bir Tuzcu değil, diyebiliriz.

H. U.: son parasıyla matbu kitap alan var mı hâlâ” Ben bu dize üzerinden giderim. Covid-19 salgınının ülkemizde yeni görülmeye başladığı zamanlar seninle gerçekleştirdiğimiz video söyleşide e-kitap ve yayıncılığın geleceğiyle ilgili bana sorular sormuştun, hatırlıyorum. Aynamla gelip ben sorayım: Nedir şiir yayıncılığının, dolaşımının şimdiki durumu ve geleceği? Ya da seni kendi silahınla vuralım yine: son parasıyla matbu kitap alan var mı hâlâ”?

E. K.: Kitabın nesne olarak dolaşımının hâlâ devam ediyor oluşuna verdiğim tepkinin dile getirilişi o patlayan silah. Seninle eşzamanlı olarak Instagram ve Facebook üzerinden Açık Şiir’in UBA söyleşi dizisi kapsamında gerçekleştirdiğim söyleşide, kitabın matbu sunumunun formlarının da, dijital olarak sunumunun formlarının da çeşitlilik gösterdiğine dikkat çekip fikrini almaktı amacım. Bir yandan da yayıncılık, dergicilik üzerine konuşmuştuk orada. Hepsinin ortak noktası, Umberto Eco’nun da bir vakitler dikkatimizi çektiği üzere, nesne olarak basılı eserlerin form ve ortam değiştirdiğiydi. Sorduğun soru odağında asıl konumuz bu değil; ama şunu da eklemek lazım galiba: matbu olmakta ısrar eden ve en iyi okumanın matbu basılmış formatıyla gerçekleşeceğine inandığım bir kitap (Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz). Kapakta karşımıza çıkan görsel şiir ve içeride şairin “olmayacak dualara ‘ÂMİN’ dediğini” ağzından kaçıran sürprizbozan notuyla, sayfaların hem soldan sağa hem de sağdan sola çevirerek okunabilmesiyle, yatay ve dikey düzlemde dişil döngü yaklaşımıyla, meraklı okur için referanslara hemen o anda bakmak için sayfa çevirme kinetiğini kendiliğinden gerektirmesiyle vs. tam bir nesne-kitap bu; hatta seri-üretilmiş, barkodlu, bir çağdaş sanat nesnesi ve performans-sanatıyla bağlar kurduğum bir tür Rubik küpü. Şöyle ki… Şair, performansını yazılı, basılı bir nesne olarak hazırlamış, herkese açık olarak sunumunu/dağıtımını kitabevleri, internet siteleri aracılığıyla gerçekleştiriyor ve sonuçlarını gözlemleyebileceği klasik bir performans-sanatı icrasından farklı olarak nesnenin seyirci/okur/muhatap tarafından kendi ortamına götürülmesine izin veriyor. Ön-tepkiler, kitapla muhatap olunan ortamda veriliyor; şair, okuma/seyir odaklı ardıl tepkileri/deneyimleri ise yorumlar, eleştiriler, incelemeler, söyleşi ve röportajlar aracılığıyla öğrenip daha sonraki bir süreçte gözlemliyor. Yine de bu kitabın aplikasyon-kitap formatında, dijital olarak yayımlanmasını isterdim.

H. U.: Pandemi günleri senin şiirini de etkilemiş gibi. (Hangimizi etkilemedi?!) Edebî olarak bu dönemi nasıl değerlendirdin? Tabii bu salgın dili güncel bir şekilde şiire de girmiş. Şiirde güncel konuların, sorunların, dilin kullanılması şiirin kalıcılığını etkiler mi? Mesela Ahmet Güntan’ın son günlerde çok tartışılan müsilaj üzerine yazdığı şiir… Sence güncel mi olmalı şiir? Ya da şiirin kalıcı olması gerekli mi?

E. K.: Bir yerde şöyle yazmıştım: İnan bana tozun bile kalmayacak. Kalıcılık konusunda sürekli kafa yoran, belki on iki yaşımdaki kendime sesleniyordum o metinde. Şairden, dünyanın hâlinden ve metinden bağımsız olarak kalıcılığın bir garantisi ya da çıkar yolu yok. Salâh Birsel’in “Ahlâkın da iyiliğe değil, güce dayandığı kanısındadır.” gibi bir ifadesi vardır. Buna yakın buluyorum kendimi. Güntan’ın şiirine verilen tepki, zaman zaman belli grupların ironi, anlayış, görgü kıtlığını gözlemleyebildiğimiz örnek vakaları göz önünde bulundurduğumda, şaşırtmadı beni. Müsilajın görsel estetiğinden yola çıkan, tehlikesini içinde barındıran göz hizasında ironik ve yakın zamanda modernden sıkıldığını açıklayan bir şairin lirik damardan ses veriyor oluşuyla da bence son derece mizahi bir yaklaşım var o şiirde. Mesele, sadece güncel olmasında değil. Elimizde öyle bir vaka var ki dünya tarihinde bir ilk bu; bir deniz can çekişiyor, ölüyor ve bunun sebebi biziz. Böyle bir ilkle tarihe geçtik. Auschwitz, Madımak, Franz Ferdinand, Çin Seddi’nin inşası, kıtaların ayrılması, Ay’a iniş yapılması, aşının bulunması türünden, evrensel ölçekte bir vaka. Senin soruna gelirsek… Şiirin tarihselliğinde içkin bir yaklaşım günceli ele almak. Yalnız bu toprakların şiirine baksak bile anlarız dünyada her çağda/dönemde güncel olanın yazıldığını. Yunus’tan Rumî’ye, Pir Sultan’dan Nef’i’ye, Hayyam’dan Namık Kemal’e, Nâzım’a, Orhan Veli’ye, Süreya’ya, Uyar’a, Akın’a, Sezer’e, Çolak’a, Peker’e, Tuzcu’ya, Müldür’e, Güntan’a, Karakiraz’a, 70’ler, 2000’ler şairlerine vs. varıncaya…

_____

SÖYLEŞİDE ADI GEÇEN KİTAPLAR

1) Erkan Karakiraz, “İçgeçit”, Noktürn Yayınları, 1. Basım: İstanbul, Nisan 2016, 96 sayfa, şiir.

2) Erkan Karakiraz, “Gürült.”, KÇP Yayınları, 1. Basım: Ankara, 2018, 52 sayfa, şiir.

3) Erkan Karakiraz, “(Ayrıca bkz. Erkan Karakiraz)”, Pikaresk Yayınevi, 1. Basım: İzmir, Haziran 2021, 72 sayfa, şiir.

***

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl