Ana Sayfa Kritik Parisa Nami Heykelleri: Bulunan Ağaçdaki Tin

Parisa Nami Heykelleri: Bulunan Ağaçdaki Tin

Parisa Nami Heykelleri: Bulunan Ağaçdaki Tin

Denizin bittiği yerde başlayan

göğün mavisine inanırdım

Bi de ensemde ki dövmeye inanırdım

Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla

FÜRUĞ FERRUHZAD

 

İranlı sanatçı Parisa Nami için ağaç, pürtük ve ahşap vazgeçilmez bir tutkudur. O ağaç parçalarını doğa ya da kentin en umulmadık köşesinde bulur. Bir karşılaşmadır bu tesadüfün zengin coğrafyasında.  Yaban’ın ansızın Uygarlığa dönüşü. Çoğu zaman hayvana benzer Paris’nın hayalinde bu ağaçlar.Ama en çok da kuşlar. Farsi dünyanın efsanevi Simurg’unu anlatır. Kendilerini arayan otuz kuş. Bulunca isim anlamsız olur elbet. Kaf dağı değil. Kendi içindedir aranan cevher.

Parisa ağacı bulmakla yetinmez. Altın yaldız ve gümüşle de mühürler. Tarihi en belalı iki madeni ve topraktan çıkmasına rağmen Uygarlığın kara yüzüdür. Altın değerin en büyük hayaleti. Paris’a bu iki yabanılı ağacın pürtüklü yüzeyinde tekrar buluşturur. Kardeşçe bir araya gelirler. Toprak ve ağaç. Parisa çağdaş sanatın birikolaj mantığının, altın ve gümüşte südur eden kiç değerlerin de farkındadır. Yaldızın parlaması bir masumiyetin yitmesidir elbette! Altının iktidarı. Parıltı ahşabın ve ağacın matlığı parlak bir canavara da dönüşebilir.

Percy Bysshe Shelley’in Ozmandias şiirinde bir harabenin karşısında söylediği gibi…

 

Eskil bir ülkeden bir yolcuya rastladım

Dedi ki; koca bir anıtın iki ayağı duruyor

Çölün tam ortasında,kumların tam üzerinde

Yarı batmış,kaşları çatık yüzüyle bir baş

Büzülmüş dudaklarıyla sanki sesleniyor

Yontucunun nice tutkularını yakalayıp

 

Buluntu nesnenin sanata girmesi elbette çağdaş sanatın en önemli kazanımlarından biri. Bunu 19. Yüzyılda Alman Romantizmine borçlu olduğumuz “harabe estetiği” ile birlikte düşünmeliyiz. Harabe estetiğini önceleyen öncelikle bu dönüşüm doğaya bakış anlamda yeni bir duyarlılıktır. Elbette 18. Yüzyılda Jean-Jacques Rousseau’dan esinle birçok yazar ve sanatçı “doğaya dönüş” çağrısından etkilenmiştir. Doğa bir estetik alan olarak düşünülmeye başlanmıştır. Bu bir tarafıyla sanayi devrimine doğru giden kentlerden ve toplumsal olaylardan kaçış anlamına da gelir. Doğa bir “kayıp cennet”tir. 19. Yüzyıl Romantizm hareketine geldiğimizde sanatçıların hayata ve doğaya bakışında radikal bir dönüşüm gerçekleşecektir.

Romantizm Novalis’in şiirsel ifadesiyle “sıradan şeylere yüksek bir anlam, alışılmışa gizemli bir itibar, bilinene bilinmeyenin onurunu, sonluya sonsuz bir görünüm” vermeye çalışıyordu.  “Dünyamızı şekillendiren diğer pek çok kavram gibi, Romantizmin oluşumu da, Avrupa’da zorlu ve sancılı bir yolculuğun neticesinde, feodal düzenden modern kapitalist düzene geçişe paralel olarak, uzun bir zaman dilimine yayılmıştır. Sözcüğün ilk kullanımına Geç İngiliz Rönesansında, 1652’de denk gelmekteyiz: “sıradışı”, “yaban”, “benzersiz”, “alışılmadık olan” ve “uç noktada” gibi yan anlamlarıyla romantizm farklı bağlamlarda kullanıma girmiştir. Fransızcada “Romantique” sözcüğü 1675’te görülmekle beraber, yaklaşık yüz yıl sonra Rousseau ile yaygın kullanımına kavuşurken, 1760’lar gibi daha geç tarihlerde Almancada görülmeye başlayan “Romantisch” evvela “Romanesque”le, sonraysa “Romantic”le aynı anlamı kazanarak tedavüle girmiş görünmektedir. Bu dönemlerdeki ilk tanımlama teşebbüslerine baktığımızda, Victor Hugo’nun tabiriyle, romantizmin “edebiyatta özgürleşme” anlamına geldiğini görebiliriz. Goethe’ye göre ise romantizm “klasisizme karşı devrimci bir isyan” demektir. Herder ise romantizmi “aklın bastırıp tahakküm altına almak istediği duyguların gün yüzüne çıkması” olarak görür.

Ağaç… en kadim imge. Neredeyse bütün kültürlerde, köken anlatılarında ve mitolojilerinde hayatın kaynağıdır o! Binlerce kılcal damar ve kökle yeri, toprağı sonsuz göğe bağlar.

Semavi dinlerde aynı zamanda cennetten kovulmaya neden olan meyveyi de yetiştirir.

“Türk topluluklarda yaşam ağacı Ulukayın, Bayterek ve Aal Luuk Mas gibi adlarla anılır.  Yakut ve Altay Türkleri’nde yaşam ağacına Dünya Ağacı da denir. Eski Türk geleneğine göre, bu, Dünya’yı ortasından (göbeğinden) öte-âleme ve Demir-Kazık Yıldızı’na (Kutup Yıldızı) bağlayan, dalları vasıtasıyla şamanlara yeryüzünden yüksek âlemlere yolculuk yapma olanağı sağlayan bir ağaçtır. Buna Demir Ağaç da denir.

 

Şamanist geleneğe göre, Dünya, “Göğün göbeği” ile bu ağaç sayesinde irtibat halinde olup, bu ağaç ile beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahip bulunuyorsa yeryüzü için de bu irtibat kanalı aynı derecede öneme sahip bulunmaktadır.

Ural-Altay kültürlerinde gök katları, yaşam ağacı, kayın ağacından yapılma bir direk üzerine ya da bir kayın ağacının üzerine kertikler açılarak temsil edilir. Kayın ağacına verilen önem, Türkler’in akrabalık bağlarını gösteren isimlerde de “kayın” sözcüğünü kullanılmasıyla görülür.”  Pers ve Zerdüşt efsanelerinde ise kudretli Gaokerena ağacı, yenildiğinde iyileştirici özelliklere sahip olan ve ölülerin dirilen bedenlerine ölümsüzlük veren efsanevi bir Haoma bitkisiydi.

 

İnsanın biçimlendirmediği ağaç parçası orada duruyor bütün saflığı ve “kuş” biçimiyle. Bazen bir yırtıcılığı muştulayarak gözlerimize bakıyor ve bakacak.

 

Yabanın kaybolan hayaleti…

 

 

 

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl