“Bu dünyada zafer yoktur, sınav vardır ve kötülük her zaman kazanır”: tek tanrılı dinlerin tebligatı, umudu dışlamayan böylesine karamsar bir inanç üzerine inşa edile geldi. Onların iletisinde, imtihan kavramı arkasına ustaca gizlenmiş bir mahcubiyet gözlenir. Bu, insanlık tarihinin en ince kıvrımlarını dolaşarak geçen uzun bir yenilginin mahcubiyetidir. Bu karamsar bakış açılarının mutlaka farklı kökenleri vardır....
Son Yazılar:
György Lukács’ta Devrimci Öznelliğin Marksizmi
Korku komedisi “The Menu” gurmece züppeliği irdeliyor
DÜNÜ, BUGÜNÜ, YARINIYLA AİLE
An Olarak Sahne, Hafıza Olarak Sinema: İki Aracın Ayrışan Estetiği
Masalların ve rüyaların yönetmeni: Leos Carax
VEYSEL BATMAZ YOUTUBE KANALINDA ARİF DİRLİK’İ ANLATIYOR…
Kum Saatleri (Öykü)
ŞİİRDEN TABLOYA YANSIYAN “SİS”Lİ BİR BAKIŞ
İsla-Rokoko: Bir Çöküş Estetiği
Paul Tillich: Kategorilerin Ötesinde Bir Adam
Sineklerin Tanrısı: Güç Mücadelesinin ve Medeniyetin Kırılganlığının Alegorisi
Peki Amerika’daki Madun Konuşabilir mi? Kurtlarla Dans Filmi Üzerine Notlar
DÜNYA İŞÇİLERİNİN GENERALİ FRİEDRİCH ENGELS
Hepimiz o yırtıktan düşüverdik Yeraltı’na!
Abbas Kairostami: İslam Cumhuriyeti’nin Caudine Çatalları Altında Bir Kaleydoskop
Bir Parasız Yatılının Kuşatması
ARTANKARA 2024 ULUSLARASI ÇAĞDAŞ SANAT FUARI: BİR ELEŞTİRİ
Dil ve Kültürün Ayrılmazlığı: Speak No Evil
Bir “Yabancı”nın Sosyal İntiharı
Yazar: $ s (Josef Kılçıksız)
Anneliğin «yıkıcı cazibesi» üzerine
Öncelikle bu yazının kasten kışkırtıcı ve farkındalık uyandırıcı emellerle yazıldığını belirtmeliyim. Dünyaya çocuk getirmenin kötü, hatta bir suç eylemi olduğu kanısındayım. Çocuk yapmanın, insandaki kodlanmadan biri olan « barbarlığın » devam etmesine devasa bir katkı sunduğunu düşünüyorum. İnsanın insana ve diğer canlılara yaptığı kötü muamele, işkence ve imhanın, adına tarih denilen, bu kesintisiz dizisi yukardaki savımı destekliyor....
Pencere Boşluğundan Sızan Nemesis
Artık mutfak penceresini kapatamıyordu. Anlaşılan, pencerenin metal düzeneği bozulmuştu. Dışarıdan esen rüzgarın duyulduğu bir boşluk oluşmuştu. Füzeler uçuşuyordu dışarıda. Bölgede tekrar bir yangın olursa dairesinin dumana maruz kalacağından korkuyordu. Akşam olmuştu. Pencereleri karartmak gerekiyordu. « Su uyur düşman uyumazdı » çünkü. Pencereye kalın çarşaflar serdi. Camlar kararmıştı, ışık neredeyse yok olmuştu ama çatlaktan hala hava sızıyordu. İnsanlar...
Marlene Dietrich: ‘Mavi Melek’ Ve Kötücül Bir Çağın Kırdığı Kanatları
Marlene Dietrich, adı kalpte bir okşamayla başlayanın ve bir kırbaçlamayla bitenin mitidir. Ben, şahsen büyülü çekiciliğe karşı hassasım. Muhtemelen bunu burjuva çağının narsistik bir semptomu olarak değerlendiriyorum, ama, bence, beni Marlene Dietrich’e sürükleyen şey, zarafetin nezaketi, Soul, Jazz ve daha geniş anlamda Alman kültürünün derin soluğudur. Siyah elbiseler, çıplak kollar ve karanlık bir dünya tarihinin...
Stefan Zweig: Beni bana geri getiren yoldaki sapmalar
Bir Şubat öğleden sonrası 60 yaşlarında adamın biri evinin yatak odasında ölü bulundu. Sırt üstü yatıyordu ve ellerini göğsünde kenetlemişti. Karısı da yanında uzanıyordu. Adam bir intihar notu bırakmıştı. Ölüm nedeni olarak polis zehirlenme tespiti yapmıştı. Bu apaçık bir intihardı. Adam 22-23 Şubat gecesi intihar etti. Anlayacağınız, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bir gün önce. Seksen yıl...
Sabah Sisleri İçinde Olağan Bir Ölüm İçin
Savaş gibi aptalca şeyler yapmayı seven deliler veya mağara adamları zamanla daha nadir hale gelince, askeri tahkimatlar dağılıp şehrin surları yıkılmış ve yerlerinde sıra sıra ağaçlar, çiçekler ve yasemin çalıları bitmişti. Barış, uyum, bilgelik ve karşılıklı anlayış duygusu eski sokakları ve bulvarları kaplamıştı anlayacağınız. Benim sokağım da eskiden mükemmel bir yasemin bulvarını andırırdı. Kışın biraz...
Bergen: Kadının, “Acıların Kadını” dışında, varoluş olanak(sızlık)ları
Türkiye’de kadınların hayatları, bahtsız ve talihsiz dramatik uğraklarla doludur. Diberay’dan sonra Bergen filmi de « acıların kadını » izleğini takip ediyor. Bergen filmi, şiddetin, çaresizliğin, kentlerin, müziğin, aşkın ve son büyük kötülüğün içinde gezinen bir anlatıdır. Ülkemizde işlenen kadın cinayetlerinin sosyolojik arka planı, ciddi bir « erkek probleminin » varlığına işaret ediyor. Film, sahiplenme ve maraz kıskançlık motifi üzerinden...
Kiev: Şehit Şehir Mitinin Geri Dönüşü
Uzun yıllar önce Kiev’deki Maidan alanında karşılaştığım Alina’nın hüzünlü bakışları aklımdan çıkmıyor. Alandaki Bağımsızlık Anıtı şehrin kolektif hafızasına göndermelerde bulunuyordu. Aradan yıllar geçti. Kiev’de karşılaştığım insanların hayattan tat almak için kaynayan güçlü kanını, toprak, sonunda emmiş görünüyor. 1989 senesine kadar, hayatı ve siyaseti bir terör dengesi sekillendirmisti. Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sona eren Soğuk...
Anna’yı Keşfetmek: Bir Dolandırıcının Anatomisi
Ukrayna’da kan gövdeyi götürürken, sözüm ona uygar dünyanın güdümlü pandomimler gösterisi hız kesmeden devam ediyor. Dünyanın kanlı, ülkemin ise sıkıcı, yorucu, boğucu, vasat gündemi bir gün dahi yakamı bırakmıyor. Baksan, görsen, duysan, anlasan bir türlü; gözü, kulağı, ağzı kapasan başka türlü. İşte tam da bu noktada bir kaçış hattı bulmaya çalışıyorum. Edebiyat, felsefe ve bilumum...
Eros’un sermaye ile flörtü
Yaklaşan Sevgililer Günü’nün aşkla alakası kalmadı. Diğer bayramlar gibi ticari bir bayram halini aldı. Sevgililer Günü denilince aklıma şu soru geliyor: Aşkı, seksi ve hisleri metalaştırmayı nasıl başardık? 1822’de Stendhal, «Aşka Dair» adlı denemesinde, her evresi ayrı bir güzelliğe sahip olan bu tutkuya ilişkin ilginç tezler ileri sürdü. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru, gücünü giderek yitiren...